Sorting by

×

Kuramlar

Çaresizliğin Aşılması

Bunu deneyenler şöyle düşünüyor olabilir : 

“Ben denedim, ben de bir sürü şey denedim kendi hayatım üzerinde, Bana bir şey olmadı, böyle bir şey de varmış o zaman bunu da deneyeyim, belki , bir ihtimal bunu da denemedim demeyeyim. Elalem yapıyor. Diğerinin çocuğu konuşmuş,  iyileşmiş, gelişmiş ben de o halde denemeliyim”

Kimseyi suçlamıyorum ama böyle şeyi kendi çıkarı için satanlar hariç tabi. Ne oluyor da buna ihtiyaç duyuyor bazı ebeveynler bunu anlamak lazım. Çabucak eleştirilip ebeveyn olmamakla suçlanabilir ama bence anlamak lazım. Tarihte böyle sayısız örnek var ve sadece otizm için değil başka durumlar içinde bazı insanlar çabuk düzelmek, iyileşmek, kurtulmak, gerginlikten kaçmak, korkuyu atlatmak, hayatın üstesinden gelmek vb nedenlerden dolayı çoğu insan buna yönelmişler. 

Asıl soru: Neden bu insanlar kendileri için en doğru, en gerçek ve asıl ihtiyaçlarına uygun seçimler yapamıyorlar? Bunu öğrenemiyorlar, bundan kaçınıyorlar? Ben bir ebeveyn olarak  böyle kolay yoldan bu işin çözümü olacağını düşündüren, inandıran ne var ?

Cevaplardan biri: Kendilerini eşya gibi görenler kendi kaygıları için her şeyi çocuklarına da deneyebilirler, çünkü çocuğun seçim hakkı ve duygusu olabileceğini dikkate alınmadığında biz en iyisi biliriz denilince  tüm bunlar çocuğa rağmen yapılır. Kendini nesne gibi görmek ne demek biraz onu açayım. Bir çamaşır makinesini düşünün bir işlevi var, düğmesini basıyorsunuz çalışıyor insanı da makine gibi görmek demek onu nesneleştirmek demektir. Eşya gibi oradan buraya sürüklemek, çuvak gibi doldurulacak, tamir edilecek bir nesne gibi görmektir. Zamanında ebevenyleri tarafından bunu yaşamışsanız sizde çocuğunuza bunu reva görürsünüz. Onun canı, hissi, duygusu, sana öfkelenme ve seni reddetme özelliği olan farklı bir canlı gibi görmeme eğiliminiz var demektir. 

Nasıl ki bir insanın büyümesi bir zaman alıyor. Ebeveynlerin de kendi çocukları için doğru yolu, yöntemi, kişiyi, ilacı , çareyi , iyilik halini bulmasının zaman aldığının bilmesi gerekli. 

Herkes kendi kaderini yaşıyor bir şekilde  

Ama en doğru yol her zaman

en kestirme, en akla hemen gelen ve herkesin çok yaptığı değil daha analitik, daha doğru olanı anlamak için araştırması ve hakikat için emek harcamasıdır. 

Bu çaba bezen bir tarafta bilimin kafa karıştırıcı, yoğun eğitim-terapiler, masraflar ve pahalılık arasına ebeveynleri sıkıştırıyor veya kendi çaresizlik, kader, sınav, hızlı kurtulma ve çabucak normalleşme kaygılarıyla başbaşa kalmasına sebeb oluyorsa da biz yetişkinlerin bakıma en muhtaç, en çaresiz, en savunmasız durumundaki ve büyümesi için çaba harcanması gereken çocuğumuz için en iyiyi en gerekli ve en etkili yolu bulmak zorundayız.

Bir bebek doğduğunda tüm aile onun gelişimi, büyümesi, insanlaşması için nasıl seferber oluyorsa; hizmete-desteğe-yardıma ihtiyacı olana, koşulları yetmeyene, eşitsiz, adil gelişim koşullarından mahrum olana, ulaşamayanlara devlet; ÇOCUKLARIN en ÜSTÜN YARARI ilkesini hayata geçirmelidir.

Bu çocuklara EN AZ ZARAR veren eğitim-terapi koşulları sağlamalı 

EN AZ KISITLAYICI ortam-mekan-araç-ilişki oluşturmalı ve bu tarz ilaç, tedavi modeli önerenleri yskından takip edip denetlemeli ve yasal olarak her vatandaşını korumalı mağduriyet ve çaresizliği besleyen uygulamalara izin vermemelidir. 

