Sorting by

×

Özel Eğitim

Klinik Psikolog N. Efsun Yıldız

Not: Efsun Yıldız tarafından hazırlanan yüksek lisans tezinin yazarın izni alınarak paylaşılmıştır.

HOW TO IMPROVE WELL-BEING OF AUTISTIC PEOPLE WITH THE HELP OF NEURODIVERSITY PERSPECTIVE

University of Bergamo

Chapter 1: Chapter 1 AUTISM AND NEURODIVERSITY MOVEMENT

Günlük hayatta, hatta popüler medyada, dizi ve filmlerde, kitaplarda ya da sosyal medyada birçok kişi otizm kavramını duymuş olsa da birçok kişi otizm hakkında doğru ve yeterli bilgiye sahip değildir. Herkes otizm tanısı almış çocuklarla ya da yetişkinlerle bir araya gelmemiş ya da iletişim kurmamıştır. İletişim kurmuş ya da kurmaya çalışmış birçok nörotipik insan bile otizmli bireylerle doğru ve sağlıklı iletişim kuramamaktadır. Kendini ifade edebilen ve kendi hakları için hareket etmek isteyen otistik bireyler nöroçeşitlilik hareketini oluşturup ilerleterek kendilerini ve otizmi anlatmaya çalıştılar ve hala bu çaba içerisindeler. 

Nöroçeşitlilik hareketinden önce ve halen otistik bireylere uygulanan, özellikle otistik bireylerin ebeveynleri tarafından savunulan ve çocukları için gerekli ve önemli gördükleri başka görüşler ve “yöntemler” de vardır. Bu görüşlerden biri de otizmin tedavi edilmesi gereken bir rahatsızlık olduğudur. Öyle ki bu düşünceye sahip ebeveynler, çocukları için “uygun” ve onları topluma “entegre” edecek bazı yöntemler ve davranış değişikliği çalışmaları olduğunu, çocuklarının yaşadığı bazı sorunların bu şekilde çözülebileceğini savunmaktadırlar. 

Ne yazık ki toplumun çoğunluğunda otizm hala bir hastalık, bozukluk, engellilik, düzeltilmesi gereken yanlış ve anormal bir durum olarak görülüyor. Otistik çocukların ebeveynleri ve aile üyeleri de bu görüşe sahip olanlar arasında yer alabiliyor. Otistik bireyleri ilaçla “iyileştirmek” isteyen ve tedavi edilmeleri gerektiğini savunan bir görüş olduğu gibi, bunun tam tersini savunanlar da var. 

Kapp ve diğerleri (2013) tarafından açıklandığı üzere, tıbbi model nedenselliği ve tedaviyi savunurken, nöroçeşitlilik hareketi otizmi kişinin kimliğinin ayrılmaz bir parçası olarak kutlamaktadır ve nöroçeşitlilik hareketi tıbbi modele bu şekilde meydan okumaktadır. 

Tedavi gerektirmeyen pozitif bir kimlik olarak otizm, otistik olarak kendini tanımlama ve nöroçeşitlilik farkındalığı ile bağlantılıdır ve tıbbi paradigma ile nöroçeşitlilik hareketi arasındaki temel ayrımları ortaya koymaktadır. Aynı zamanda sonuçlara göre, otizme yönelik bu yaklaşımlarda önemli kesişmeler bulunmuştur. Otizmin dezavantajlarının vurgulanması ve otizmi ortadan kaldırmayan ancak kutlayan ve geliştiren ebeveynlik yöntemlerinin onaylanması, otizm veya nöroçeşitlilik farkındalığı ile ilişkili olarak farklılık göstermemiştir. Bu sonuçlar, nörolojik durumların insan çeşitliliğinde eşit derecede geçerli yollar olarak görülebileceği otizme yönelik farklılık olarak eksiklik görüşünü desteklemektedir. 

Tüm bu gelişmeler otistik bireylerin haklarının ve varlıklarının kabulü açısından çok önemli olmakla birlikte, nöroçeşitlilik hareketi ve otistik bireylerin “hasta” ya da “kusurlu” değil “farklı” oldukları görüşü henüz oldukça yenidir. “Otizm” ve “hastalık” ya da “otizm” ve “bozukluk” kelimeleri sıradan insanların ve nörotipik insanların günlük dilinde bir araya gelmektedir.

Nöroçeşitlilik perspektifleri, nörobilişsel farklılıkları olan bireylerin sosyal eğitimini, kabulünü ve adaptasyonunu teşvik etme ihtiyacını beyan etmektedir. Önceki yıllarda, otizm müdahalesi savunucuları ile nöroçeşitlilik savunucuları arasında, farklılıklara uyum sağlama veya aracılık etme çabaları genellikle antagonistik değişimler veya çıkmazlarla sonuçlanan geniş bir bölünme olmuştur (Shuck ve ark., 2022). Aslında nöroçeşitlilik savunucularının talepleri, toplumun otistik bireylere ve nörobilişsel farklılıkları olan kişilere daha fazla yer açması ve nörotipik toplumda mevcut olan ayrımcı ve şiddet içeren davranışların değiştirilmesidir. Bu talepler nörotipik toplumdaki bireyler ve kurumlar için zor veya yorucu görünebilir. Çünkü toplumdaki nörotipik bireylerin büyük çoğunluğunun mevcut ayrımcı ve şiddet içeren algı ve davranışları değiştirmek için çaba sarf etmek istemediği görülmektedir. Nörotipik bireylerin ve kurumların, topluma “uyum sağlama” sorumluluğunu nöroçeşitliliğe sahip bireylere yüklemeye çalıştıkları görülmektedir. Toplumun ayrımcılık ve şiddet içeren algı ve davranışları kabul etmediği ve değiştirmek için çaba göstermediği, otistik ve nöroçeşitliliğe sahip bireyleri nörotipik bireylere benzemeye zorladığı görülmektedir. Nöroçeşitlilik savunucuları tarafından kendilerine yöneltilen eleştirilerden ve otizme bakış açılarından rahatsız oldukları, sorumluluk almak yerine nöroçeşitlilik savunucularına karşı olumsuz ve hatta saldırgan bir tutum sergiledikleri görülmektedir. Nöroçeşitlilik savunucuları tarafından kendilerine yöneltilen eleştirilerden ve otizme bakış açılarından rahatsız oldukları, sorumluluk almak yerine nöroçeşitlilik savunucularına karşı olumsuz ve hatta saldırgan bir tutum sergiledikleri görülmektedir.

Schuck ve diğerleri (2022) tarafından da belirtildiği üzere, klinik bozulma tıbbi model kapsamında tanı için önemli bir ön koşuldur ve bu tür bozukluklar klinik tedavi ile ele alınacak birincil müdahale hedefleri olarak kabul edilir. Burada bahsedilen “klinik bozulma” çok dikkatli bir şekilde ele alınmalıdır. Nörotipik bireylerden farklı olan tüm algı ve davranışlar bu “klinik bozulma” kapsamında mıdır? Otistik bireylerin kendilerine ya da başkalarına zarar vermeyen, kendilerini ifade etmelerine yardımcı olan ancak nörotipik bireylerden farklı olan tüm davranışları (örneğin el çırpma, yüksek sesle konuşma ya da tekrarlayıcı hareketler) da bu tanıma dahil midir? Başka bir deyişle, tıbbi olarak tedavi edilebileceği düşünülen davranışlar “tedavi edildiğinde”, bu durum otistik bireylere fayda sağlayacak mıdır? Başka bir deyişle, ilaç verilerek değiştirilmeye çalışılan algı ve davranışlar gerçekten otistik bireylere ya da diğer insanlara zarar veriyor mu? Nöroçeşitlilik savunucuları ve otistik aktivistler tıbbi müdahaleye karşı çıkmakta ve bunun bir hak ihlali olduğunu söylemektedirler. Otistik bireylerin bastırılmaya ve değiştirilmeye çalışılan davranışlarının otistik bireyler için işlevsel olduğunu belirtiyorlar. Ve bir rahatsızlık durumunda ilaç tedavisi alındığı göz önünde bulundurulursa, otistik bireyler rahatsızlık çekmiyorsa ve davranışları kimseye zarar vermiyorsa, neden müdahale edilmek istendiğini düşünmek gerekir. Aynı zamanda otistik bireyleri neyin rahatsız ettiğini de düşünmek gerekir. Otistik davranış mı onları rahatsız ediyor yoksa toplumun onlara karşı tutumu mu? Bu ayrımın da iyi yapılması gerekir.

Başta da belirtildiği gibi dünya toplumlarında benzer özelliklere sahip bireylerin gruplandırılması ve farklı olanların dışlanması sıklıkla karşımıza çıkmaktadır. Otistik bireyler de genellikle algı ve davranışlarıyla nörotipik bireylerden ayrıştırılmakta ve toplumda nörotipik bireyler tarafından dışlanmaya maruz kalmaktadır. Toplumun çoğunluğu otistik bireyleri engelli ya da hasta olarak nitelendirmekte ve damgalamaktadır. Engelliliğin katı sosyal modeli içinde, bireysel farklılıklar engellilikle ilişkilendirilebilse de, bu kişiler toplum tarafından kabul edilir, dahil edilir ve uyum sağlanırsa, bir kişinin engelleri deneyimlenen bir engelliliğe neden olmaz (Schuck ve ark., 2022).

Otistik bireyler, toplum tarafından kabul görmedikleri için hayatın birçok alanında zorluklarla karşılaşmaktadır. “Engelli, geri zekalı, hasta, kusurlu, eksik” gibi hakaretlere ve etiketlemelere maruz kalmaktadırlar. Birçok kişi bunları dile getirerek otizmli bireylere doğrudan şiddet ve ayrımcılık uygularken, bu şekilde düşünen ancak bunu dile getirmeyen birçok kişi de bulunmaktadır. Bu düşünceleri ifade etmeseler bile, bu düşünceler insanların davranışlarına yansıyor ve otizmli bireylere yönelik ayrımcılığı ve şiddeti besliyor. Ve bu ayrımcı tutum ve davranışlar açıkça yapılmasa bile otistik bireyler fark edebiliyor ve bu onları kötü etkiliyor, onlar için travmatik yaşantılar olabiliyor.

Engellilik kavramı ele alınırken kişilerin içinde bulundukları durumdan rahatsız olup olmadıkları, bu durumun onlara zarar verip vermediği ya da günlük yaşamlarını olumsuz etkileyip etkilemediği de göz önünde bulundurulabilir. Otistik bireylerin özellikleri ve sosyal olarak kabul edilemez davranışları onlara ya da başkalarına zarar veriyor mu? Zarar vermiyorsa neden bu özelliklerin değişmesi isteniyor? Ya da bu özelliklerin değiştirilmesi otistik bireylere gerçekten fayda sağlayacak mı? Bu görüşe göre neden otistik bireylerden toplum için uygun olduğu düşünülen davranışları sergilemeleri isteniyor? Toplumdaki nörotipik bireyler istediği için mi yoksa bahsettikleri “adaptasyon” gerçekten otistik bireylerin refahını artıracağı için mi talep ediliyor?

Otizm ve otistik bireyler hakkındaki görüşler de zaman içinde değişmiştir. Schuck ve diğerlerine (2022) göre, Amerika Birleşik Devletleri’nde kültürel ve toplumsal normlar yirminci yüzyılın ortalarından sonlarına kadar değişmiş, bu da otizm ve otizm müdahalesi hakkındaki görüşlerde değişikliklere yol açmıştır. 1940’larda, otizm kademeli olarak kendi ayrı tanı kategorisi olarak tanıtılmıştır. Otizmin nedenlerine ilişkin bilimsel araştırmalar ve çalışmalar olmasına rağmen, bilimsel olmayan farklı düşünceler de ortaya çıkmış ve ne yazık ki bu düşünceler günümüze kadar devam etmiştir. Bu düşünceler arasında otizme neden olan faktörler başta anne olmak üzere ebeveynlerin tutum ve davranışlarıdır. Bu yanlış varsayım nedeniyle toplumda ebeveynleri, özellikle de anneyi suçlayıcı bir tutum içinde olan bireylerin sayısı azımsanmayacak kadar fazladır.

Bu suçlama ebeveynlerin kendi aralarında da görülür. Yani bir ebeveyn diğer ebeveyni suçlayabilmektedir. Kendi davranışları ya da “hataları” nedeniyle çocuklarının otistik olduğunu düşünen ya da toplumdan veya kendi ailelerinden bu baskıya maruz kalan ebeveynler de kendilerini suçlarlar. Kendilerini suçlamaları sonucunda birçok psikolojik sorun yaşayabilirler ve bu durum onları suçluluk duygusuna sürükleyebilir. Suçluluk duygusu ve ardından gelen olumsuz duygular nedeniyle yaşadıkları psikolojik sorunlar sonucunda olumsuz ruh hallerini otistik çocuklarına yansıtabilirler. Ayrıca girdikleri bu olumsuz ruh halleri davranışlarına da yansıyacak ve davranışları otistik çocuklarını olumsuz etkileyecektir. Ayrıca ebeveynlerinin ilişkilerinin bozulduğunu gören, fark eden ya da hisseden çocuklar da olumsuz etkilenecektir. Schuck ve diğerlerine (2022) göre otizmde artık kişi ya da ailesi sorumlu tutulmamakta, bunun yerine otizm biyolojinin bir parçası olarak görülmektedir. . Başka bir deyişle otizm, ebeveynlerin davranışlarından ya da tutumlarından kaynaklanmamaktadır. Doğuştan gelen ve biyolojik olan bu durum ebeveynlerin suçu olarak görülmemektedir. Nöroçeşitlilik hareketine göre otizm “yanlış” ya da “eksik” olmadığı gibi otistik kişi ya da ebeveynleri de “suçlu” değildir. Dolayısıyla otistik olmak ya da otistik bir aile üyesine sahip olmak suçlanacak bir şey değildir. Bu tutum insanları suçlamaz ve yakınları otistik olduğu için kendilerini kötü ve suçlu hissetmelerine neden olmaz. Bu tutum, otistik bireylerin, ebeveynlerinin ve ailelerinin psikolojik sağlıklarını korumak için çok önemlidir. Aynı zamanda otistik bireylerin olumsuz damgalanmaması için de çok önemlidir.

Nöroçeşitlilik hareketi, otizmin bir bozukluk ya da hastalık olmadığını ve otistik bireylerin hasta ya da kusurlu olmadığını savunur. Nöroçeşitlilik hareketi denildiğinde akla ilk gelen genellikle otizm olmaktadır. Schuck ve arkadaşları (2022), nörogelişimsel farklılığın çoklu alanlarını yakalamak için otizmin ötesine uzanan nöroçeşitlilik hareketinin, öncelikle geniş kapsamıyla Otistik savunuculuk hareketinden farklı olduğuna işaret etmektedir. Nöroçeşitlilik hareketi bir yandan otistik bireylerin davranışlarının değiştirilmesine (kişiye veya çevreye zarar vermediği sürece) karşı çıkarken ve nöroçeşitliliği otizmle sınırlamazken, diğer yandan otistik bireylerin davranışlarını değiştirmeye çalışan kişiler de bulunmaktadır. 

Otistik bireylerin davranışlarını değiştirmeye yönelik çaba ve çalışmalar sadece otistik çocukların ebeveynleri tarafından yürütülmemektedir. Davranış değişikliğinin ilaç “tedavisine” ek olarak ya da ilaç “tedavisinden” ayrı olarak uygulanabileceğini öngören bazı araştırmacılar ve klinisyenler tarafından ortaya konan bazı yöntemler de bulunmaktadır.

Öte yandan, otistik aktivistler toplumun onların davranışlarına odaklanmasına ve onları değiştirmesine karşı çıkmaktadır. Kendi algılarında ve davranışlarında bir sorun olmadığını, sorunun toplumun ayrımcı bakış açısında ve nörotipik bireyler için geliştirilen sistemde yattığını iddia ediyorlar. Topluma “uyum sağlamak” için kendi davranışlarını değiştirmeye çalışmak yerine, otistik varoluşlarıyla kabul ve saygı görmek istiyorlar. Toplumun istediği şekilde davranma zorunluluğunu reddederler ve davranışlarını değiştirmeye yönelik yöntemlere karşı çıkarlar. Bunu haklarının ihlali olarak görürler. Otistik aktivistler böyle düşünürken, otistik bireylerin davranışlarına yönelik müdahaleler bazı uygulamalar olarak karşımıza çıkmaktadır. Bu müdahale biçimleri birçok ülkede bilinir ve uygulanır hale gelmiştir. ABA (Aplied Behavior Analysis) da bir davranışa müdahale yöntemidir.

Schuck ve diğerlerine (2022) göre, nöroçeşitlilik savunucuları genellikle otistik bireylerin yaşam kalitesini yükseltmek için yeterli desteği sağlamak istese de, birçok otistik bireyin düpedüz olumsuz deneyimleri birçok çevrede ABA müdahalelerine karşı güçlü bir muhalefeti körüklemiştir; öyle ki, ABA tartışması bile bazı çevrimiçi gruplarda tetikleyici veya yasaklanmış olarak görülmektedir (örneğin, Ask me, I’m Autistic (24 h rule!), t.y.).