Eğer sistem, herkesin ihtiyacına uygun, yetenek ve ilgilerine, GÜÇLÜ yönlerine uygun eğitsel-terapötik koşulları sağlanırsa

Ancak bu şekilde 

daha ADİL,

daha EŞİT ve 

daha ÜRETKEN bir insan ilişkileri ortamı oluşur. Ve bu tarz sahte-yanmlış-yetersiz tedavi seçeneği denetlenmiş olur. Yok olur insanlar ihtiyaç duymaz diyemem ama denewtlenirse ve doğru olan açıklanırsa insanlarda doğru olanı seç.meye başlar. Bunun sayısız örneğini tarihsel koşullar bize gösteriyor. 

Bu yüzden tekrar şunu sylemek isterim.

eğitim saatlerinin

ve merkezlerin-kurumların sayısının artırıldığı, 

personelin profesyonel hale getirildiği,

bilimsel-kanıta dayalı uygulamaların desteklendiği Nitelikli, ulaşılabilir, sürdürülebilir bir özel eğitim politikalarına ihtiyacımız var. 

Sürdürülebilir özel eğitim politikası veya otizm eylem planı gibi planlamaların hayata geçmesi için ebeveynler bu tarz çağrılarını her fırsatta her yerden yapmalılar, 

bu çağrıya ve paylaşıma kim destek veriyorsa önemli ve anlamlıdır.

Ebeveynler kendi sosyal destek sistemlerini, yardımlaşma-dayanışma-biraraya gelme pratiklerini oluşturmadıkları sürece etkili/yetkili kişilerin yardım-bağış ile şükür arasında kalacaklarını bilmeliler 🧐

Dünya alışkanlıktan değil sevgiden dönmeye başlasın diye yapıyoruz bütün bunları.”

Siz ne düşünüyorsunuz ?

Engin EKER

(Yrd. Doç. Dr.) İstanbul Aydın Üniversitesi, Psikoloji Bölümü, engineker@aydin.edu.tr

Özet

Otistik bebeğin insan gelişiminin ilk evresi olan “Normal Otistik Evrede” takıldığı-saplandığı düşünülmektedir ya da bu evreyi kısmi adaptasyonlarla geçirebildikleri için bütüncül olarak bu evrenin özelliklerini aşamadıkları. Bebeğin anne ilişkisi içinde ruhsal dünyanın kabuğunu kıramaması ve iç dünyasını dış uyaranlara açarak yaşamsal doyumu önce anneye daha sonra dış dünyaya yöneltmeyi becerememesi, otizmde en temel unsurdur. Bu yeti kazanılamadığı için sonraki “Normal Ortak Yaşamsal Dönem”e geçilememektedir. Çünkü bu evre, anne ve bebeğin bütünleşmesinin ve insan yavrusunun ilişki kurmasının ilk adımıdır. Otistik bebek hayatı boyunca dış dünyaya kapılarını açamaz, kapıdan ilk görünenle-anneyle- de karşılaşma şansını kaçırır. Ortak yaşamsal ilişkiye geçemez. Bu dönemde, bebek anne tarafından fiziksel olarak doyuruldukça duygusal olarak da ihtiyaç-hoşnut olma nesne ilişkisi başlar. Bu dönemin en önemli özelliği kalıtımsal olarak insan yavrusunun anne ile ikili bir birim içinde duygusal bir bağ oluşturma yetisidir. Daha sonraki tüm insan ilişkilerine zemin hazırlayan bu yeti, otistik bebekte yeşermeye fırsat bulamaz.

Anahtar Kelimeler: otizm, anne çocuk ilişkisi, otistik evre, normal ortak yaşamsal evre.

Abstract

A Psychoanalytical View to Autism

It is thought that autistic infants are fixed to the first phase of human development “Normal Autistic Phase”, in other words, they are not exceed entirely characteristics of this phase because they can be integrated with a partial adaptation. In the mother relationship failure to break the shell of the mental world and to manage orientate vital pleasure to firstly mother than secondly whole world by opening inner world to external stimulants of baby, is the basic element in autism. These skills cannot be acquired therefore It isn’t possible to pass next normal symbiotic phase. Because this stage is the first step of integration mother and baby and building relationships of human babies. Autistic infants cannot open their doors to the outside world throughout their life and misses the chance of encounter first appearing from the door which is mother. Also autistic infant cannot pass to normal symbiotic relationship. During this period, as the baby was satisfied physically by mother, need-pleasure object relationship starts in emotionally. The most important feature of this period is the ability to create genetically an emotional bond of human baby in a bilateral unit with baby’s mother. This ability which prepares the ground for all subsequent human relationships, does not find opportunities to develop in autistic infants.