Ancak ABA’nın dünyanın birçok yerinde kabul görmüş bir görüşü ve uygulaması da mevcuttur. Türkiye’de birçok kurum ve özel eğitim merkezi hala ABA’yı kullanıyor ve ABA’dan övgüyle bahsediyor. Web sitelerinde ve tanıtımlarında ABA’yı “bilimsel olarak etkinliği kanıtlanmış faydalı bir yöntem” olarak öne çıkarıyorlar. Hatta bazıları ABA’dan “en iyi ve en etkili” yöntem olarak bahsediyor. Aynı zamanda bu uygulamanın otistik bireylerin eğitimini ve refahını artırmada çok etkili olduğunu iddia etmektedirler. Birçok kurum ve özel eğitim merkezinde çalışan kişilerin otistik çocuk ve yetişkinlerin ABA uygulanırken videolarını çektikleri ve bunu sosyal medya hesaplarında övgü ile paylaştıkları görülüyor. Burada otistik çocukların yanı sıra yetişkinlerin de eğitim sırasında videolarının çekilerek paylaşılmasının ve ABA’nın övülerek kurum ya da kişilerin bu yolla tanıtımının yapılmasının yarattığı etik sorunlara değinmek gerekmektedir. Bahsi geçen durumda otistik çocuklar başta olmak üzere her yaş grubundan otistik bireyin ABA yöntemlerini tanıtmak için kullanıldığı ve bu görüntülerin kamuya açık platformlarda paylaşıldığı görülmektedir.

Otistik bireylerin davranışlarını değiştirmeye yönelik yöntemler çok tartışmalıdır. Otistik aktivistler ve nöroçeşitlilik savunucuları bu müdahalelere şiddetle karşı çıkmakta ve bunların bir hak ihlali olduğunu ve otistik bireylere zarar verdiğini belirtmektedir. Schuck ve arkadaşları (2022) tarafından bildirildiği üzere, otistik bireylerin davranışlarını söndürmeye çalışmadan önce, müdahalecilerin davranışların gerçekten zararlı olup olmadığına (örneğin, potansiyel olarak veya gerçekten kendine zarar verici, saldırgan veya yıkıcı) karar vermeleri gerekmektedir. Eğer otistik bireylerin davranışları kendilerine veya başkalarına zararlı değilse, nörotipik bireyler neden otistik bireylerin bu davranışlarının değişmesini istemektedir? Eğer bu davranışlar otistik bireylerin kendilerini ifade etmeleri için bir işleve sahipse, bu davranışlar otistik bireylerin refahı için önemlidir. Nörotipik bireylerin ve nörotipik toplumun otistik bireyler üzerinde uyguladığı bu baskı ve kontrol arzusu bir hak ihlalidir ve otistik bireylere yönelik bir şiddettir. 

Otistik aktivistler ve nöroçeşitlilik savunucuları, müdahale edilmesi gereken bu davranışların otistik bireyler için işlevsel olduğunu savunmaktadır. Bu davranışları değiştirmeye ya da yok etmeye çalışmanın otistik bireyler için zararlı olacağını belirtmektedirler. Ayrıca bu amaçla nöroçeşitlilik hareketinin bilinmesi ve yaygınlaştırılması gerekmektedir.

 Daha doğrusu, profesyonellerin eğitimini iyileştirmek ve profesyonelleri otistik bireyler ve aileleriyle “nöroçeşitlilik savunucuları” olarak çalışma konusunda güçlendirmek için nöroçeşitlilik bilgisine sahip pedagoji mevcut klinik programlara dahil edilmelidir. Klinisyenler bu konuların farkına vararak, kişisel güçlü yönlerin tartışılmasını içeren ve kabullenmeyi destekleyen daha dengeli bir bakış açısı sunabilecek bir konuma gelebilirler (Schuck ve ark., 2022). 

Otistik bireylerin toplumun her alanında ayrımcılığa ve ötekileştirmeye maruz kaldığı bilinen bir gerçektir. Toplumdaki nörotipik bireylerin çoğu nöroçeşitlilik hareketinden habersizdir ya da otistik bireylerin toplumda görünür olup olmamasını önemsememektedir. Durum böyleyken otistik bireylerle doğrudan iletişim kuran profesyonellerin otistik bireylerin haklarına saygı göstermemesi otistik bireylere ciddi zararlar verecektir. Otistik bireylerin kendilerini güçlendirilmiş ve kabul edilmiş hissetmeleri için profesyonellerin ve klinisyenlerin tutumu çok önemlidir.

Profesyoneller ve klinisyenler de toplumdaki bireyler için rol model olabilirler. Onların otizmli bireylere yönelik davranışları, otizm ve otizmli bireyler hakkında verdikleri bilgiler toplumdaki bireylerin ve otizmli bireylerin ailelerinin otizmli bireylere yönelik tutumlarını etkileyecektir. Nöroçeşitlilik hareketi kapsamında otizmi ve otistik bireyleri anlayabilen kişilerin, onlara yönelik ayrımcılık ve şiddet oranını azaltacağı ve otistik bireylerin toplumda daha kolay yer alabileceği öngörülebilir. Toplumun bilinçlendirilmesinde profesyonellerin ve klinisyenlerin tutum ve söylemleri çok faydalı olabilir. 

Otizm araştırmacılarının çoğu otizmi bir beyin gelişim bozukluğu, normdan istenmeyen bir sapma olarak kabul etmek üzere eğitilmiştir (Pellicano & den Houting, 2022).

Burada “bozukluk” ve “normdan istenmeyen sapma” terimlerinin tartışılması gerekmektedir. Nöroçeşitlilik savunucuları otizmin bir bozukluk olarak görülmesine karşı çıkmakta ve “bozukluk” etiketinin toplumda otistik bireylere uygulanan damgalamayı artırdığını belirtmektedir. Ayrıca hastalık kavramı kişiyi rahatsız eden ve hayatını zorlaştıran durumlar olarak ele alınırsa, otistik bireylerin hayatını zorlaştıran otizm ve otistik özellikler midir, yoksa toplumun dayattığı “normlar” ve uyguladığı ayrımcılık ve şiddet midir? Örneğin, sınıfta alkışlamak ya da bağırmak toplum tarafından norm dışı ve uygunsuz kabul ediliyor. Ancak toplum ve nörotipik bireyler otistik çocukların bu davranışları neden yaptığını anlamaya çalışmadığında ve bu çocuklar bu davranışları nedeniyle ayrımcılığa ve şiddete maruz kaldığında değiştirilmeye çalışılan ve odaklanılan durum otistik çocukların davranışları ve otizm oluyor. Belki de bu noktada güç ve kontrol mekanizmaları üzerine düşünmek gerekiyor. Ne yazık ki otistik çocuklar ve otistik bireyler nörotipik bireyler karşısında savunmasız bırakılmakta ve azınlıkta kalmaktadır. Bu nedenle onların davranışlarını ortadan kaldırmaya çalışmak ve belirledikleri “normlara” uymak ve “düzeni” sağlamak toplum için daha kolay görünüyor. Çoğunlukta olan ve güç mekanizmalarını elinde tutan nörotipik bireylerin otistik bireylere yönelik şiddet ve ayrımcılık içeren davranışlarını düzeltmeye çalışmak ve otistik bireylerin ihtiyaçlarının karşılanacağı ve kendilerini güvende hissedecekleri alanlar yaratmak nörotipik bir toplum için daha istenmeyen bir durum haline gelmektedir.

Otizm ve otistik bireyler toplumda genellikle olumsuz olarak değerlendirilmektedir. Yanlış, eksik ya da bir şeyleri olması gerektiği gibi yapamayan bireyler olarak tanımlanırlar. Ya da sadece otizmin bireylerin hayatında yol açtığı olumsuz durumlara odaklanılıyor. Otizmli bireylerin iyi özellikleri göz ardı ediliyor. Elbette burada iyi ve kötü tanımları da değişkenlik gösterebiliyor. Ya da otizmin bireylere kazandırdığı olumlu özellikler görmezden gelinerek, sosyal ve nörotipik algıya uymayan ve olumsuz olarak nitelendirilen özelliklere öncelik veriliyor.

Pellicano & den Houting (2022) tarafından bildirildiği üzere, otistik bireylerdeki bozuklukları ve işlevsel eksiklikleri araştıran ve genellikle dikkati otistik bireylerin belirli güçlü yönlerinden başka yöne çekmeye çalışan geleneksel tıbbi yaklaşımın, ister gerçek ister algılanan olsun, yalnızca kısıtlamalara odaklanmak gibi istenmeyen sonuçları vardır. Başka bir deyişle, otistik bireylerin neler yapabileceğini söylemekten uzaktır ve neleri yapamayacaklarını vurgular. Otistik bireyler, nörotipik bireylerin yapabildiği ya da yapamadığı pek çok beceriye sahip olabilirler. Başarı ve yetenek kavramları da sosyal ve kültürel olarak belirlenmiş ve nörotipik bireylerin bakış açısına göre şekillenmiştir. Bu açıdan bakıldığında nörotipik bireylerin otistik bireylerin yetenek ve becerilerini görmezden gelme eğiliminde olmaları muhtemeldir.

Otistik bireylerin birçok alanda nörotipik bireylerden geride olduğu düşünülmektedir. Bu düşüncelerden biri de bilişsel kapasitelerinin nörotipik bireylere göre daha az olduğudur. Pellicano & den Houting’in (2022) belirttiği gibi, otistik bireylerin bilimsel görevlerde otistik olmayanlara göre daha iyi performans gösterdiğini açıklayan, ancak bu başarıları bir şekilde bir sorunu ortaya çıkardığı şeklinde yorumlayan geleneksel otizm araştırmalarının pek çok örneği vardır. Bu yorum, araştırmacılar arasında olduğu kadar otistik bireylere karşı da bir onaylamama durumu olduğunu göstermektedir. Diğer bir deyişle, nörotipik bireylerden oluşan toplumda otistik bireylerin eksik, yetersiz ve kusurlu olduğu görüşü hakimdir ve otistik bireyler görevlerde daha iyi performans gösterseler de bu durum araştırmacılar tarafından kabul edilmemiş ve otistik bireylerin başarısız görüldüğü şeklinde yorumlanmıştır. Yani otistik bireylerin herhangi bir konudaki yeterlilikleri kabul edilmemiş ve önyargıya maruz kalmışlardır. Bu da aslında otistik bireylerle yapılan araştırmaların ve bu konudaki çalışmaların sonuçlarının sorgulanmasına neden olmaktadır.

Otistik bireylerin başarılı oldukları durum ve konular, yetenekleri göz ardı edilirken, buna ek olarak nörotipik toplum yaşadıkları zorlukların sorumluluğunu onlara yüklüyor. Böylece nörotipik toplum sorumluluk almayarak asıl sorunu görmezden gelmekte ve otistik bireyleri suçlamaktadır. Pellicano & den Houting’e (2022) göre, bireyci başlangıç noktasını benimsemek, yaşamdaki zorlukların “hatasının” bireye ait olduğunu ve algılanan zorlukları “onarma” yükünün de bireye ait olduğunu ima eder. Bu görüşe göre, otistik kişiler bir şekilde “kusurlu” veya “hatalı” olarak algılanmakta ve bu eksikliklerin giderilmesi için bireysel tedavinin gerekli olduğu düşünülmektedir. Otizm araştırmaları ve uygulamalarından açıkça anlaşılmaktadır ki, otistik bireylerden genellikle “bozukluklarının” üstesinden gelerek tipik bir beceri düzeyine ulaşmaları beklenmektedir. Dolayısıyla tedaviler ve müdahaleler, bu temel hedeflere ulaşmak için otistik çocukların davranışlarını değiştirmek, azaltmak veya iyileştirmek üzere tasarlanmıştır. Bu görüş, otistik bireylerden “tedavi” adı altında davranış değişikliği talep etmekte ve otistik bireylerin toplumda yaşadığı zorlukların sorumluluğunu otistik bireylere yüklemektedir. Bu bakış açısı, otistik bireylere nörotipik davranış kalıplarını dayatmakta ve otistik bireylerin kendilerine özgü özelliklerine ve oldukları gibi olmalarına saygı duymamaktadır. Bu görüş, otistik bireylerin nörotipik olmayan davranışlarını hatalı ve düzensiz olarak görür ve bu davranışların düzeltilmesi gerektiğini savunur. Otistik bireylerin de “tedavi edilmesi” gerektiğini ve bu şekilde topluma uyum sağlayabileceklerini savunur.

Ne’Man (2021), nöroçeşitlilik hareketinin otistik özelliklerin doğası gereği düzeltilmeye ihtiyaç duymadığını ve otizm hizmet sunumu ve araştırmalarının amacının otistik insanları otistik olmayan hale getirmek olmadığını savunduğunu ve otistik yetişkinlerin bu hareket aracılığıyla bu ayırt edilemezliğin teşvik edilmesini eleştirdiklerini belirtmektedir. Nöroçeşitlilik savunucuları, damgalanmamış çoğunluğun bir üyesiymiş gibi davranarak damgalanmış kimliği gizlemeye çalışmak gibi “geçiş” lehine otistik özellikleri bastırmaya çalışan müdahaleleri eleştirmektedir. Geçme, hem engelli hem de engelli olmayan bağlamlarda önemli zararlarla ilişkilendirilmiştir. Geçme girişimleri, otistik yetişkinlerde intihar eğilimi için tanımlanan risk belirteçlerinden biri olmuştur. Bu tür bir “kamuflaj” diğer ruh sağlığı sorunlarıyla da bağlantılıdır. 

Otistik bireyleri olduğu gibi kabul etmemekle birlikte onları değiştirmeye çalışmak psikolojik olarak onlara büyük zarar vermektedir. Otistik bireylerin duygu ve düşüncelerini özgürce ifade etmelerini sağlayan otistik özellikler, nörotipik bireyler gibi davranmaları için ve nörotipik bireyler istiyor diye değiştirilmek istenirse, bu noktada kendilerini ifade etmekte zorlanacak, nörotipik bireylerle ve toplumla iletişim kurma motivasyonlarını kaybedeceklerdir. Olduğu gibi kabul edilmediği ve varlığına saygı duyulmadığı için özsaygı ve özgüven sorunları yaşayacak, kendini topluma ait hissedemeyecek ve yalnız hissedecektir. 

Hatta bu psikolojik sorunlar o kadar büyük ve ciddi boyutlara ulaşabilir ki majör depresyona ve intihara bile yol açabilir.

Otistik bireylerin kendilerini ifade edebilmeleri, ilişki kurabilmeleri ve duygularını düzenleyebilmeleri için duygu ve düşüncelerini rahatça ifade edebilmeleri çok önemlidir. Bunu davranışları aracılığıyla yaparlar. Davranışlarını bastırmaya ve değiştirmeye çalışmak strese, değersizlik duygularına ve duygularını ifade edememeye neden olarak özgüven sorunlarına, yalnızlık duygularına, kabul edilmeme duygularına ve daha birçok psikolojik soruna, hatta sonuç olarak psikosomatik sorunlara neden olabilir.

Otistik bireylerin otistik özelliklerini kabul etme konusunda farklı düşünceler ve sorular ortaya çıkabilir. Otistik bireylerin kendilerine veya başkalarına zarar veren davranışları varsa, bu davranışların da nöroçeşitlilik savunucuları tarafından savunulan “kabul” kapsamına girip girmediği merak edilebilir. Ne’man’ın (2021) belirttiği gibi, nöroçeşitliliğin kabul vurgusunun ağır engellilikle uyumsuz olduğunu düşünenler, bu kabulün yalnızca daha az engeli olan otistik bireylere hitap etmesi gerektiğini savunmaktadır. Bu bakış açısı, nöroçeşitliliğin iddialarını yanlış yorumlamaktadır. Nöroçeşitlilik savunucuları genellikle otistik bireyleri uyum yeteneklerini geliştirmeleri için desteklemektedir. Başka bir deyişle, bu görüşe göre, nöroçeşitlilik savunucuları otistik bireylerin kendilerine veya başkalarına zarar verici davranışları varsa onları desteklemezler. Bu bakış açısı aynı zamanda otistik bireylerin fiziksel ve psikolojik sağlığını ve güvenliğini de önemser. Hem otistik bireylerin hem de çevredeki diğer insanların güvenliğine ve sağlığına önem verir. Kimseye olası zarar ve tehlikenin gelmemesini savunur.

Tıpkı down sendromlu bireylerin gözlerini normal görünmeleri için cerrahi olarak yeniden şekillendirmenin barbarca olduğunun artık kabul edilmesi gibi, nöroçeşitlilik de sırf damgalanmaktan kaçınmak için tipik görünümü dayatmaya yönelik önlemleri etik dışı olarak görmemizi gerektirmektedir. Bozukluğun ciddiyetine bakılmaksızın, otistik kişilerin tipik görünümünü teşvik etmek için otistik özellikleri bastırmak sorunludur, ancak kişisel olarak üzücü veya zarar verici davranışları azaltırken veya becerileri geliştirirken bunu yapmak sorunlu değildir (Ne’man, 2021).

Başka bir deyişle, nöroçeşitlilik hareketi, otistik bireylerin görünüşlerinin veya davranışlarının sırf toplum istiyor diye değiştirilmesine karşı çıkmaktadır. Böyle bir müdahale hak ihlali, şiddet ve istismar anlamına gelecektir. Ne yazık ki otistik bireyler bu tür müdahalelere sıklıkla maruz kalmaktadır. Bu müdahaleler otistik bireylerin haklarını ihlal ederken, onlara psikolojik olarak da büyük zarar vermektedir. Bu müdahaleler otistik bireylerin kendilerini kabul edilmemiş, yetersiz, önemsiz, değersiz ve yalnız hissetmelerine neden olabilmektedir. Bu müdahaleler nedeniyle kendilerini yoğun stres altında hissetmeleri muhtemeldir. Kendilerini toplumdan uzaklaştırmak ve izole olmak zorunda hissedebilirler. Ayrıca duygularını, düşüncelerini ve bunları ifade etme biçimlerini bastırmaya çalışan bir toplumda kendilerini rahat ifade edemezler ve bu da birçok psikolojik sorunu, özgüven ve özsaygı problemlerini beraberinde getirir.