Keywords: autism, relationship between mother and child, autistic phase, normal symbiotic phase.

Giriş

Otizm, ilk olarak 1943 yılında Amerikalı çocuk psikiyatristi Leo Kanner tarafından “Erken Çocukluk Otizmi” olarak adlandırılmıştır. Otizm, daha sonraki yıllarda çeşitli kurullar ve kişiler tarafından da incelenerek Kanner’in tanımı geliştirilmiştir. Günümüze kadar yapılan tanımları ve görüşleri Rutter ve Schopler, dört ana başlık altında toplamıştır:

1-Otizmin ortaya çıkma sıklığı 30 aylıktan önce görülmektedir.

2-Çocukların konuşma ve dil gelişiminde belirgin bir gecikme söz konusudur.

3-Zihinsel gelişimle ilişkisi olmayan, ancak sosyal gelişimle ilgili bir ye- tersizlik söz konusudur.

4- Belirgin davranışları arasında kalıplaşmış oyun, aynılığı koruma ve değişikliğe karşı tepki gösterme yer almaktadır (Rutter, ve Schopler, 1987). Bu gibi temel belirtilerle kendini gösteren otizm’in gerek nörotransmitter gerekse hormon düzeyinde herhangi bir belirgin bir farklılığının olmaması, geçmiş yıllarda ortaya atılan sekretin hipotezi ya da tiomersal aşısıyla ilgili iddiaların bilimsel kriterlere ulaşamaması, otizmin duygusal alanının birincil öneme sahip olduğu savını güçlendirmektedir.

Otizmin Duygusal Alanı ve Ailesel Yansımaları

“Bir kendini oluşturma” problemi olarak da düşünülebilen otizm, daha anne karnında cenin üzerinde etkili olmaya başlamaktadır. Çoğu gebeliğin seyri sorunlarla aksamakta, düşük riski doğmakta ya da gebelikler düşükle sonuçlanmaktadır. Bunun dışında da doğumda birçok sorunun ortaya çıktığı görülmektedir (Kayaalp, 2007).

Doğumla birlikte yenidoğanın psikolojik varlığını kabul etmesi süreci başlamaktadır. Mahler’in vurguladığı gibi yeni doğanlar ve küçük bebekler, dış dünyaya göre ‘ayarlanmadan’ doğmakta ve bebeğin biyolojik doğumu ile psikolojik doğumunu birbiriyle çakışmamaktadır (Mahler, 1974). Bebeğin psikolojik doğum süreci, biyolojik doğumu ve doğum sonrası normal otizm dönemini takiben yaşanan ve hayatın ilk üç yılını içine alan bireyselleşmenin, nesne ve kendilik algısının inşa edildiği, süreklilik kazandığı bir süreçtir. Bu süreçte anne ile bebek arasında ikili ilişkiler vardır. Beynin gelişimi ile birlikte tekrarlayan, çok sayıda kendilik ve nesne izlenimleri (imajları) içe alınarak, kendilik ve nesne tasarımları oluşturulur.

Temsili dünyanın temel birimleri nesne ve kendilik temsilleridir. Bu temsillerin birbirinden ayrışması ve değişik yönlerinin kendi içinde bütünleşmesi öznel dünyanın kurulması ve sağlamlaşması için çok önemlidir. Öznel dünyanın kurulması ve üzerinde yükseleceği temsiller dünyasının organize edilmesi otizmde gerçekleşememektedir.

Bebekliğin en erken dönemlerinde kendilik ve nesne temsilleri birbirinden ayrılmamıştır. Yenidoğan, derece derece kendi duygularını ve bu duyguları onda yaşatan nesneyi (anneyi) birbirinden ayırma kapasitesini kazanır. Böylece denilebilir ki, yenidoğanın ilk gelişimsel ödevi, kendilik temsillerini ilk nesnelerinin, özellikle annesinin temsillerinden farklılaştırması ve ayırması, böylece tam oluşmamış olsa da kendilik ve nesne arasında sınırları çizmesidir.

Bu gelişim sürecinin ilk basamağı olan ve her yeni doğanın geçtiği “Normal Otizm Dönemi”nin özellikleri bir patoloji olarak otizmi anlamamızda çok büyük önem taşımaktadır. Otistik bebeğin takıldığı düşünülen bu dönemde kazanılması gereken ruhsal yetenekler ve beceriler edinilememekte ya da kısmi becerileri edinilmektedir. Normal Otizm Dönemindeki saplanmalarda bir sonraki dönem olan “Ortak Yaşamsal Dönem” davranışlarının gelişmediği gözlenir. Genelde ağır yapısal kusurlar mevcut olup, erken çocuksu otizm ortaya çıkar (Mahler, 1974).