Ancak durum her zaman böyle olmayabilir. Davranışlarda yapılacak değişiklikler ve müdahaleler otizmli bireyler için gerekli olabileceği gibi onların yararına da olabilir. Bu ayrımın çok iyi yapılması gerekiyor. Leadbitter ve ark. (2021), nöroçeşitliliğin dengeli bir değerlendirmesi, çeşitliliğin temel kolektif avantajlar sağlamasına rağmen, bireysel zayıflıkların çoğu zaman herhangi bir nörofarklılıktaki güçlü yönlerin ayrılmaz ortakları olduğunu ve insanların kendileri olmayı isterken bazı şeylerin değişmesini isteyebileceğini kabul etmektedir. Bu, belirli değişikliklerin doğası gereği veya çevreyle etkileşim halinde dezavantajlı olduğu ve uygun şekilde hedeflenen müdahalelerden fayda görebileceği görüşünü içermektedir. Buna göre nöroçeşitliliğe sahip kişilerin ve otizmli bireylerin bazı özellikleri onlar için dezavantajlı olabilir ve bu özelliklerin değişmesini isteyebilirler. Ancak kimliklerini de korumak isteyebilirler. Dezavantajlı olduğunu düşündükleri özellikleri değiştirmek için uygun müdahaleler nöroçeşitlilik kavramı bağlamında yapılabilir. Yani nöroçeşitlilik hareketi, eğer bir müdahale yapılacaksa, bunun otizmli bireylerin kimlikleri bastırılmaya ve engellenmeye çalışılmadan yapılması gerektiğini savunuyor. Yani nöroçeşitlilik hareketinin amacının otizmli bireylerin yaşamlarını kolaylaştırmak ve refahlarını arttırmak olduğu buradan anlaşılıyor.

Leadbitter ve arkadaşlarına göre. (2021), otizmin kendi içindeki dezavantajlı özelliklerine ilişkin müdahalelerin üçüncü bir çıkarımının daha olduğunu belirtmektedir. Nöroçeşitliliğe ilişkin dengeli bir bakış açısı, otizmin belirli özelliklerinin, eğer bu özellikler bireye zarar vermiyor veya rahatsız etmiyorsa ya da diğer insanların haklarını ihlal etmiyorsa, patolojik olarak görülmemesi gerektiğini belirtmektedir. Bir çocuğun gelişimini desteklemek ile otizmli bireylerin özünü değiştirmeye çalışmak arasındaki ince çizgi, otizme yönelik müdahaleleri zorlaştırmaktadır. Ek olarak, otistik davranışları uyarlamak ile fiilen veya potansiyel olarak zararlı bilişsel veya davranışsal fenomenleri hafifletmek arasındaki ince dengeyle bağlantılıdır. Ağrının ne olduğu ve nedeni konusunda farklı görüşler, çocukların yaşının küçük olması nedeniyle bireysel olarak görüşlerinin belirlenmesindeki zorluklar, iletişim kurmadaki zorluklar ve gelecekteki olası sonuçların anlaşılamaması nedeniyle bu denge farklı görüşler tarafından sorgulanıyor gibi görünmektedir. Bu karmaşık durumları çözmenin basit bir çözümü yoktur. Nöroçeşitlilik hareketinin otizmli çocukların davranışlarına yapılması veya yapılmaması gereken müdahaleler konusunda oldukça dikkatli olması bekleniyor.

Gerekirse çocukların davranışlarına, kendilerine zarar vermeden ve onları bastırmadan müdahale edilmelidir. Bu gereksinimin tespit edilmesi kolay değildi. Çocuğun istek ve ihtiyaçlarının dikkate alınması bir öncelik olmalıdır. Davranışa müdahale edilecekse bile çocuğa veya çevredekilere zarar verecek nitelikte olmalıdır. Burada “zarar” kavramı üzerinde durmak gerekiyor. Örneğin, yüksek sesle konuşan ya da duygularını ifade etmek için çığlık atan bazı otizmli çocukların bu davranışlarının bastırılması o çocuklara zarar veriyorsa neden toplum tarafından bu baskı uygulanıyor? Çocuklar stres altında ya da kendilerini rahat ifade edemedikleri bir ortamda olabilirler. Ya da öyle olmasa bile bu davranışı yapmak kendilerini iyi, mutlu hissetmelerini sağlıyor ya da kendilerini bu davranışla ifade ediyor olabilir. Bu durumda burada bahsedilen otizmli çocukların bu davranışına odaklanmak ve bu davranışı değiştirmeye çalışmak otizmli çocuklara zarar verecektir. Peki bu otistik çocukların yüksek sesle konuşması ve çığlık atması gerçekten çevredeki diğer insanlara zarar veriyor mu? Yoksa toplumun bu çocuklara karşı ilgisizliğinin yarattığı bir baskı mı bu? Bu soruların üzerinde durmak çok önemli olacak.

Romantik ilişkiler yeterince zordur, peki ya partneriniz otistikse?

Ben otizmliyim .

Ben (Sarah) bunu otuzlu yaşlarımın başında (hala buradayım) öğrendim, ancak bu tüm hayatımın çok daha anlamlı olmasını sağladı.

Kocam nörotipiktir ya da en azından düşünme ve etkileşim şekli bakımından benden daha genel görüşlüdür; ancak kocamla tanışan hiç kimse onun “tipik” olduğunu düşünmez. Nörotipik kelimesi zaten bir tür yanlış adlandırmadır, çünkü gerçekte “tipik” bir beyin yoktur – her bir beyin farklıdır – sadece bazıları diğerlerinden daha fazla açıdan daha farklıdır.

10 yıl önce tanıştığımızda (neredeyse bugüne kadar!), tanıyı değil, yalnızca birbirimizi tanıyorduk. İlişkimiz son derece alışılmadık bir gidişat boyunca gelişti; kabaca ” buluşma ” olarak tanımlanabilecek (üç veya dört ziyaret ve çok sayıda uzun mesafeli sohbetten oluşan ) yalnızca üç aylık bir sürenin ardından birlikte yaşamaya başladık. Sonra her yeni çiftin yapacağı gibi ben onun özelliklerini öğrenmeye başladım, o da benimkini öğrenmeye.

Başlangıçta ikimiz için de bazı zorlu zamanlar oldu. İletişim farklılıklarımız ortaya çıkmaya devam ederken, belki de “tipik” bir paylaşımdan daha fazla, artan acılardan payımıza düşeni aldık. Ancak her çekişme anı bizi birbirimizi daha doğru anlamaya yaklaştırdı.

Geriye dönüp baktığımızda, ikimiz de gerekli araçları kullansaydık işimizi kolaylaştıracak bazı önemli şeyleri belirleyebilirdik. İlk yıllarımıza dair hiçbir şeyi değiştirmeyecek olsak da, yıllar içinde birlikte çözdüğümüz bazı şeylerden yararlanabilecek nöroçeşitliliğe sahip çiftler olması ihtimaline karşı bu gözlemleri paylaşmak istedik.

Otistik Partner

Otistik bir kadın olarak nörotipik partnerimin özellikle otizmim/tuhaflıklarım/özelliklerim/ nöroçeşitliliğim ile ilgili olduğunda bilmesini ve/veya yapmasını istediğim “ilk 5” şey nelerdir ?

*Her zaman, her zaman, her zaman iyi niyetli olduğumu varsayalım.

*Kendimi diğer insanların yaptığı gibi savunamayacağımı anlayın, ancak bunun size benim hakkımda konuşmak zorundaymışsınız gibi hissettirmesine izin vermeyin. Sesimi öğrenin ve onu boğmadan yükseltmenin yollarını bulun

*Sözlerinizin, özellikle duygusal açıdan yüklüyse, siz söyledikten sonra saatlerce, bazen günlerce kafamda yankılandığını unutmayın. Bunu değiştirmek için tekrarları görmezden gelmeye çalışmaktan başka yapabileceğim çok az şey var

*Duygularım olduğunu ve görünür yüzeye nadiren ulaşsalar bile bunların son derece keskin ve çoğunlukla uzun süreli olduğunu bilin .

*Seni ifade edebileceğimden daha derinden seviyorum ve bunu yeterince sık söylemiyorum ya da göstermiyorum çünkü zaten bildiğini varsayıyorum.

Peki, benim otistik özelliklerim ile ilgili olan “en alttaki 5” (acil durumlara rağmen) Larry’nin bundan kaçınması durumunda yapmasını asla istemeyeceğim şeyler nelerdir?

  1. Kelimelerimi bulmaya çalışırken ama konuşmam normalde otistik olmayan bir kişiden beklenebileceğinden daha uzun sürdüğünde benden uzaklaşmayın.
  2. Beni hiçbir zaman, hiçbir yerde, hiçbir şekilde, herhangi bir nedenle zor durumda bırakmayın (kamuoyunda hakkımda yeni bir şeyler ortaya çıkarmayın).
  3. Alt metni okumamı ve okumadığımda üzülmemi beklemeyin; eğer bir şeyi yapmamı istiyorsanız bana doğrudan söylemeniz gerekir, dolaylı olarak değinmeyin veya suçluluk duygusundan dolayı bunu kendim yapmaya karar vermemi sağlamaya çalışmayın . ya da görev ya da merak.
  4. Asla ama asla birisini evime habersiz getirmeyin (evet, bu durumda burası “benim”, “bizim” değil).
  5. Otomatik olarak bir etkinliğin veya yeni aktivitenin benim için çok fazla olacağını veya eğlenceli olmayacağını varsaymayın; potansiyel olarak aşırı teşvik edici fırsatları geri çevirmeye karar vermeden önce önce bana sorun.

Nörotipik Ortak

Diğer taraftan, Sarah’nın kocası Larry olarak benim nörotipik olmamla ilgili olarak onun bilmesini isteyeceğim “en önemli 5” şey nedir?

  1. Her zaman, her zaman, her zaman iyi niyetli olduğunuzu varsayın. (Tanıdık geliyor mu?)
  2. Baskıcı bir pislik olmadığımı anlayın; ben sizin savunucunuzum, her zaman bana ait olmasalar bile sesinizi ve isteklerinizi destekliyorum.
  3. Şunu unutmayın, siz dilerseniz de ben söylediğim şeylerin, özellikle de zorlayıcı sözlerin üzerinde hiç durmuyorum veya bunların kaydını tutmuyorum. Seni seviyorum ve benimle kalan da bu.
  4. Duygularımı sık sık ve güçlü bir şekilde paylaştığımı bilin, bunu sizin için kolaylaştırmaya veya sizi incitmeye çalıştığım için değil, kişiliğimin bir parçası olduğu için yapıyorum.
  5. Sevgimi bir şeyler yaparak gösteriyorum ve her eylemden sonra teşekkür beklemiyorum.

Ve Sarah’nın asla yapmamasını umduğum “en alttaki 5” şey?

  1. Akıl sağlığı yürüyüşüne çıktığımda kendinizi kötü hissetmeyin. Bazen duygularım içimde kaynıyor ve nefes almam gerekiyor, bu yüzden bana alan bırakın. Seni terk etmiyorum, duygularımı olması gerektiği gibi düzenliyorum. Bu bir yürüyüş çünkü seni seviyorum.
  2. Benim için çileden çıkarıcı olsa bile, ihtiyacınız olan zamanı ayırmadan karar vermek için kendinizi asla zorlamayın.
  3. Söylediğim bir şeyi anlıyormuş gibi davranarak beni sakinleştirmeyin; eğer sözlerim kafa karıştırıcıysa, açıklama isteyin. Sinirlenmiş olabilirim ama yanlış iletişimin alternatif potansiyeli çok daha kötü. Konuştuğumda bunu niyetle yapıyorum ve anlamanız önemli.
  4. Başkalarıyla yapabileceğim etkileşimleri asla kıskanmayın Şu anda başka biriyle konuşuyor olmam seninle birlikte olmak istemediğim anlamına gelmiyor. Her zaman aklımdasın ve başarılı hissetmen için seni sohbete dahil etmenin yolları konusunda sürekli tetikteyim.
  5. Beni bir kaide üzerine koyma! Ben insanım! Ben bir robot değilim! Hatalar yapıyorum ve bu sorun değil. Bazen ben de çelişkili ya da kafa karıştırıcı olacağım -tıpkı sizin gibi- ama bu da geçecek.

Peki ya sen?

Şimdi senin sıran!

Romantizm arayan diğer nöroçeşitli çiftlerden veya bekar otistik/nörotipik kişilerden şunu bilmek isteriz: Partnerinizin sizin hakkınızda bilmesini isteyeceğiniz şeyler nelerdir? Partnerinizin öğrenmesi önemli olabilecek, dış dünyanızda ya da düşünme ve hissetme şeklinizle ilgili, yüzeyde pek net olmayan şey nedir?

Kaynak : https://www.psychologytoday.com/us/blog/what-say-next/202101/the-top-5-things-people-in-neurodiverse-couples-should-know

Sarah ve Larry Nannery

Bundan Sonra Ne Söylemeli?

Patrick Dwyer

Bir süre önce nöroçeşitlilik paradigmasının ne anlama geldiğine dair görüşümü anlatmıştım . Bu yazıdaki fikirlerim, yalnızca nöroçeşitlilik kavramı üzerine düşünenlere değil, aynı zamanda engelliliğin toplumsal modelini geliştiren düşünürlere de çok açık bir şekilde borçludur.

Aslında Judy Singer, nöroçeşitlilik fikrini öne sürmek için kullandığı orijinal tezinin yeni girişinde (1998/2016), sosyal modelin tezin “çerçevesini” sağladığına inanıyor. Ancak Singer, sosyal modelin tıp ve bilimden gelen içgörüleri göz ardı eden “kültçü, kökten dinci eğilimlere” sahip olduğunu da belirtiyor. Bu nedenle tez, otistik insanlar için “ne sosyal yapılandırmacılığın ne de biyolojik determinizmin” “yeterli” olduğunu ileri sürmektedir. Dolayısıyla Singer, nöroçeşitliliği sosyal modelle ilişkili, ancak ondan farklı olarak görüyor ve bu benim de katıldığım bir görüş.

Sosyal Model: Çok Uzak Bir Adım

Engelliliğin sosyal modeli, Birleşik Krallık’taki engelli savunucularının, daha doğrusu fiziksel engelli savunucuların çabaları sayesinde ortaya çıktı. Temel olarak, engelli kişiler ile sağlıklı kişiler arasındaki biyolojik farklılıklar olan engellilik ile toplumun yarattığı engelleri veya dezavantajları ifade eden engelliliği birbirinden ayırır . Model, fiziksel erişilebilirliği teşvik edecek tüm altyapının (tekerlekli sandalye rampaları, erişilebilir kapılar, erişilebilir tuvaletler vb. dahil) mevcut olduğu bir dünyada, fiziksel engelli kişilere tekerlekli sandalye sağlandığında engelli olmayacağını ima etmektedir, [1 ]ve eğer engelli kişi başkalarından olumsuz veya damgalayıcı bir yargıya maruz kalmadıysa. Kişinin bir engeli var ama bu engel toplumdan kaynaklanıyor. Bu durum Engelliliğin Temel İlkeleri’nin (1976) aşağıdaki paragrafında ifade edilmektedir :

“ ‘…Bize göre bedensel engellileri sakat bırakan toplumdur. Engellilik, gereksiz yere izole edilmemiz ve topluma tam katılımdan dışlanmamız yoluyla engelliliklerimize ek olarak empoze edilen bir şeydir. Dolayısıyla engelliler toplumda ezilen bir gruptur.’ Bunu anlamak için, fiziksel engel ile bu tür bir engeli olan kişilerin ‘engellilik’ olarak adlandırılan sosyal durumu arasındaki ayrımı kavramak gerekir. Bu nedenle sakatlığı, bir uzvun bir kısmının veya tamamının olmaması veya bir uzvun, organın veya vücut mekanizmasının kusurlu olması olarak tanımlıyoruz; ve engelliliği, fiziksel engeli olan kişileri hiç dikkate almayan veya çok az dikkate alan ve bu nedenle onları ana akım sosyal faaliyetlere katılımdan dışlayan çağdaş bir sosyal organizasyonun neden olduğu dezavantaj veya faaliyet kısıtlaması olarak tanımlayabiliriz.”

Bu model şüphesiz onu geliştirenler için muazzam bir değere sahipti, ancak belki de gerçekliği anlamaya yönelik bilimsel bir girişimden ziyade politik bir araç olarak var. Nitekim sosyal model tarihinin önde gelen isimlerinden Mike Oliver (2013) , sosyal modelin “insanların hayatlarını iyileştirmeye yönelik bir araçtan başka bir şey” olmadığını iddia ediyor. Sosyal model, odağı fiziksel bozukluklardan engelliliğe yönelik toplumsal tepkilere kaydırmayı amaçladı; çünkü toplumsal engelleri ortadan kaldırmak, fiziksel engelli insanların yaşamlarını iyileştirmek için genellikle fiziksel bozuklukları kendilerinin ortadan kaldırmaya çalışmaktan çok daha etkili bir yaklaşımdır.

Bununla birlikte, sosyal modeli geliştirenler onu siyasi bir araç olarak değil, bir engellilik “modeli” olarak tanıtmayı tercih etmişlerdir. Bu durum, modelin bir model olarak ele alınmasına ve iddialarının dünyanın durumu hakkındaki gerçek iddialardan daha az bir şey olarak görülmemesine yol açmıştır. Dahası, Singer’ın da belirttiği gibi, sosyal model “köktenci” bir karakter geliştirmiştir. Bir ideoloji ve ortodoksi haline geldi. Shakespeare ve Watson (2001, s. 11) sosyal modelin “kutsal inek” niteliğine büründüğü ve engelli aktivistlerinin akranlarından bu modelin ilkelerini bir “inanç” olarak kabul etmeleri yönünde baskı gördükleri konusunda sert bir uyarıda bulunmaktadır.

Ancak fiziksel engeli olan kişiler için sakatlık çok gerçektir ve bazen ilgiyi-ddesteği hak eder. Yaralanmalardan sonra rehabilitasyon girişiminde bulunmamalı mıyız? Elbette denemeliyiz. Ya da Shakespeare ve Watson’ın şakayla karışık önerdiği gibi (2001, s. 16), yeni engellerin oluşmasını önlemeye çalışmayı bırakıp yol güvenliği, araç kontrolü-güvenliği ve benzeri konuları unutmalı mıyız? Açıkçası, unutmamalıyız. Ne yazık ki sosyal model, tüm engelliliğin toplumdan kaynaklandığı gibi radikal bir pozisyon alarak kendisini çok kolay çürütülebilir hale getirmiştir ve hatta sosyal modele bağlılığın savunucular için bir kazançtan ziyade bir yükümlülük haline gelme riski taşıdığı bile iddia edilebilir. Bu nedenle, bazı bağlamlarda, sosyal modelin biyolojiyi dışlayarak sosyal yapıya tek başına odaklanması yararlı değildir. Sosyal model bizi sosyal inşacılık yönünde çok ileri bir adım attırmıştır.

Neyse ki “nöroçeşitlilik” terimi öyle bir evrim geçirdi ki artık nöroçeşitlilik hareketi ile nöroçeşitlilik paradigması arasında net bir ayrım yapabiliyoruz (Walker, 2014). Dolayısıyla, sosyal modeli politik bir araç ve dünyayı tanımlayan bir paradigma olarak kullanmak arasında kalan fiziksel engelli savunucularının aksine, dikkatli olursak nöroçeşitliliğin iki anlamını birbirinden ayrı tutabiliriz. Nöroçeşitlilik paradigması dünyayı anlamaya yönelik bir girişimdir; nöroçeşitlilik hareketi ise dikkatleri nöroçeşitliliğin olumsuz yönlerinden olumlu yönlerine ve daha da önemlisi nöroçeşitliliğin kendisinden nöroçeşitliliği engelliliğe dönüştüren sosyal bağlamlara kaydırarak nöroçeşitliliğe sahip kişilerin marjinalleştirilmesine ve baskı altına alınmasına son vermek için kampanya yürüten sosyal ve siyasi bir harekettir.

Nöroçeşitlilik paradigmasının taraftarları, nörobiyolojik gerçekliğin aşırı inkarına ve sosyal inşa süreçlerine özel bir odaklanmaya kendimizi adamadığımızı her zaman açıkça belirtmişlerdir. Bireyin içindeki farklılıklara yönelik müdahalelere de karşı değiliz. Singer’in toplumsal modelin “köktenci eğilimlerini” kınamasının yanı sıra, Ne’eman’ın (2010) yorumlarını da aktarabiliriz :

“Bu, otistik olmakla ilgili birçok zorluğu iyileştirmeye çalışmamamız gerektiği anlamına mı geliyor? Tabii ki değil. Bunun anlamı, öncelikle çabalarımızı, fayda sağlamayı amaçladığı birçok insan için rahatsız edici olan otizmi ‘tedavi etme’ gibi daha geniş, belirsiz bir kavram yerine, karşılaştığımız gerçek zorluklara yöneltmemiz gerektiğidir. İkinci olarak, karşılaştığımız sorunların çoğu zaman engelliliğin kendisinden ziyade sosyal engeller olduğu gerçeğini her durumda göz önünde bulundurmalıyız. Bir kişi kaygıyla karşılaştığında, bu zorluğun üstesinden gelmek için bir yöntem arayalım; ancak cevap ilaç veya başka bir tıbbi çözümle sonuçlansa da, bu zorlukla karşı karşıya kalan çoğu kişi için tıbbi yaklaşımlar yerine sosyal yaklaşımlar daha etkili olabilir.”

Burada Ne’eman kesinlikle sosyal bağlama daha fazla odaklanılması gerektiğini savunuyor ancak kişiyi değiştirmeye yönelik herhangi bir müdahaleyi reddetme konusunda oldukça açık bir şekilde duruyor. Diğer otistik insanlardan da benzer sözler aktarabilirim.

Benim nöroçeşitlilik paradigmasına ilişkin yaklaşımım da bir istisna değil.

Kişinin fiziksel veya sosyal bağlamını değiştirmeye yönelik bir müdahalenin kişiyi değiştirmeye çalışmaktan daha faydalı ve daha az zarar verici olup olmayacağını değerlendirmenin önemini vurgularken sosyal modelden etkilenmiş olsam da, kişiyi değiştirmeye yönelik bir müdahalenin doğru yaklaşım olacağı pek çok durum olduğuna inanıyorum ve bunu belirttim.

Aynı şekilde, “engelliliği” birey ve toplum etkileşimi içinde konumlandırma kararımda sosyal modelden güçlü bir etki bulunabilirken, sosyal modelin emirleri uyarınca engelliliği yalnızca toplum içinde konumlandırmamayı oldukça bilinçli bir şekilde seçtim. Bireyin özelliklerinin engellilikte önemli bir rol oynadığına inanıyorum ve belirli bir farklılığın engelleyici olmadığı bir toplum bulmak için çok ama çok düşünülmesi gereken durumlar olabilir[3].

Bozukluğun Dili

Sosyal model ile nöroçeşitlilik paradigması arasındaki diğer bir ayrım, benim kabataslak çizdiğim şekliyle, bozulma ve farklılık dilindedir. Sosyal model, daha önce de belirtildiği gibi, başlangıçta fiziksel engelli kişiler tarafından ve onlar için geliştirildi. Bu bağlamda engellilerle engelliler arasındaki gerçek farklılıkları “bozukluklar” olarak tanımlamak mantıklıydı. Bu bağlamın dışında, daha az anlam ifade eder.

Sağır topluluk örneğini ele alalım. Sağır bir kişinin bakış açısından, sağırlık bir engel değildir. Evet, Sağır insanlar duyamaz veya konuşma diliyle kolayca iletişim kuramazlar, ancak çoğu işiten insanın (itiraf ediyorum, ben de dahil) herhangi bir işaret dilinden tamamen habersiz olduğu da aynı derecede doğrudur. Eğer beni sağır insanlardan oluşan bir gruba koyarsanız, tartışılanları takip etmekten tamamen aciz olurum ve çılgınca bir şeyler karalayarak ya da yazarak iletişim kurmak zorunda kalırım ki bu da verimsiz bir yaklaşımdır. Tam olarak kim engelli?

Bozukluk kavramı da pek çok nörotipte işe yaramamaktadır. Açıkçası, eğer bir kişi herhangi bir yöntemle iletişim kuramıyorsa (ne işaret dili, ne konuşma dili, ne de daktilo dahil herhangi bir AAC biçimi), o zaman engelli demektir. Peki ya “bozuklukları” belirli bir alana alışılmadık derecede yoğun ilgi duymaları ise? Özel bilgiye sahip olmak nasıl bir engelliliktir? Aslında, birçok zihinsel farklılığın bağlama bağlı olarak bir güç veya zayıflık olabileceğini iddia edebiliriz: DEHB’nin sınıfta bu kadar engelleyici olan dikkatsiz yönleri, spontanlık gerektiren bir ortamda bir avantaj olabilirken, iftiracıların dünyasında bu kadar engelleyici olabilen otistik dürüstlük, gerçekten ahlaki bir dünyada bir avantaj olabilir[4].

Bu nedenle, bozukluk terminolojisi, genel bir sakatlık teorisi ya da spesifik bir nörodiverjan sakatlık teorisi olduğunu iddia eden herhangi bir teoriye uygun değildir. Bu nedenle ve “nöro çeşitlilik” fikrinin kendisine uygun olarak, sosyal modelin “bozulma” olarak adlandırdığı şeyi tanımlamak için sadece “farklılık”, “varyasyon” veya “nörodiverjans” gibi terimleri kullanıyorum.

Dipnotlar

[1] En azından bu altyapı, engelli kişiye herhangi bir görevi yerine getirirken özel bir rahatsızlık yaratmayacak kadar etkili olsaydı. Pratikte doğru olma ihtimalinin düşük olduğunu kabul ediyorum ama burada teoriyi tartışıyoruz.

[2] Otistik topluluğun kendi ”kutsal inekleri” vardır. Neyse ki, bunlar henüz dogmatik derecede dar bir nöroçeşitlilik modeline bağlılığı içermiyor; belki de kavram şekilsiz kaldığı için, savunucular “nöroçeşitliliğe” bağlılıklarını beyan etmekte ve uygun gördükleri şekilde yorumlamakta özgürdürler. Bununla birlikte, pek çok otistik topluluk açıkça tüm üyelerinden “ABA”nın kötülüklerini kınamalarını veya en azından onu desteklemekten kaçınmalarını talep ediyor ki bunun çok talihsiz bir durum olduğuna inanıyorum .

[3] Örneğin herhangi bir iletişim eksikliğini ele alalım. AAC ve işaret dilinin kullanım alanları vardır, ancak bir bireyin ne konuşma dili, ne AAC, ne de işaret dili varsa, o zaman onun engelli olmadığı bir toplum hayal etmek çok zordur.

Öte yandan, belirli bir engelliliğin toplum tarafından nasıl yaratılmadığını hayal etmenin zor olduğu durumların da olduğu da aynı derecede doğrudur. Kadınlar biyolojik olarak erkeklerden farklıdır ve bazı İslami teokrasilerde kadınlar engellidir çünkü toplumdaki konumları açıkça erkeklerinkinden daha aşağıdadır, ancak bunun daha çok mevzuatın varlığı gibi bu kadınların etrafındaki sosyal bağlamla ilgisi vardır. kadın ve erkek arasındaki biyolojik farklılıklardan ziyade, kadınları kocalarının ve erkek akrabalarının “vesayeti” altına yerleştiren bir durumdur.

[4] Her koşulda yalan söylemeyi yasaklayan kategorik zorunluluk fikrini ortaya atan büyük filozof Kant, otistik olabilir. Aslına bakılırsa, modern ahlak felsefesinin çoğunun temelleri olan, deontolojizm ve faydacılığın büyük figürleri olan Kant ve Bentham’ın her ikisi de otistik olabilir.

Referanslar

Ne’eman, A. (2010). Otizm savunuculuğunun geleceği (ve geçmişi) veya ASA’nın dergisi The Advocate’in bu makaleyi neden yayınlamadığı. Engellilik Çalışmaları Üç Aylık Bülten , 30 (1). https://doi.org/10.18061/dsq.v30i1.1059

Oliver, M. (2013). Engelliliğin sosyal modeli: Otuz yıl sonra. Engellilik ve Toplum , 28 (7), 1024–1026. https://doi.org/10.1080/09687599.2013.818773

Singer, J. (2016). NöroÇeşitlilik: Bir fikrin doğuşu . Kindle’ın baskısı. Orijinal eser 1998’de yayınlandı

Shakespeare, T. ve Watson, N. (2001). Engelliliğin sosyal modeli: Modası geçmiş bir ideoloji mi? SN Barnartt ve BM Altman’da (Ed.), Teorileri Keşfetmek ve Metodolojileri Genişletmek: Neredeyiz ve Nereye Gitmemiz Gerekiyor (s. 9–28). Zümrüt Grubu. http://dx.doi.org/10.1016/S1479-3547(01)80017-8

Walker, N. (2014, 27 Eylül). Nöroçeşitlilik: Bazı temel terimler ve tanımlar. Nörokozmopolitizm . http://neurocosmopolitanism.com/neurodiversity-some-basic-terms-definitions/ adresinden alındı.

İletişim, nörodivergent olanları anlamanın ve onlara yardım etmenin anahtarıdır.

Çeviren Editör: Sebahattin Sumeli

ANAHTAR NOKTALARI

  • Nörodivergent insanlar genellikle farklı şekilde iletişim kurarlar.
  • İletişim tarzlarımızın farkında olmak danışanlarınızla daha iyi etkileşim kurmamıza yardımcı olabilir.
  • Nörodivergent olan birçok insan için küçük konuşmalar ve dedikodular doğal değildir ve rahatsız edicidir.
  • İletişim şeklimiz diğer insanlarla bağlantı kurma yeteneğimizi etkiler.

İletişim başkalarını anlamanın anahtarıdır ve anlaşılmak birçok insanın kendini güvende, değerli ve önemsendiğini hissetmesini sağlayan bir şeydir. Hümanist danışmanlığın kurucusu Carl Rogers, insanların derinden dinlendiğini, anlaşıldığını ve inanıldığını hissetmelerinin, özellikle travma veya zor yaşam olaylarından uzaklaşırken bunun onlar için nasıl dönüştürücü olabileceğini yazdı .

“İnsan derinden dinlendiğini anlayınca gözleri nemlenir. Sanırım gerçek anlamda sevinçten ağlıyor. Sanki “Tanrıya şükür biri beni duydu. Birisi ben olmanın nasıl bir şey olduğunu biliyor” diyormuş gibi -C. Rogers

Nörofarklı bir kadın ve terapist olarak, anlaşıldığımda veya birisi beni ‘anladığında’ büyük bir rahatlama ve huzur hissediyorum. Bu nadir görülen bir durumdur ve yaşlandıkça ve nöroçeşitlilik ve ilişkiler konusunda eğitim aldıkça bunun neden daha fazla olduğunu anlıyorum. Nörolojim, dünyayı çoğu insandan farklı şekilde iletişim kurduğum ve deneyimlediğim ve toplumun genel olarak farklılıklarla pek iyi baş edemediği anlamına geliyor. Bu yelpazedeki pek çok insan için en sinir bozucu şeylerden biri, deneyimlerimize her zaman inanılmaması veya anlaşılmamasıdır, çünkü bunlar genellikle normlardan farklıdır.

Otizm Spektrum Bozukluğu olan birçok kişinin iletişim şekli de farklıdır ve bazı insanlar bunu komik, tuhaf ve ilginç bulurken diğerleri bunu kaba, ani veya saldırgan bulabilir. İletişim tarzımın doğrudan ve dürüst olduğunu öğrendim, ancak yine de bu bazıları için oldukça rahatsız edici ve benim için anlaşılması ve değiştirilmesi zor. Sosyal incelikler ve havadan sudan sohbetler çoğu zaman insanların ne demek istediklerini söylememelerini ve gerçekten önemsedikleri şeyler hakkında konuşmamalarını gerektirir, bu benim için rahatsız edici. Bu aynı zamanda spektrumda tanıştığım birçok insan ve danışanlarımın çoğu için de rahatsız edici görünüyor; spektrumdaki bazılarımıza bu tür davranışlar biraz anlamsız ve basmakalıp görünebilir.

Son zamanlarda geçmiş tanıdıklarımı, geçmiş deneyimlerimi ve bazen konuşmalarımın sıkıcı ve sıkıcı olduğunun bana nasıl söylendiğini düşünüyordum . İroni şu ki, çoğu zaman bunların oldukça sıkıcı olduğunu düşünürdüm ama bunu söylemeyecek kadar kibardım. Bu etkileşimde kim kaba davrandı? Geriye dönüp baktığımda bazılarının beni neden sıkıcı bulduğunu artık tamamen anlıyorum. Burda, belirli ilgi alanları hakkında konuşuyor olabilirim ve belirli konularla ilgili küçük ayrıntılara aşırı takılıp kalabilirim, diğerleri ise oldukça genel bir şekilde kıyafetler ve futbol hakkında tartışmayı seviyor olabilir.

Ne zaman bir danışanın bana yoğun olarak tanımlandığını (sanki bir sorunmuş gibi) duysam bir üzüntü duyuyorum çünkü gördüğüm şey parlaklık, tutku, zeka ve coşku. Danışanlarımın her birinin muhteşem olduğunu düşünüyorum. Daha az canlı olanları rahat ettirmek, kendi içindeki canlılığı donuk hale getirmeye çabalamaları beni üzüyor. Canlılığın ve coşkunun övülmesi ve kutlanması gerektiğini düşünüyorum. Yoğun sosyal etkileşimler ve konuşmalar genellikle sosyal açıdan uygunsuz kabul edildiğinden, pek çok parlak ışık ve coşkulu gerçeği arayanlar susturulacak ve daha sıklıkla yaralanacak, ötekileştirilecek ve yabancılaştırılacaktır.

Teşhisi ilk aldığımda danışmanlığı bırakmam gerektiğini düşündüm. Danışmanlık forumunun çalışanlarından biriyle konuştum ve nasıl hissettiğim ve neden işi bırakmam gerektiğini düşündüğüm konusunda oldukça dürüsttüm. İletişim tarzım doğrudan ve dürüst olduğundan ve sadece otistik veya nörodivergent kişilerle çalışmak istediğimden ayrılmam gerektiğini düşündüğümü söyledim .

‘Normal’ insanlara karşı ayrımcılık yapılmasından endişe duyduğumu ama benim gibi olanlarla çalışmayı tercih ettiğimi söyledim. Aspie beynimde ‘normal’ olanları reddetmek yanlış ve adaletsizdi. Kadın harikaydı ve beni yönlendirdi ve beni seçici olmaya ve yalnızca birlikte çalışırken rahat hissettiğim danışanları kabul etmeye odaklanmaya teşvik etti. Bu bir aydınlanmaydı ve kariyerimin en iyi kararıydı . O sıcak kalpli kadına ve o günkü nazik bilgelik dolu sözlerine büyük şükranlarımı sunuyorum .

Ne kadar çok otistik insanın etkileşime girdiği ve iletişim kurduğu konusunda fark ettiğim ana şeylerden biri, bunun bir amacı olmasını istediğimizdir. Birçoğumuz bundan bir şeyler, genellikle bilgi veya içgörü kazanmak istiyor gibiyiz. Nörolojik olarak tipik olan birçok insan için sosyal olmak hedefin kendisidir; sosyalleşmek için sosyalleşmek. Bunda yanlış bir şey olmasa da, yelpazedeki pek çok insanın bunu değerli bir uğraş olarak veya yalnız kalıp kendi işini yapmanın tercihli olup olmadığı konusunda kararsız kaldığından şüpheleniyorum.

Sinirsel ıraksak olan kişiler hakkında, saçmalıklara karşı toleransımızın düşük olduğu, genellikle kaba olarak görülen açık sözlülüğümüzde ani, keskin ve incitici olabileceğimizin söylendiğini duydum. Dedikoduyu kaba buluyorum. Diğer insanları yaşam tarzlarına, görünüşlerine ve kişisel tercihlerine göre yargılamayı saçma buluyorum ve nörolojik açıdan farklı insanlarla ne kadar çok çalışırsam, onların birçok kültürel ve toplumsal norm için ne kadar az zamanları ve enerjileri olduğunu o kadar çok görüyorum ki. Ayrıca onları iletişim tarzları nedeniyle yanlış anlaşılan insanlar olarak görüyorum ve onların şimdiye kadar tanıştığım en iyi kalpli, empatik ve sevimli insanlardan bazıları olduğuna inanıyorum .

Benim için anlamlı iletişim, başarılı olduğum şeydir. İşimi seviyorum, danışanlarıma bayılıyorum ve onların iletişim biçimleri benim için mükemmel. Benim işim, onların iyi hayatlar yaşamalarına ve bize daha az canlı-aktif olmamızı söyleyen bir dünyada harika kişiliklerini kabul etmelerine yardımcı olmak. Belki birçoğumuz az olmayı bırakmalı, bizim gibi olmayanlar da arada bir daha çok olmaya çalışmalı.

“Bu dünyada yapabileceğiniz en önemli şeylerden biri insanlara yalnız olmadıklarını göstermektir.” -Shannon L. Alder

Kaynak : https://www.psychologytoday.com/us/blog/the-neurodivergent-therapist/202201/communication-styles-counseling-and-neurodiversity

Louise Taylor Nörodiverjan Terapistinitelikli bir danışman ve ekoterapisttir. 

“Düzeltmekten” kucaklamaya giden inişli çıkışlı yol.

ANAHTAR NOKTALARI

  • Birçok ebeveyn, çocuklarına teşhis koyma yolculuğuna onları “düzeltme” arayışıyla başlar.
  • Nöroçeşitlilik paradigması tüm insan çeşitliliğine değer verir, ancak sıkıntıları tedavi etmeyi dışlamaz.
  • Çocuğunun benzersiz nörolojisini benimsemek, hem ebeveynler hem de çocuklar için daha iyi sonuçlara yol açar.

March of the Penguins’i (İmparatorun Yolculuğu )belgeselini izlediğimde 36 yaşındaydım ve bu tatlı belgesel, sevilecek kendi küçük bebeğimi yaratmam için içimdeki bazı yaşam güçlerine ilham verdi. Oğlum prematüre doğduğunda sadece iki aylığına klinik psikolog olarak ruhsatlıydım. Oğlumun doğum kanalında mahsur kaldıktan ve 20 dakikalık canlandırma gerektirdikten sonra dünyaya gelişi benim için dehşet vericiydi.

Bu, yıkımdan amaç ve umuda uzanan 16 yıllık yolculuğun başlangıcıydı. Tipik gelişim yolundan sapma olduğunda birçok ailenin yaşadığı bir yolu bir şekilde ben de yaşamıştım. Beklentilerdeki değişim aileleri korku , kafa karışıklığı ve bazen de umutsuzluk uçurumuna sürükleyebilir . Çocuğunuzun geleceğine ilişkin korkunç tahminler çoğu zaman ebeveynleri çocuklarını “kurtarmak” için umutsuz bir arayışa sürükler.

Oğlumun ilk yılları terapi ve doktorlarla doluydu; baskı altında ve amansızca riskli hissettiren bir “tamir” zihniyetiyle gölgelenmişti. Oğlumun olabileceği -benimde istediğim – kişiyi yaratmak için her gün hayati önem taşıyordu ve herhangi bir hastalık, direnç veya aksilik, onun gelişimsel ilerlemesini geciktirdiği için bize felaket gibi geliyordu.

Hadi/Adobe Hisse Senedi

Kaynak: Hadi/Adobe Stock

Oğlumu “iyileştirmeye”, onu maksimum potansiyeline ulaşacak bir rotaya sokmaya kararlıydım. Kesintisiz, kendi kendini yöneten oyun gibi uygulamaya hazır olduğum tüm RIE – Bebek Eğiticileri için Kaynakları – ilkelerini unutmalıydım. Artık farklı bir yoldaydım ve kaybedecek zaman yoktu. Erken ve yoğun müdahaleye ilişkin baskın protokolle iyi bir arkadaşlık içerisindeydim.

O zamandan bu yana pek çok çift ve engelli çocukları olan ebeveynlerin yanı sıra birçok otistik genç yetişkinle de çalıştım , ancak nöroçeşitlilik hareketiyle tanışmam beş yıl öncesine kadar mümkün değildi. Otistik toplumun yaşanmış deneyimi beni dönüştürdü, onların iç dünyalarını gururla paylaştım ve bizi beynimizdeki zamanın başlangıcından bu yana var olan doğal farklılıkları desteklemek için paradigmayı değiştirmeye karar verdim.

Engelliliğin tıbbi modeli bize kişinin bozuk olduğunu ve bireyin semptomlarının tedavi edilmesinin zorunlu olduğunu öğretir. 1980’lerde, fiziksel engelli savunucular “sosyal engellilik modeli” terimini icat ettiler ve odak noktası, insanların yalnızca kendilerini engelli yapan sistemik engeller nedeniyle engelli olduklarını ileri sürerek engelliliğe yönelik toplumsal tepkilere kaydı. Ancak “nöro çeşitlilik” terimini ortaya atan Judy Singer’e göre sosyal model “fundamentalist” bir karaktere bürünmüş ve yalnızca engellilik deneyiminin sosyal inşasına odaklanmış ve biyolojinin gerçekliğini görmezden gelmiş gibi görünmektedir (Singer, 2016). Nöroçeşitlilik paradigması , birçok yanlış anlaşılmaya rağmen hem tıbbi hem de sosyal modelleri kapsayacak şekilde tasarlanmıştır (Dwyer, 2018).

Nöroçeşitlilik hem bir paradigma hem de bir hareket haline geldi.

Paradigma, hiçbir tür beyin bağlantısının “doğru” veya “üstün” olmadığını ve insan varyasyonunun büyük bir değere sahip olduğunu ileri sürer (Walker, 2014). Hareket, farklılıklarını engelli hale getiren toplumsal yapılara odaklanarak nörofarklı insanların marjinalleştirilmesine son vermeye odaklanan sosyal ve politik bir harekettir. TEMELLER

Nöroçeşitlilik hareketi, otizmin bir hastalık değil, evrimsel kökenlerimizden beri var olan beyin bağlantılarındaki doğal bir farklılık olduğunu öne sürüyor. Teşhisle birlikte ortaya çıkan, destek ve uyum gerektiren engeller olsa da çoğu otistik kişi “iyileşmek” istemez. Benzersiz ve güzel varoluş tarzlarından asla vazgeçmezler. Ancak bu, genellikle duyusal düzeyde otizmle ilişkili acıları hafifletmek ve otistik insanların yaşam kalitesini iyileştirmek için çalışamayacağımız anlamına gelmez. İhtiyaç duyulan yerde bakım kolaylaştırmaları- zenginleştirmeleri amaçlayan tıbbi ve sosyal modellerin bir sentezi, hâlâ tüm insan çeşitliliğinin olumlu değerini ortaya koyabilir.

Iryna Spodarenko/iStock

Kaynak: Iryna Spodarenko/iStock

20 yılı aşkın bir süredir çiftlerle çalışırken, birçok ailenin ebeveynlik felsefesinde birleşmeye çabaladığını gördüm . Sorunu düzeltme modundan çıkıp nöro-onaylayıcı bakımı benimseyen ebeveynlerin, ebeveynliğin zevklerini deneyimleme ve çocuklarının gelişebileceği konusunda daha umutlu olma olasılıkları önemli ölçüde daha yüksektir. Tüm ebeveynler çocukları için daha kolay bir yaşam ister ve tüm çocuklar kendi özgün benlikleriyle görülmek ve kabul edilmek ister. Ebeveynlerden birinin korkuya hapsolması ve istemeden çocuğunun kimliğini bastırması durumunda gerilim ortaya çıkar , bu da evliliklerinde çekişmelere ve çocuklarında kendinden nefret etmeye neden olur.

Nöroçeşitlilik paradigması, çocuklarımızın mücadelelerini desteklerken aynı zamanda onların temel benliklerini de doğrulayabilmemiz için ileriye dönük bir yol sunuyor. Çocuklarının teşhislerini benimseyen ve otizmli kişilerin yaşadıkları deneyimlerden ders alan ailelerin, daha uyumlu, tatmin edici ilişkiler, çocuklarının görüldüğü ve değer verildiği zenginleştirilmiş, sevgi dolu bir ortam oluşturacaklarına yürekten inanıyorum. Çocuklarımızın iç dünyalarına kapılar açabilen otizmli yetişkinlerden öğreneceğimiz çok şey var. Hikayelerinin umudu ve gücü, yeni nesil otistik bireyleri ve onları seven bakıcıları bilgilendirebilir ve onlara ilham verebilir.

Referanslar

Şarkıcı, J. (2016). Nöroçeşitlilik: Bir fikrin doğuşu. Kindle’ın baskısı. Orijinal çalışma 1998’de yayınlandı.

Dwyer, P. (2018, 1 Ekim). Sosyal Model ve Nöroçeşitlilik. Otistik Akademisyen. http://www.autisticscholar.com/social-model-neurodiversity/ .

Walker, N. (2014, 27 Eylül). Nöroçeşitlilik: Bazı temel terimler ve tanımlar. Nöroqueer. http://www.neuroqueer.com/neurodiversity-terms-and-definitions/ .Referanslar

Debra Brause, Psy.D.’nin Studio City, CA’da özel bir muayenehanesi var. Nörodiverjanslı bir gencin annesidir ve nörodiverjanslı çocukları yetiştiren ebeveynlerle çalışma konusunda uzmanlaşmıştır.

Çeviren Editör: Sebahattin Sumeli

Nöroçeşitlilik, otizm ve diğer gelişimsel veya öğrenme koşullarının ”tedavi edilecek hastalıklardan” ziyade kucaklanması gereken farklılıklar olduğu fikrine dayanan bir terimdir (ve bir harekettir). Nöroçeşitlilik hareketi öncelikle otizm etrafında yoğunlaşıyor ancak diğer koşulları da kapsıyor. Bu durum tartışmasız değildir, çünkü spektrumun en ciddi ucunda yer alan aileler sıklıkla destek ve tedavi için mücadele etmekte ve tıbbi olmayan bir modelin hem tedaviyi hem de durumun altında yatan genetik araştırmaları caydırabileceğinden endişe duymaktadır.

Nöroçeşitlilik paradigması, yelpazedeki bazı kişilerin sahip olduğu yeteneklerle örtüşüyor. Otizmli kişilerin hafıza, hatırlama veya matematik konularında güçlü yetenekleri olabilir. Organizasyon ve detaylara dikkat etme konusunda üstün olabilirler. Bazıları her zaman büyüleyici olan savant sendromuna bile sahip olabilir.

Bu sayfada

Nöroçeşitlilik nedir?

Nöroçeşitlilik , popülasyonda beyin fonksiyonundaki çeşitliliğin var olduğu fikridir . Otizm ve DEHB gibi farklılıklar insanlık tarihi boyunca var olmuştur ve hatalı sinir devrelerinden kaynaklanmamaktadır. Nöroçeşitlilik, otizmi bu şekilde görmek yerine, farklı bir düşünme ve davranış biçimi olarak benimsiyor.

Nöroçeşitliliğin savunucuları, toplumun damgalamayı ortadan kaldırmak, uyum sağlamak ve otizmli kişilerin topluma katkıda bulunabilecek kapasitede olduğunu tamamen kabul etmek için çalışması gerektiğine inanıyor. Bu paradigma, otizmi tedavi edilmesi veya tedavi edilmesi gereken bir hastalık olarak gören tıbbi modele zıtlık göstermektedir.

Bu terim, kendisi de otistik olan Avustralyalı sosyolog Judy Singer tarafından icat edildi. 1990’ların sonlarından itibaren Amerikalı gazeteci Howard Blume tarafından popüler hale getirildi. Nöroçeşitlilik öncelikle otizmi ifade etse de, nöroçeşitlilik ve Tourette sendromu, epilepsi, disleksi ve bipolar bozukluk hakkında da konuşmalar var . Farklı düşünmenin faydaları nelerdir?

Düşünce farklılıkları tarih boyunca insanlığın bilim ve sanatta ilerlemesine yardımcı olmuştur. Herkes bir sorun hakkında aynı şekilde düşündüğünde, otizstik biri soruna farklı şekilde yaklaşabilir ve çözümü belirleyebilir.

Otizmin kalıplarına, sistemlerine ve rutin özelliklerine takılıp kalmak işyerinde değerli olabilir. Yüksek işlevli otizmi olan kişiler, örneğin yazılım testi veya kalite kontrol pozisyonlarında mükemmel olabilirler. Nöroçeşitlilik neden tartışmalıdır?

Otizm topluluğunda nöroçeşitlilik etrafında, otizmin çeşitli doğasından kaynaklanan bir gerilim var. Nöroçeşitliliğin savunucuları, genellikle yüksek işlevli otizmli yetişkinler, otizmli bireylerin oldukları gibi kabul edilmesi gerektiğini savunuyorlar. Bu durumu bir hastalık olarak ele almak ve çocukları özgün benliklerini bastırmaya eğitmek yanlış olduğunu ve insanlıktan çıkarıcı olduğunu vurguluyorlar

Nöroçeşitliliğin muhalifleri ise genellikle ağır otizmli kişilerin aile üyeleridir. Otizmin bir engellilik olduğuna ve ağır otizmli kişilerin ve sevdiklerinin acılarını hafifletmek için tedavinin-sağlığın kritik önem taşıdığına inanıyorlar. Otizmi nörolojik bir farklılık olarak kabul etmek, günlük olarak yaşadıkları zorlukları baltaladığını düşünüyorlar.

Bazıları iki perspektif arasında bir denge olduğuna inanıyor . Bilim adamları ve klinisyenler otizm için etkili ve uygun fiyatlı tedaviler geliştirmeye devam etmelidir. Aynı zamanda toplum damgalamayla mücadele etmeli ve okulları, ofisleri ve konutları daha uygun hale getirmelidir. Savant nedir?

Savant sendromu, otizmli veya başka bir engeli olan bir bireyin belirli bir alanda olağanüstü becerilere sahip olmasıdır. Örneğin, bir bilgin yetenekli bir klasik müzisyen olabilir veya bulmacaları son derece hızlı bir şekilde tamamlayabilir. Bir savantın yeteneğinin bir açıklaması, hafızayı desteklemek için ek beyin bölgelerinin organize olması ve yeniden düzenlenmesidir.

Rain Man filminin ilham kaynağı olan Kim Peeks de bu teoriye uyuyor. Peeks olağanüstü bir hızla okuyor: Bir kitabın her iki sayfasını da aynı anda, her birini tek gözle, içeriği mükemmel bir şekilde akılda tutarak okuyor. Ayrıca yön ler, tarih, politika ve spor istatistikleri konusunda inanılmaz bir hafızası vardı. Peeks’te beynin iki yarıküresi arasındaki iletişimi kolaylaştıran korpus kallosum yoktu. Okumanın kökeni genellikle sol yarıkürededir, ancak Peeks bu yeteneği her iki yarıkürede de geliştirmiş olabilir ve bu da onun savant yeteneklerine yol açmış olabilir.Otizmde savant sendromu ne kadar yaygındır?

Savantlar popüler hayal gücünü yakalar ve genellikle filmlerde, TV şovlarında ve kitaplarda tasvir edilir. Savant sendromlu kişilerin yaklaşık yarısında otizm vardır, ancak otizmli kişilerin yalnızca yüzde 10’u savanttır. Kavram, spektrumdakilerin medya tasvirlerinde aşırı temsil edilebilir.İki kere istisnai ne anlama geliyor?

İki kez istisnai veya 2E, hem entelektüel açıdan yetenekli hem de öğrenme veya gelişimsel zorluk yaşayan çocukları veya yetişkinleri ifade eder. Bu durum otizmli, DEHB’li veya disleksili kişiler için geçerli olabilir.

Bir kişinin durumu bir engelliliği maskeleyebilir veya bir engellilik, kişinin yaşadıklarını maskeleyebilir. Bir çocuğun okulda iki kez istisnai olarak tanımlanması veya bir yetişkinin hayatının ilerleyen dönemlerinde teşhis aramaya karar vermesi durumunda, her ikisinin de kabul edilmesi bireylerin destek veya hizmet bulmasına yardımcı olabilir.

Öncelikle paradigma tanımını yaparak başlayalım. “ Paradigma sadece bir fikir ya da yöntem değildir. Paradigma bir dizi temel varsayım ya da ilke, kişinin belirli bir konu hakkında nasıl düşüneceğini ve konuşacağını şekillendiren bir zihniyet ya da referans çerçevesidir. Bir paradigma, kişinin bilgiyi yorumlama biçimlerini şekillendirir ve ne tür sorular soracağını ve bunları nasıl soracağını belirler. Paradigma bir mercektir. Birinin gerçekliği hangi gözle gördüğüdür.  

Paradigma değişiminin belki de en basit ve iyi bilinen örneği astronomi tarihinden gelir: jeosentrik paradigmadan (Güneş ve gezegenlerin Dünya etrafında döndüğünü varsayan) heliosentrik paradigmaya (Dünya ve diğer birkaç gezegenin Güneş etrafında döndüğünü varsayan) geçiş. Bu değişim başladığında, birçok gökbilimci kuşağı gezegenlerin hareketlerine ilişkin kapsamlı gözlemler kaydetmişti. Ancak şimdi tüm ölçümleri farklı bir şey ifade ediyordu. Tüm bilgilerin tamamen yeni bir bakış açısıyla yeniden yorumlanması gerekiyordu. Sadece soruların yeni yanıtları yoktu, soruların kendileri de farklıydı. “Merkür’ün Dünya etrafındaki yörüngesinin yolu nedir?” gibi sorular önemli görünmekten çıkıp düpedüz saçmalık haline gelirken, eski paradigma altında saçmalık gibi görüneceği için hiç sorulmamış olan diğer sorular birdenbire anlamlı hale geldi.   Bu gerçek bir paradigma değişimidir: temel varsayımlarımızda bir değişim; terimlerimizi yeniden tanımlamamızı, dilimizi yeniden ayarlamamızı, sorularımızı yeniden ifade etmemizi, verilerimizi yeniden yorumlamamızı ve temel kavramlarımızı ve yaklaşımlarımızı tamamen yeniden düşünmemizi gerektiren radikal bir perspektif değişimi.”

Otizme bakışı şekillendiren iki paradigma var gibi görünüyor : Patoloji paradigması ve Nöroçeşitlilik paradigması “Patolojik paradigma sadece iki temel varsayıma dayanır:  

1.     İnsan beyninin ve zihninin yapılandırılması ve çalışması için tek bir “doğru”, “normal” veya “sağlıklı” yol vardır (veya insan beyninin ve zihninin yapılandırılması ve çalışmasının girmesi gereken nispeten dar bir “normal” aralık vardır).  

2.     Eğer nörolojik yapılanmanız ve işleyişiniz (ve bunun sonucunda düşünme ve davranış biçimleriniz) baskın “normal” standardından önemli ölçüde farklıysa, o zaman sizde bir sorun var demektir.”

“ Otizmi bir “bozukluk” olarak sınıflandıran psikiyatri kurumu;

otizmi “küresel bir sağlık krizi” olarak adlandıran “otizm hayır kurumu”;

sürekli yeni “nedensellik” teorileri ortaya atan otizm araştırmacıları;

otizmin bir tür “zehirlenme” olduğuna inanan bilimsel olarak cahil kanat delileri;

otizmden “semptom”, “tedavi” veya “salgın” gibi tıbbileştirilmiş bir dil kullanarak bahseden herkes;

Otistik çocuğuna yardım etmenin en iyi yolunun onu “normal” bir çocuk gibi davranması için eğitmeyi amaçlayan Davranışçı “müdahalelere” tabi tutmak olduğunu düşünen anne-baba ve diğerleri;

diğer otistiklere başarının sırrının otistik olmayanların sosyal taleplerine uymak için daha fazla çaba sarf etmek olduğunu tavsiye eden “ilham verici” otistik ünlü. …

tüm bu gruplar ve bireyler, niyetleri ne olursa olsun veya çeşitli noktalarda birbirleriyle ne kadar anlaşmazlığa düşerlerse düşsünler, PATOLOJİ paradigması içinde hareket etmektedirler.”

Eğer biz patolojik paradigmayı savunup, inanıp veya bir şekilde içinde olup çocuğun bağımsız-özgür ve kendine sahip çıkabilecek bir hayatı oluşturmasını bekliyorsak bu kocaman yanılgı olur isteğimiz bu yönde ama yolumuz oraya gitmeyecektir.

Bu patolojiyi savunmak yalnızca en dar değişim çeperlerinin mümkün ve izin verilebilir olduğu anlamına gelir. Çünkü siz egemen olan, çoğunlukça kabul görmüş, otoritenin paradigmasını bir şekilde benimsiyorsunuzdur. Çocuğun iyiliğini istiyorsunuz ama bu iyilik genel olarak onun senin gibi olması, sana benzemesi, seninle sorunsuz uyumlanmasıdır.  

Nick Walker burada ilginç bir saptama yapıyor ve diyor ki;

“Efendinin aletleri asla efendinin evini yıkamaz. Bir sistem içinde çalışmak, onun kurallarına göre oynamak, niyetiniz bu olsun ya da olmasın, kaçınılmaz olarak o sistemi güçlendirir. Ustanın aletleri asla ustanın evini yıkmaya hizmet etmemekle kalmaz, ustanın aletlerini herhangi bir şey için kullanmaya çalıştığınızda, bir şekilde o evin başka bir uzantısını inşa etmiş olursunuz.” Peki bu tam olarak ne anlama geliyor ve alternatif nedir ?

“ Bir kişinin tıbbi bir rahatsızlığı varsa, “kanser hastası” veya “alerjisi olan bir kişi” veya “ülserden muzdarip” diyebiliriz. Ancak bir kişi tarihsel olarak ötekileştirilmiş bir grubun üyesi olduğunda, kimliği hakkında bir hastalıkmış gibi konuşmayız. “O bir siyah” ya da “o bir lezbiyen” deriz. Siyah bir kişiden “zenciliğe sahip” veya “zenciliğe sahip bir kişi” olarak bahsetmenin ya da birinin “eşcinsellikten muzdarip” olduğunu söylemenin son derece uygunsuz olacağının -ve muhtemelen bizi cahil veya bağnaz olarak damgalayacağının- farkındayızdır.  

Dolayısıyla, “otizmli kişi” veya “otizmli” veya “otizmden etkilenen aileler” gibi ifadeler kullanırsak, patoloji paradigmasının dilini – varsayımı örtük olarak kabul eden ve pekiştiren bir dil – kullanmış oluruz otizmin özünde bir sorun, Sende Yanlış Olan Bir Şey olduğu dilini kullanmış oluyoruz.

Öte yandan, nöroçeşitlilik paradigmasının dilinde, nöroçeşitlilikten etnik veya cinsel çeşitlilikten bahsettiğimiz gibi bahsediyoruz ve otistiklerden de diğer sosyal azınlık gruplarından bahsettiğimiz gibi bahsediyoruz: Ben otistiğim. Ben bir otistiğim. Ben otistik bir insanım. Ailemde otistik insanlar var gibi “ Bu dilsel ayrımlar neden bu kadar önemlidir ?

Bu dilsel ayrımlar önemsiz görünebilir, ancak dilimiz düşüncelerimizi, algılarımızı, kültürlerimizi ve gerçeklerimizi şekillendirmede kilit bir rol oynar. Bir otistikle karşılaştığınızda içinizde uyanan his-duygu-düşünce sistemine baktığınızda ne uyanıyor ? Korku, endişe, acıma, şükür etme vb. ancak dikkatli bir şekilde bakarsanız ve kendinizle yüzleşmeye hazırsanız anlaşılır bu. Uzun vadede, otistikler hakkında konuşurken kullanılan dilin, toplumun bize nasıl davrandığı ve kendimiz hakkında içselleştirdiğimiz mesajlar üzerinde muazzam bir etkisi vardır. Kendimizi patoloji paradigmasını güçlendiren bir dille tanımlamak, ustanın aletlerini kullanmak ve böylece kendimizi ustanın evinde daha derine hapsetmektir.”

“Normal beyin” ya da “normal insan” kavramının “üstün ırk” kavramından daha nesnel bir bilimsel geçerliliği yoktur ve daha iyi bir amaca hizmet etmez. Bilenin, tanımlayanın, efendinin tüm araçları (yani sosyal eşitsizlikleri yaratan ve sürdüren dinamikler, dil ve kavramsal çerçeveler) arasında en güçlü ve sinsi olanı “normal insan” kavramıdır.

İnsan çeşitliliği (etnik, kültürel, cinsel, nörolojik ya da başka herhangi bir tür) bağlamında, belirli bir grubu “normal” ya da varsayılan grup olarak ele almak kaçınılmaz olarak o gruba ayrıcalık tanımaya ve o gruba ait olmayanları ötekileştirmeye hizmet eder.   Patoloji paradigmasının temelinde “normal insan” diye bir şeyin var olduğuna dair şüpheli varsayım yatmaktadır. Öte yandan nöroçeşitlilik paradigması, insan çeşitliliği söz konusu olduğunda “normal “i geçerli bir kavram olarak kabul etmez. Peki Nöroçeşitlilik neyi kabul eder?

Aşağıdaki durumlar gündelik hayatımızdaki şiddeti-yoğunluğu ve niceliğine ve durumuna göre oldukça patalojik bir yaklaşım sergiliyor olabiliriz.

Hiyerarşinin katı, tek tip ve en güçsüzü ezen şekilde gündelik yaşamdaki varlığı ve biz, bizden farklı olana bakışımızdaki üstencilik, kendini normal ötekini anormal görmeye yatkınlık hali;

Her türlü ayrıcalık, ötekileştirme, dışlama, ayrımcılık, eşitsizliğin kabulü örneğin son dönemde ki artan mültecilere öfkenizin kaynağını araştırdığınızda ne görüyorsunuz ?

Irkçılık, içinizdeki ötekine, farkı ırka, dine, dile ve kültüre karşı yaklaşımda üstencilik, ben merkezim o kenar tavırları, Ve homofobik düşünceler, ayrıcalığa kayıtsızlık halleri, çeşitliliği kucaklayamama gibi durumlar iç dünyanızda ne kadar var? Günümüz literatürüne göre bunların yoğunluğu-şiddeti-gündelik yaşamınızdaki eyleme vurmaları fazlaysa iç dünyanızda patalojik bir yaklaşıma işaretleri olabilir.

Otizme bakışınızın tüm bu olgulardan birinden veya birkaçından etkilenmediğini düşünemeyiz. Oldukça etkileniyor olabilirsiniz. Bu sadece bir dil değil, bir tavır ve yaklaşımlar bütünüdür. Ayrıştırıp analiz edip farkına varabiliyorsanız bu sizin bahçenizi temiz tutabilir. “

Peki bunu nasıl yapacağız ?“

Devamı yakında

El çırpma, yeni yürümeye başlayan çocuklarda veya okul öncesi çocuklarda oldukça yaygın bir şeydir . Çocuklar genellikle duygusal olarak yüksek bir durumdayken el çırpma gösterirler. Ancak ebeveynlerin çocuklarının ellerini çırptığını gördüklerinde endişelenmelerinin asıl nedeni, bunun otizm belirtisi olmasıdır.

Çocuklarda El Çırpma Nedir?

El çırpma , çocuğun ellerini hızlı bir hareketle sallıyormuş gibi görünür İlk kez uçmaya çalışan bir yavru kuş gördüyseniz, daha fazla ilişki kurabilirsiniz. Yeni yürümeye başlayan çocuklar endişeli, heyecanlı ve hatta üzgün olduklarında el çırpmayı öğreneceklerdir. 

Gelişimsel açıdan risk durumundaki çocuklar veya sosyal duygusal kendini, bedeni hissetmek için, ‘uyarıcı’ olarak da adlandırılan kendi kendini uyarma davranışı olarak ellerini çırpabilirler. Otistik çocuklarda ara sıra görülen diğer bu tür davranışlar, dönme ve sallanmayı içerir. Bu davranışlar, otistik çocukların kendilerini sakinleştirmelerine veya duygusal durumlarını düzenlemelerine yardımcı olma eğilimindedir. Otistik bir çocuğu kendi kendini uyarıcı davranışlarından uzaklaştırmak son derece zor olabilir.

El çırpmanın ne zaman normal ve ne zaman otizm belirtisi olduğunu bilmek, bir ebeveynin işinin önemli bir parçasıdır.

El Çırpmak Ne Zaman Otizm Belirtiyor?

Unutmayın, bizler tek bir duruma bakıp otistik olduğuna karar vermiyoruz veya küçük çocuğunuzun kanat çırpması veya başka herhangi bir kendini uyarıcı davranış sergilemesi, her zaman otistik olduğu anlamına gelmez. Gelişim aşamasında olan çocuklar bazen kendi kendini uyaran davranışlar sergilerler. Tüm çocuklarda ortaya çıkabilir. İdeal olarak, bir çocuk, ikinci veya üçüncü yaşında el çırpmayı geride bırakmalıdır.

Bebeğinizin sadece ellerini çırpması endişe verici olmak zorunda değil. Ancak, el çırpmanın eşlik ettiği diğer bazı davranışlar olası kırmızı bayraklar dediğimiz risk teşkil ettiren, takip ve gözlem gerektiren durumlara yol açar:

  1. Çocuğunuz 12 aya kadar ismine cevap vermiyorsa 
  2. Herhangi bir göz temasından kaçınmaya çalışıyorsa,
  3. Diğer çocuklarla oynamaktansa yalnız oynamayı tercih ediyorsa,
  4. İlgi alanlarını başkalarıyla paylaşmıyorsa,
  5. Sadece istenen bir hedefe ulaşmak için etkileşim halindeyse,
  6. Düz veya künt yüz ifadeleri varsa
  7. Kişisel alanla ilgili sınırları anlamıyorsa
  8. Diğer insanların duygularını anlamakta ve bunlara yanıt vermekte ya da kendi duyguları hakkında konuşmakta güçlük çekiyorsa;

Yukarıda belirtilen davranışlara ek olarak, Otizm Spektrum Bozukluğu olan birçok çocuğun kendine özgü ilgi alanları veya davranışları vardır. Bunlardan bazıları:

  1. Oyuncakları veya diğer kişisel nesneleri dizmek,
  2. Oyuncaklarla her seferinde aynı şekilde oynamak,
  3. Nesnelerin parçalarını sever (örneğin, tekerlekler)
  4. Son derece organize,
  5. Ufak değişikliklere bile üzülür,
  6. Takıntılı ilgileri var,
  7. Ellerini çırparken, ileri geri sallanır veya dairesel hareketlerle dönerler.

Çocuğunuz bu davranışlardan herhangi birini gösteriyorsa mutlaka bir çocuk doktoruna, özel eğitim veya uzmana başvurmalısınız .

El Çırpma Hakkında Sık sorulan Sorular

El Çırpmak Normal mi?

Evet, el çırpmak normal bir davranıştır, ancak yalnızca çocuğunuz 2-3 yaşına kadar büyüyene kadar. Göz teması kurmamak, oyuncakları sıraya dizmek, ismine tepki vermemek gibi diğer endişe verici davranışlar eşlik ediyorsa mutlaka gözlem-takip ve yönlendirme gerekebilir.

El çırpma iki veya üç yaşına kadar durmalıdır. Yeni yürümeye başlayan çocuklarda genellikle heyecan, sinirlilik veya sinirlilik durumlarında ellerini ve kollarını çok kullanırlar.

Ellerin Çırpınması Neden Olur?

El çırpmak, 3 yaşın altındaki küçük çocukların sergilediği normal bir davranıştır. Küçük çocuklar genellikle bir şey tarafından uyarıldıklarında ve mutlu, heyecanlı, kızgın veya endişeli olduklarında ellerini çırparlar. Otistik çocuklar söz konusu olduğunda, duygularını düzenlemelerine yardımcı olan kendi kendini uyaran veya korkutan davranışlardan biridir.

Elle Kıstırma Nasıl Görünür?

El stimming, parmak sallamak, el çırpmak ve elleri bir şeye vurmak veya vurmak gibi belirli, tekrarlanan el ve parmak hareketleri gibi görünebilir.

El Çırpmak Ne Zaman Otizm Belirtiyor?

Unutmayın, küçük çocuğunuzun kanat çırpması veya başka herhangi bir kendini uyarıcı davranış sergilemesi, her zaman otizmli olduğu anlamına gelmez. Gelişim aşamasında olan çocuklar bazen kendi kendini uyaran davranışlar sergilerler. Tüm çocuklarda ortaya çıkabilir , genellikle kaybolmadan birkaç ay önce. İdeal olarak, bir çocuk, ikinci veya üçüncü doğum günlerinde el çırpmayı geride bırakmalıdır.

Bebeğinizin sadece ellerini çırpması endişe verici olmak zorunda değil. Ancak, el çırpmanın eşlik ettiği diğer bazı davranışlar olası kırmızı bayraklara yol açar:

  1. Çocuğunuz 12 aya kadar ismine cevap vermiyorsa 
  2. Herhangi bir göz temasından kaçınmaya çalışır
  3. Diğer çocuklarla oynamaktansa yalnız oynamayı tercih etmek
  4. İlgi alanlarını başkalarıyla paylaşmamak
  5. Sadece istenen bir hedefe ulaşmak için etkileşim
  6. Düz veya künt yüz ifadeleri var
  7. Kişisel alanla ilgili sınırları anlamıyor 
  8. Diğer insanların duygularını anlamakta ve bunlara yanıt vermekte ya da kendi duyguları hakkında konuşmakta güçlük çekerler.

Yukarıda belirtilen davranışlara ek olarak, Otizm Spektrum Bozukluğu olan birçok çocuğun tuhaf ilgi alanları veya davranışları vardır. Bunlardan bazıları:

  1. Oyuncakları veya diğer kişisel nesneleri dizmek
  2. Oyuncaklarla her seferinde aynı şekilde oynamak
  3. Nesnelerin parçalarını sever (örneğin, tekerlekler)
  4. Son derece organize
  5. Ufak değişikliklere bile üzülür
  6. Takıntılı ilgileri var
  7. Ellerini çırparken, ileri geri sallanır veya dairesel hareketlerle dönerler.

Çözüm

Çocuğunuz büyüdükçe endişe verici görünebilecek pek çok davranış sergileyecektir – bu onun kendisini ve etrafındaki dünyayı keşfetme şeklidir. Bir ebeveyn olarak, kendinizi bilgilendirmeniz ve herhangi bir endişe verici davranış hakkında bir çocuk doktoruyla ne zaman konuşacağınızı bilmeniz yeterlidir.

El çırpmanın ne zaman normal ve ne zaman otizm belirtisi olduğunu bilmek, bir ebeveynin işinin önemli bir parçasıdır.

Normallik ile anormallik arasındaki ilişkiyi algılamak ve bu konuya duyarlılık göstermek önemli bir ebeveyn refleksidir. Yapmanız gereken çocuğunuzun duyusal, psikolojik ve temel duygusal ihtiyaçlarına yönelik bir gerginliği veya beklentisi olup olmadığının netleştirilmesi gerektiğidir. Bu davranışın öncesindeki ilişkisel-gelişimsel ve etkileşimsel ihtiyaçlara göre bu sorunun cevabına aramak gereklidir. Terapi bu sürecin ayrıntılı gözlem ve değerlendirilmesiyle oluşur.

El Çırpma Hakkında SSS

El Çırpmak Normal mi?

Evet, el çırpmak normal bir davranıştır, ancak yalnızca çocuğunuz 2-3 yaşına kadar büyüdüğünde. Göz teması kurmamak, oyuncakları sıraya dizmek, ismine tepki vermemek gibi diğer endişe verici davranışlar eşlik ediyorsa.

El Çırpma Kaç Yaşında Durdurulmalıdır?

El çırpma iki veya üç yaşına kadar durmalıdır. Yeni yürümeye başlayan çocuklarda genellikle heyecan, sinirlilik veya sinirlilik belirtisidir.

Ellerin Çırpınması Neden Olur?

El çırpmak, 3 yaşın altındaki küçük çocukların sergilediği normal bir davranıştır. Küçük çocuklar genellikle bir şey tarafından uyarıldıklarında ve mutlu, heyecanlı, kızgın veya endişeli olduklarında ellerini çırparlar. Otistik çocuklar söz konusu olduğunda, duygularını düzenlemelerine yardımcı olan kendi kendini uyaran veya korkutan davranışlardan biridir.

Elle Kıstırma Nasıl Görünür?

El stimming, parmak sallamak, el çırpmak ve elleri bir şeye vurmak veya vurmak gibi belirli, tekrarlanan el ve parmak hareketleri gibi görünebilir. Yukarıdaki videoda buna dair bir kaç örnek vardır.

Sensory: Life On the Spectrum: An Otistic Comics Anthology, I Am Not a Label: 34 Engelli Sanatçı, Düşünür, Sporcu ve Geçmişten Günümüze Aktivist, Laughing at My Nightmare ve The Pretty One kitap kapaklarının ürün çekimleri.

Anna Wenner

25 Nisan 2023

Öneriler, Reviewed’in editörleri tarafından bağımsız olarak seçilmiştir.

Kitaplarda engelliliğin ve nöroçeşitliliğin temsili, içinden geçilmesi baş ağrısı gibi bir şey olabilir. Çoğu insan kendilerini en sevdikleri medyada görmek ister, ancak bu tür bir temsilin başarısı, engelli insanları sergilemeye geldiğinde çok etkilenebilir veya ıskalanabilir. Engelli karakterler kötüleştirilmediğinde veya mağdur edilmediğinde , genellikle ” ilham pornosu” kaynağı olarak kullanılırlar .

Neyse ki, bu mecazların çok ötesine geçen harika kitaplar var. Şaşırtıcı olmayan bir şekilde, bu kitaplar genellikle kendileri engelli ve/veya nöroçeşitli olan yazarlar tarafından yazılıyor. Ne de olsa, hayatın nasıl bir şey olduğunu onu yaşayanlardan daha iyi kim bilebilir?

Şu anda okuyabileceğiniz engelli ve nöroçeşitli yazarların 10 kitabını bir araya getirdik. İster kitaptaki karakterlerden biriyle aynı engeli paylaşıyor olun, ister engelli yazarları desteklemekle ilgilenin, bu liste herkesin yararlanması için engelli görünürlüğünün olumlu örneklerini içerir.

1. Ben Bir Başlık Değilim: Geçmişten Günümüze 34 Engelli Sanatçı, Düşünür, Sporcu ve Aktivist

Cerrie Burnell'in yazdığı Ben Bir Etiket Değilim: Geçmişten ve Bugünden 34 Engelli Sanatçı, Düşünür, Sporcu ve Aktivist kitabının kapağının ürün fotoğrafı.
Kredi: Gözden Geçirilmiş / Wided Eyed Editions

İşleri başlatmak için, çok çeşitli engelleri olan 34 ünlü kişinin bu resimli biyografisine sahibiz. Yazar Cerrie Burnell, koleksiyonu, kendisine ve diğer engelli okuyuculara, engellilerin kendi başlarına bazı inanılmaz başarılar elde edebileceklerini ve başardıklarını hatırlatmak için oluşturdu.

Burnell, tek elle doğmuş biri olarak, cüretkar maceralar yaşayan engelli kahramanların belirgin bir eksikliğini fark etti ve bunun yerine onların kötü muamele görmesini ve ötekileştirilmesini izledi. Bu kitabı, illüstratör Lauren Mark Baldo’nun yardımıyla, tesadüfen engelli olan inanılmaz insanlar hakkında bilgi edinmenin erişilebilir ve eğlenceli bir yolunu oluşturmak için yarattı.

Amazon’da satın alın

2. Sana Ne Oldu?

Sana Ne Oldu? kitabının kapağının ürün fotoğrafı.  James Catchpole tarafından.
Kredi: İncelendi / Genç Okuyucular İçin Küçük, Kahverengi Kitaplar

Sana Ne Oldu, uzuv farkı olan 42 yaşındaki James Catchpole tarafından yazılan yeni çıkan bir çocuk kitabı. Bu resimli hikayede, Joe adında bir çocuk, oyun parkındaki çocuklar tarafından kendi uzuvlarının farklılığıyla ilgili sorularla doludur. Joe, engeli hakkında konuşmaktan çekinmese de, çocuklar onun kişiliğini takdir etmeyi öğrenirler ve bir korsan oyununda ona katılırlar.

Bu listedeki diğer kitaplar başkalarını engelli insanlara durumları hakkında soru sormaya teşvik ederken, bu yeni ürün bu sohbete bir nüans katıyor ve bazı insanların diğerlerine göre paylaşmaya daha istekli olabileceğine dair dostça bir hatırlatma sunuyor. Aynı zamanda kişinin engelinin ötesindeki niteliklere odaklanmasının kalıcı bir arkadaşlığa giden en hızlı yol olduğunu öne sürer.

Amazon’da satın alın

3. Haben: Harvard Yasasını Fetheden Sağır- Kör Bir Kadın

Haben Girma'nın yazdığı Haben: Harvard Hukukunu Fetheden Sağır Kör Kadın kitabının kapağının ürün fotoğrafı.
Kredi: İncelendi / Oniki

Haben Girma’nın anı kitabı, ilham verici hikayeleri seven ancak engelli insanların olumsuz ilham mecazlarını sürdürmek istemeyenler için mükemmel bir cevap. Haben, dünyaya benzersiz bir bakış açısı sağlar ve zeka ve bilgelik dolu bir anlatıcıya sahiptir.

Yenilikçi bir ruh ve problem çözme zihniyetiyle gerçek hayattaki denemeler ve zaferlerle yüzleşen Girma’ya okuyucular katılıyor. Girma’nın hikayesi, her gün Sağır-kör insanların karşılaştığı zorluklara yakından bakarken, moral veriyor ve engelli olsun ya da olmasın herkes tarafından kesinlikle okunmaya değer.

Amazon’da satın alın

4. The Pretty One: Hayat, Popüler Kültür, Engellilik ve Bana Aşık Olmak İçin Diğer Nedenler Üzerine

Keah Brown'ın The Pretty One: On Life, Pop Culture, Disability, and Other Reasons to Fall in Me With Me kitabının kapağının ürün fotoğrafı.

Serebral palsili Siyahi bir kadın olarak Keah Brown, dünyanın “normal” olmadığını sürekli hatırlatmalarına yabancı değil. Ancak Brown, dünyanın onu nasıl gördüğünü değiştiremeyeceğini fark etse de, kendini nasıl algıladığını değiştirebilirdi. Brown, Twitter’da kendini #DisabledAndCute ilan ederek, istemeden de olsa sayısız engelli insana ilham veren bir kendini sevme hareketi başlattı.

Brown anılarında, hayatta gezinirken ve kendini sevmeyi öğrenirken okuyucuları mizah ve kalp yolculuğuna çıkarıyor. Unutulmaz bir sesle ilişkilendirilebilir bir anıdan hoşlananlar için bu mutlaka okunması gereken bir kitap. Keah Brown, son resimli kitabı Sam’s Super Seats da dahil olmak üzere birçok kitabın yazarıdır .

Amazon’da satın alın

5. Kabusuma Gülmek

Shane Burcaw'ın Laughing at My Nightmare adlı kitabının kapağının ürün fotoğrafı.

Gençlere ve genç yetişkinlere hitap eden bir okuma havasındaysanız, Shane Burcaw’ın kitabının bir hit olacağından emin olabilirsiniz. Spinal müsküler atrofisi olan 21 yaşındaki biri olarak hayatının iniş ve çıkışlarını paylaşıyor ve okuyucuyu günlük hayattaki en iyi maceralarından (ve en tuhaf anlarından) bazılarına götürüyor. Kitabın arkası, “bu, engellerin üstesinden gelen engelli bir gencin iç karartıcı bir hikayesi değil” uyarısında bulunuyor. Bunun yerine, okuyucuların bu tür biyografilerden genellikle sahip olduğu beklentilerin canlandırıcı doğrudan bir eleştirisidir.

Shane, zorluklarının yanı sıra durumunun mizahını da vurguluyor ve okuyucuya farklı fiziksel yeteneklerle büyümenin bir örneğinin nasıl görünebileceğine dair bir fikir veriyor. Bu kitabı beğendiyseniz, Shane’in diğer mizahi kurgu olmayan kitabı Strangers Assume My Girlfriend is My Nurse’a mutlaka göz atın .

Amazon’da satın alın

6. Duyusal: Spektrumdaki Yaşam: Otistik Bir Çizgi Roman Antolojisi

Bex Ollerton tarafından yazılan Sensory: Life On the Spectrum: An Autistic Comics Anthology kitabının kapağının ürün fotoğrafı.
Kredi: İncelendi / Andrews McMeel Publishing

Otizmin medyada temsili, genellikle otistik içerik oluşturuculardan ziyade otizmli birini tanıyanlardan gelir. Sanatçı ve küratör Bex Ollerton, bir Nisan ayında Otizm Farkındalık Ayı için otizm teşhisi konan 30 çizgi roman sanatçısını bir araya getirerek bunu değiştirmeye çalıştı.

#ASDTakeover hashtag’iyle başlayan süreç, Duyusal kitabıyla sona erdi . Kitapta, sanatçıların her biri otizmle ilgili kişisel deneyimlerini ayrıntılarıyla anlatıyor ve görüldüğünü hissetmek isteyen otizmlilere değerli bilgiler sağlıyor ve otistik kişilerin kendilerinden otizm spektrum bozukluğu hakkında daha fazla bilgi edinmek isteyenler için dünyalarına bir göz atıyor. Özünde otizm olan, kaçırılmaması gereken bir kitap.

Amazon’da satın alın

7. Süreklilik

Chella Man'in Continuum kitabının kapağının ürün fotoğrafı.
Kredi: İncelendi / Penguen Atölyesi

Chella Man bir sanatçı, aktivist ve aktördür (en çok Titans’taki Jericho rolüyle bilinir). Ayrıca sağır, transseksüel, cinsiyetçi, Yahudi olmayan beyaz olmayan biri.

Man için karmaşık kimliğini anlamak, onun dünyada nereye uyduğunu bulmak ve gerektiğinde kendi alanını oymak demekti. Continuum, nerede olduklarını ve nereye gittiklerini sorgulayan bir genç veya genç yetişkin için mükemmel bir hikaye. Kitap, “kimliğin bir süreklilik içinde – güzel, dağınık ve sürekli gelişen bir keşif yolunda” yattığını gösteriyor. “Kendini kabullenmeyi geliştirme ve kişinin kendi temsili gibi davranma” üzerine düşündürücü, güçlü bir makale.

Bu kitap , günümüzün önde gelen aktivistleri ve sanatçılarından oluşan bir dizi kısa kitap olan Pocket Change Collective’in bir parçası olarak oluşturuldu . “Alan ihtiyacından doğdular. Düşünmek için alan. Bağlanmak için alan. Kendin olmak için alan.” İnsan’ın kitabından hoşlanıyorsanız ve canınız daha çok çekiyorsa, koleksiyondaki diğer kitaplardan bazılarına göz atın.

Amazon’da satın alın

8. Bana Bir İşaret Ver

Anna Sortino'nun Bana Bir İşaret Ver kitabının kapağının ürün fotoğrafı.
Kredi: İncelendi / Genç Okuyucular için GP Putnam’ın Oğulları Kitapları

Daha hafif bir okuma arayanlar için, Anna Sortino’nun genç yetişkin romantizmi yeni favori bulgunuz olabilir. ASL’sini tazelemek için sağırlar ve körler için bir kampta danışman olan işitme kaybı olan bir kahramanı konu alıyor.

Bu hikaye, iyi bir yaz kampı romantizminin tüm çekiciliğine ve bayılmaya değer anlarına sahipken, aynı zamanda aidiyetle ilgili daha büyük sorulara da değiniyor. Bu hikayedeki topluluk duygusu ve akılda kalan karakterler, son sayfayı çevirdikten çok sonra bile okuyucuların aklında kalacak.

Amazon’da satın alın

9. Liman Noktasının Sırrı

Lisette Auton'un Secret of Haven Point kitabının kapağının ürün fotoğrafı.
Kredi: İncelendi / Penguen

Lisette Auton’un ilk orta sınıf romanı, dünyanın dört bir yanındaki okuyucuları büyüleyen tuhaf bir kaçış. Kahramanları olarak engelli çocukları öne çıkarıyor ve onları pek çok çocuğun görmesi gereken türden kahramanlar yapıyor. Kendisi de engelli bir yazar olarak Auton, pozitif engelli temsilinin gücüne güçlü bir şekilde inanıyor ve bu romanı aklında bu düşünceyle yazdı. Deniz kızları için gelin ve daha önce okuduğunuz hiçbir şeye benzemeyen bir macera için kalın.

Amazon’da satın alın

10. Sadece Sor!: Farklı Ol, Cesur Ol, Kendin Ol

Sonia Sotomayor'un Just Ask!: Be Different, Be Brave, Be You adlı kitabının kapağının ürün fotoğrafı
Kredi: İncelendi / Philomel Books

Sonia Sotomayor, Yargıtay’a atanan ilk Latin ve üçüncü kadın olmasıyla ünlüdür. Ancak, bilmeyeceğiniz şey, Yargıç Sotomayor’un tip 1 diyabet hastası olduğu ve platformunu kronik hastalıkların ve diğer engellerin temsilini normalleştirmeye yardımcı olmak için kullanmaya çalıştığıdır.

Çocuk kitabı Just Sor! ödüllü sanatçı Rafael López ile ortaklaşa oluşturuldu. Birlikte, birçok engelli bireyin yer aldığı bir hikaye hazırladılar. Bu kitap hem İngilizce hem de İspanyolca olarak mevcuttur ve çocuklarla farklı yetenek düzeylerine sahip olanlar hakkında konuşmak için kolay bir giriş noktasıdır.

Amazon’da satın alın

Kaynak Yazı: https://reviewed.usatoday.com/accessibility/features/books-by-disabled-authors-about-disabilities-kids-teens-adults?utm_source=usat&utm_medium=referral&utm_campaign=collab

Kaynak Video:

Video Çeviri : Duygu Doğancıoğlu, Bahar Tunçgenç
Yazı Kaynak : Ami Klin: A new way to diagnose autism | TED Talk

İnsanlarla beraber olduğum zamanlarda hep onların hislerini, düşüncelerini, niyetlerini ve güdülerini yansıtan bir nevi ayaklı ‘sosyal etkileşim laboratuvarı’ olmak istemişimdir. Bir bilim insanı olarak, her zaman bu yansımayı ölçmek istedim; ötekini anlamaya dair olan bu anı, göz açıp kapayıncaya kadar gerçekleşen hissiyatı. İnsanların duygularını sezeriz. Onların eylemlerinin anlamlarını, eylemler henüz gerçekleşmeden bile biliriz. Biz, daima başka birinin öznelliğinin nesnesi olma durumundayız. Bunu her zaman yapıyoruz. Öylece devre dışı bırakıveremiyoruz. Bu öylesine önemli ki, kendimizi anlamak için, etraftaki dünyayı anlamak için kullandığımız araçlar dahi bu durumun etrafında şekilleniyor. Bizler özümüze dek sosyaliz. 

Benim otizme yolculuğum, aslen otizmli yetişkinler için açılmış bir yerleşim biriminde yaşarken başladı. Bu bireylerin bir çoğu yaşamlarının bir çoğunu hastanelerde geçirmişler. Bu, uzun zaman önce oluyor. Ve onlar için, otizm yıkıcıydı. Ciddi zihinsel engelleri vardı. Konuşmuyorlardı. Fakat dahası, etraflarındaki dünyadan, kendi çevrelerinden ve insanlardan inanılmaz derecede soyutlanmışlardı. Aslında, o zamanlarda, otistik bireyler için olan okullara gitseniz, çokça gürültü duyardınız; gürültü patırtı, hareketler, bir şeylerle uğraşan insanlar, ama her zaman kendi başlarına bir şeylerle uğraşıyorlardı. Tavandaki ışığa bakıyor olabilirler, ya da bir köşede soyutlanmış halde olabilirler, belki de o öz-uyarımsal, hiçbir yere vardırmayan sürekli hareketlerini tekrarlıyorlardır. Son derece, son derece soyutlanmışlardı. 

Evet, şimdi biz biliyoruz ki, otizm bu bozulmadır, size bahsetmekte olduğum yansıtmadaki bozulmadır. Bunlar hayatta kalma becerileridir. Bunlar yüzbinlerce yıllık evrim sonucunda kalıtımsal olarak edindiğimiz hayatta kalma becerileridir. Görüyorsunuz, bebekler mutlak bir kırılganlıkla doğuyorlar. Onlara bakan biri olmadan hayatta kalamazlar; bu durumda bu tür hayatta kalma yöntemlerinin doğa tarafından onlara bahşedilmiş olması mantıklı geliyor. Onları bakıcıya yönlendiriyorlar. Hayatlarının ilk günleri ve haftalarından itibaren, bebekler çevredeki herhangi bir sestense insan sesi duymayı tercih ederler. Başka şeylerdense insanlara bakmayı tercih ederler ve hatta insanlara bakarken de, insanların gözlerine bakarlar, çünkü gözler, diğer insanların deneyimlerine açılan penceredir; o kadar öyle ki, başka yöne bakan insanlar yerine kendilerine bakan insanlara bakmayı tercih ederler. Yani, onlar bakıcıyı yönlendiriyor. Bakıcı da bebeğin peşinde koşuyor. Ve işte zihnin, sosyal zihnin, sosyal beynin oluşumunda önemli olan pek çok şey bu birbirini karşılıklı olarak besleyen koreografiye bağlı. 

Biz, her zaman otizmi, hayatın ileri dönemlerinde var olan bir şey olarak düşünürüz. Böyle değildir. Yaşamın başlamasıyla başlar. Bebekler bakıcılarıyla iletişime geçince, kısa süre içinde, beyindeki çok önemli bir olguyu fark ederler — görünmezdir, siz göremezsiniz — ama gerçekten kritiktir ve buna dikkat denir. Kısa zamanda, hatta henüz ağızlarından tek bir sözcük dahi çıkaramazken öğrenirler ki, istedikleri bir şeyi elde etmek için dikkati alıp bir tarafa yöneltebilirler. Aynı zamanda, diğer insanların bakışlarını takip etmeyi öğrenirler, çünkü insanların, baktıkları şeyler hakkında düşündükleridir. Ve çok geçmeden, bir şeylerin anlamlarını öğrenmeye başlarlar, çünkü birisi bir şeye baktığında veya bir şeye işaret ettiğinde, bebekler sadece yön ile ilgili ipuçları almazlar; o kişilerin o şeye atfettiği anlamla, tutumlarıyla ilgili ipuçları alırlar ve böylelikle bir anlamlar bütünü oluşturmaya başlarlar; ancak sosyal etkileşim alanında edinilmiş olan bir anlamlar bütünü. Bunlar, başkalarıyla olan ortak deneyimlerinin bir parçası olarak edinilmiş anlamlardır. Bu, 15 aylık küçük bir kız çocuğu ve otizmli. Ve ben ona öyle yaklaşıyorum ki, belki de yüzüyle aramda 5 santim mesafe var ancak o bana karşı gayet kayıtsız. Bunu size yaptığımı hayal edin, yüzünüzün 5 santim yakınına geldiğimi. Muhtemelen iki şey yapardınız,öyle değil mi? Geri çekilirsiniz. Polisi ararsınız. (Gülüşmeler) Bir şey yapardınız, çünkü birinin fiziksel alanına nüfuz etmek ve hiçbir tepki almamak gerçekten de imkansız. Böyle yaparız, hatırlayın, içgüdüsel olarak, zahmetsizce. Bu, bizim vücudumuzun bilgeliğidir. Dilimizin aracılık ettiği bir şey değil. Vücudumuz bunu bilir, hem de uzun zamandır. Ve bu sadece insanlara özgü bir şey de değildir. Bazı türsel kuzenlerimize de olur, çünkü eğer maymunsanız ve başka bir maymuna bakıyorsanız ve bu maymun hiyerarşik olarak sizden daha üst bir konumdaysa ve bu bir sinyal ya da tehdit olarak algılanırsa, o zaman çok uzun süre yaşamayacaksınız demektir. Yani, diğer bazı türler için hayatta kalma yöntemi olan birşeyi, ki bu yöntemler olmadan bu türler yaşayamazlardı, insan türü bağlamına taşıyoruz ve bu, basbayağı, hareket etmek için, sosyal bağlamda hareket edebilmek için ihtiyacımız olan şey oluyor. Şimdi, kız bana kayıtsız ve ben onun çok yakınındayım ve düşünüyorsunuz, belki sizi görebiliyor, belki sizi duyabiliyor. Bir kaç dakika sonra, odanın bir köşesine gidiyor ve küçük bir parça şeker buluyor, bir M&M. Yani ben onun dikkatini çekemedim, ama bir şey, bir nesne çekebildi. 

Şimdi, pek çoğumuz nesneler dünyası ile insanlar dünyası şeklinde ikili bir ayrım yaparız. Bu kız için, bu ayrım çok net değil ve insanların dünyası, onun ilgisini bizim istediğimiz kadar çekmiyor. Şimdi hatırlayalım ki deneyimlerimizi ortaklaştırma yoluyla epey çok şey öğreniriz. Şimdi, onun şu anda yaptığı şey ise şu: kendini giderek daha fazla soyutlaştırdıkça, öğrenme yolu da her an daha çok ayrıklaşıyor. Bazen, beynin belirleyici olduğunu hissederiz, beyin bizim kim olacağımızı belirler. Ama aslında beyin de bizim benliğimize dönüşür ve bu kızın davranışlarının sosyal etkileşim alanından uzaklaşmasıyla eş zamanlı olarak gerçekleşen şey, zihninin ve beyninin benliğine dönüşmesidir. Otizm, gelişimsel bozukluklar arasında, en genetik-belirlenimli olanıdır ve bir beyin bozukluğudur. Çocuk doğmadan çok zaman önce baş gösteren bir bozukluktur. Biz, şimdi, otizmin çok geniş bir spektruma sahip olduğunu biliyoruz. Ciddi zihinsel engelli bireyler olduğu gibi, doğuştan üstün yetenekli olanlar da bulunmakta. Hiç konuşmayan bireyler de var. Çok konuşanlar da var. Okullarında gidip gözlemlerseniz öyle bireyler görürsünüz ki, izin verseniz, okulun çitlerinin etrafında gün boyunca koşarlar, size gelmelerinin önüne geçemediğiniz, sizinle tekrar tekrar, inatla, ama genellikle garip bir şekilde, o ani yansıtmalar olmaksızın etkileşmeye çalışan bireyler. Bu, eskiden sandığımızdan çok daha yaygın bir şey. 

Ben bu alana başladığımda, her 10.000 kişiden dördünde otizm olduğunu düşünüyorduk, yani oldukça nadir bir durum. Şimdi, daha ziyade her 100 kişiden birinde olduğunu biliyoruz. Etrafımızda milyonlarca otizimli birey var. Bu durumun toplumsal maliyeti çok büyük. Sadece ABD’deki maliyeti, belki de 35 ile 80 milyar dolar arasında, ve biliyor musunuz; bu fonların çoğu ciddi derecede engelli, bireyselleştirilmiş hizmetlere ve çok çok yoğun hizmetlere ihtiyacı olan gençlere ve özellikle de yetişkinlere yönelik; ve bu hizmetler, yılda 60 ile 80,000 doları aşabilen maliyetteler. Bunlar, erken tedaviden faydalanmamış olan bireyler, çünkü şimdi biliyoruz ki otizm, o size bahsettiğim öğrenme yolları ayrıklaştıkça kendisini yeniden yaratıyor. Bu durumu daha erken bir noktada tespit edebilir miyiz, buna müdahale edebilir miyiz ve bunu tedavi edebilir miyiz, size söyleyebilirim ki, muhtemelen, geçtiğimiz on yıl içinde benim hayatımı değiştiren şey; şu nosyon oldu: bu durumu, kesinlikle hafifletebiliriz. 

Ayrıca, bizim bir fırsat penceremiz var, çünkü beyin sınırlı bir süre için işlenebilir durumda kalır ve bu fırsat penceresi, yaşamın ilk üç yılında karşımıza çıkar. Sonrasında pencere kapandığından değil. Kapanmaz. Ama önemli ölçüde küçülür. Ancak bu ülkede ortalama tanı yaşı hala daha 5 yaştır, ve daha az imkana sahip toplumlarda, tıbbi hizmete erişimi olmayanlarda, kırsal nüfusta, azınlıklarda, tanı yaşı daha da geçtir; adeta bu toplulukları otizm koşulları gitgide daha da ağırlaşacak olan bireylere mahkum ettiğimizi anlatmaya çalışıyormuşum gibi geliyor. Yani, bana öyle geliyor ki biyo-etik bir zorunluluğa sahibiz. Bilim ortada, ancak topluma tesir etmeyen bilimin geçerliliği yoktur ve kaçırılan bu fırsatın zararını karşılayamayız, çünkü otizmli çocuklar otizmli yetişkinler haline geliyorlar ve öyle hissediyoruz ki bu çocuklar için, bu aileler için daha erkenken yapabileceğimiz şeylerin bir ömür boyu süren sonuçları olacaktır, çocuk için, aile için ve daha geniş kapsamda, toplum için. Bizim otizme bakışımız budur. Otizmle ilişkili olan yüzden fazla gen var. Aslında, biz otizmle ilişkili 300 ile 600 gen bulunduğuna inanıyoruz, genlerden ziyade genetik anomaliler diyebiliriz. Ve aslında bu noktada bir sorumuz var, çünkü eğer otizmin bu denli farklı sebepleri varsa, bütün bu yatkınlıklardan geçip asıl sendroma nasıl geleceksiniz? Çünkü benim gibi insanlar, bir oyun odasına girdiklerinde, otizmli bir çocuğu tanır. Öyleyse bunca çeşitli sebepten nasıl oluyor da ortak belirtileri olan bir sendroma geçebiliyorsunuz? 

Ve cevap, arada, yani gelişimde, yatıyor. Ve aslında, biz yaşamın ilk iki yılıyla çok ilgiliyiz, çünkü bu yatkınlıklar otizme dönüşmeyebilir. Otizm kendini yaratır. Hayatın o yıllarına müdahale edebilirsek otizmin şiddetini bazıları için zayıflatabilir, ve Allah bilir belki diğerleri için de engelleyebiliriz. Peki bunu nasıl yaparız? Bu yansıtma duygusuna nasıl geçiş yaparız, başka birinin varlığına nasıl geçebiliriz? O 15 aylık bebekle etkileşimimi hatırlıyorum, aklıma gelen şey şu oldu: “Onun dünyasına nasıl geçebilirsin? Beni düşünüyor mu? Başkalarını düşünüyor mu?” İşte, bunu yapmak zor, bu yüzden bazı teknolojiler geliştirmek zorundaydık. Bir vücudun içine adım atmak zorundaydık. Dünyayı onun gözünden görmek zorundaydık. Ve işte böylelikle, yıllardır göz takibine dayanan bu yeni teknolojileri geliştirmekteyiz. Çocukların neyle etkileştiklerini an be an görebiliyoruz. 

Bu, benim meslektaşım Warren Jones, son 12 yıldır birlikte bu yöntemi, bu çalışmaları geliştirmekteyiz, şurada 5 aylık mutlu bir bebek görüyorsunuz; 5 aylık bir erkek çocuğu. Birazdan, eğer günlük bakım ünitesinde olsaydı göreceği şeyleri izleyecek, kendi dünyasından, annesinden, bakıcısından ve deneyimlerinden oluşturulmuş şeyler. Bizim istediğimiz, o dünyayı kucaklamak ve laboratuvarımıza getirmek, ama bunu yapabilmemiz için bu çok karmaşık ölçüm yöntemlerini; yani insanların, küçük bebeklerin, yeni doğmuşların dünyayla nasıl etkileştiklerini, neyin önemli neyin önemsiz olduğunu an be an gösteren ölçümleri, geliştirmek zorundaydık. Bu ölçümleri geliştirdik ve burada gördüğünüz, bizim dikkat hunisi dediğimiz bir şey. Bir video izliyorsunuz. Normal gelişimli 35 adet iki yaşındaki çocuğun gözünden, yaklaşık birer saniyelik karelere ayrılmış bir video bu ve biz bir fotoğraf karesini donduruyoruz, ve tipik bir çocuğun yaptığı şey şu. Bu tarama geçişinde, yeşil olan yerde, iki yaşındaki otizmlileri görüyorsunuz. 

Normal gelişimli çocuklar, bu karede oğlanın, küçük kızla hafifçe kavga ederkenki duygu ifadelerini izliyorlar. Otizmli çocuklar ne yapıyor? Onlar açılıp kapanan döner kapı üzerine odaklanıyorlar. Size şunu söyleyebilirim ki burada gördüğünüz bu ayrım sadece bizim 5 dakikalık deneyimiz esnasında olmuyor. Bu onların gerçek yaşamlarında an be an oluyor ve onların zihinleri ve beyinleri, normal gelişimli akranlarında olandan farklı bir şeyde uzmanlaşıyor. Çocuk doktoru arkadaşlarımızdan bir olgu aldık, büyüme çizelgeleri konsepti. Biliyorsunuz, ne zaman bir çocuk doktoruna gitseniz, çocuğun fiziksel boyu ve ağırlığı ölçülür. Biz de, sosyal etkileşim için büyüme çizelgesi oluşturmaya karar verdik ve çocukları doğdukları andan itibaren gözleme aldık, ve burada x ekseni üzerinde iki, üç, dört, beş, altı aylık ve dokuz ve 24 aylığa kadar olan aralığı görüyorsunuz ve bu da insanların gözlerine odaklandıkları zamanın yüzdesi ve işte bu da onların büyüme çizelgesi. Burada başlıyorlar, insanların gözlerini seviyorlar ve oldukça da sabit kalıyor. İlk aylarda sanki biraz yukarı da çıkıyor. 

Şimdi bir de otistik olan bebeklerde neler olduğuna bakalım. Oldukça farklı bir tablo. Burada yukarıda başlıyor, ama sonra serbest bir düşüş var. Adeta dünyaya onları insanlara yönlendiren bir refleksle gelmiş gibiler, fakat bunun hiç çekiş gücü yok. Sanki onlar günlük hayatta yollarını bulmaya çalışırlarken sizin birer uyarıcı olarak olan bitene hiçbir etkiniz yokmuş gibi. Biz, bu verilerin bir bakıma o kadar güçlü olduğunu düşündük ki, yaşamın ilk 6 ayında ne olduğunu görmek istedik, çünkü eğer iki veya üç aylık bebeklerle etkileşim halindeyseniz bu bebeklerin ne kadar sosyal olduklarına şaşırırsınız. Ve yaşamın ilk 6 ayında gördüğümüz şey, bu iki grubun birbirinden kolaylıkla ayrıldığı. Ve bu ve benzeri pek çok ölçüm yöntemini kullanarak bulduğumuz şey şu ki, aslında elimizdeki bilim, bu durumu çok erkenden teşhis edebiliyor. 

Otizm davranışlarının iki yaşına gelince ortaya çıkmasını beklemek zorunda değildik. Eğer evrimsel olarak sıkıca korunan, gelişimsel olarak çok erken ortaya çıkan, yaşamın ilk haftasından itibaren devrede olan şeyleri ölçebilirsek, otizm teşhis yaşını ilk birkaç aya kadar indirebiliriz ve şimdi yaptığımız da bduur. Şimdi, en iyi teknolojileri ve çocukların teşhisi için en iyi yöntemleri geliştirebiliriz, ama onların toplum içindeki gerçekliklerine bir tesiri yoksa bütün bunlar boşunadır. Tabii ki istiyoruz ki, bu cihazlar alandakiler tarafından uygulansın, meslektaşlarımız, aile hekimleri, bütün çocuklara bakanlar tarafından, bizim bu teknolojileri onların pratiğine değer katan şeyler haline dönüştürmeye ihtiyacımız var, çünkü çok fazla çocuğa bakmakla yükümlüler. Ve hiçbir çocuğu ıskalamamak için bunu evrensel boyutta yapmak istiyoruz, ama eğer aynı zamanda müdahale için, tedavi için bir altyapımız olmasaydı bu ahlak dışı olurdu. Ailelerle çalışabiliyor olmamız lazım, ailelere destek olmak için, o ilk yılları onlarla birlikte idare edebilmek için.

Bizim gerçekten evrensel taramadan evrensel tedaviye erişime geçmemiz lazım, çünkü bu tedaviler o çocukların ve o ailelerin yaşamlarını değiştirecek. Şimdi, bu ilk yıllarda neler yapabiliriz diye düşündüğümüzde, bu alanda uzun süredir bulunan biri olarak size söyleyebilirim ki, insan kendini gerçekten gençleşmiş hissediyor. Üzerinde çalışılan bilim, sahiden de gerçekliklere etki edebilir, bu alana yolculuğumun başladığı ilk dönemlerdeki deneyimler, aslında, engellenebilinir. O zamanlar bunun kontrol edilemez bir durum olduğunu düşünüyordum. Artık değil. Pek çok şey yapabiliriz. Fikir, otizme çare bulmak değil. Fikir bu değil. Biz yapmak istediğimiz, otizmli bireylerin, kimi zaman otizmin beraberinde getirdiği o yıkıcı etkilerden, ciddi zihinsel engellerden, dil yoksunluğundan, o derin derin soyutlanmışlıklardan azade olduklarından emin olmak. 

Bize göre otizmli bireyler, aslında, dünyaya dair çok özel bir bakış açısına sahipler ve bizim çeşitliliğe ihtiyacımız var ve onlar güçlü oldukları bazı alanlarda son derece iyi çalışabilirler: öngörülebilir durumlar, tanımlanabilir durumlar. Çünkü en nihayetinde, onlar, bu dünyada nasıl işlev göreceklerini değil de dünyanın tam olarak neye benzediğini o haliyle öğreniyorlar. Ama bu bir güçtür, örneğin teknoloji alanında çalışıyorsanız. İnanılmaz sanatsal yeteneklere sahip olan bireyler de var. Biz onların burada özgür olmalarını istiyoruz. Biz istiyoruz ki, gelecek nesil otizmli bireyler sadece güçlerini ifade edebilmekle kalmasınlar sözlerini sonuna kadar yerine getirebilsinler. Beni dinlediğiniz için teşekkür ederim. (Alkışlar)