Normal Otizm Dönemi: Yaşamın ilk bir ayıdır. Bu dönemin temel işlevi, doğum sonrası koşullarda organizmanın dengesini ruhsal-bedensel düzeneklerle sağlamaktadır. Yenidoğan, açlık sancılarına karşı uyanma dışında, zamanın çoğunu uykuda geçirir. Ağlama gibi duygulanımsal ve motor boşalım örüntüleri, annenin gereksinimlerini karşılamasını sağlayan sinyaller olup bilinçsiz olarak anneye ulaşır. Normal Otizm Döneminde bebek varsanısal arzu doyumunda kendine yeterlidir. Yeni doğan, iç ve dış dünyanın veya annenin farkında değildir. Bu dönemde bebeğin dünyası nesnesizdir, organize kendilik imajı ve nesne imajı gelişmemiştir. Anne, bir dış ego (ben) olarak işlev görmekte, yani annenin bakım ve ilgisi, yenidoğanı iç ve kuvvetli dış uyaranların seli altında kalmaktan ve örselenmekten korumakta, bir yandan da bedensel algıların yavaş yavaş dışarıya yönelmesine yardımcı olmaktadır (Mahler ve McDevitt, 1989).

Bebeğin gelişiminde, gereksinim nesnesi, içsel varsanısal nesneden derece derece dışarıdaki kaynağına dönmeye başlar. Dışarıdaki gereksinim bağlantılı nesneyi biraz olsun fark edince, bebek Normal Ortak Yaşamsal Döneme doğru adım atmaya başlayacaktır. Fizyolojik gereksinim yavaş yavaş psikolojik arzu haline gelir ve duygulanımlar nesne bağlarını kurarlar. Nesne imgesinin sınırları ortaya çıkmaya başlar. Ortak Yaşamsal Dönemde ise, annenin doyurucu bakımı sayesinde çocuğun ben ve ben olmayanı haz ve acı veren deneyimleri birbirinden ayırmayı öğrendiğini bildirmişlerdir (Mahler, Pine ve Bergman, 1975).

Bebeklerin önemli bir başka deneyimsel özellikleri, çelişen duygulanımsal renklere sahip temsilleri bütünleştirme ve sentezlemedeki olanaksızlıklarıdır. Böylece ikinci adımın ismi konmuş olur. Olumlu duygulanımlarla renklenmiş nesne temsilleri ile olumsuz duygulanımlarla renklenmiş nesne temsillerinin sentezlemesi. Böylece olumlu ve olumsuz nitelikleri ile bir bütün nesne temsili oluşur. Aynı şekilde bu gelişme kendiliğin sentezlenmesi ve bütünleşmesi için de geçerlidir. Bebek dışarıda çizdiği resmin bir benzerini kendi içinde de çizmektedir (Mahler ve McDevitt, 1989).

İnsanoğlunun belki de en önemli sorunlarından biri olan bu duygulanımlardan bilişlere doğru giden yoldur. İnsanoğlu bir duygulanımı, onun içinde bulunduğu her şartı göz önüne alarak isimlendirir ve iç dünyada ona bir temsil verir, bu temsiller bilişlerin ilkel halleridir. Duygulanımdan temsillere ve daha sonra bilişlere giden bu akışı otistik bebek, gerçekleştirememektedir. Bu sürecin sonunda ulaşılacak olan mertebe nesne sabitliğinin oluşturulmasıdır. Bu kavram ile kastedilen dışarıdakini/diğer insanı, kendine ait gereksinimleri ve duygusuyla ayrı bir birey olarak tanımak ve onun imgesini – olumlu ve olumsuz olmak üzere – gerçek nitelikleriyle görebilmek ve bunu sürekli hale getirmektir. Böyle bir oluşumun paralel yansıması kendilik için de mevcuttur. Kendilik, uyumlu ve dengeli bir imgeye sahiptir; çevresel değişkenlerden az ya da çok bağımsız bir renklenmeyi yaşar. Bu gelişimin sonunda ulaşılan sonuç nesne sabitliğidir. Nesne sabitliğini ve paralel olarak kendilik sabitliğini de sağlayamayan otistik çocuğun sanki duygusuzmuş gibi, meşgul oldukları eylemlerle uygunsuz sabit, donuk bir duygulanımları vardır (McDevitt ve Mahler, 1989).

İnsani ilişki içerisinde duygulanımsal boyutun olmaması, anne-çocuk ilişkisindeki en büyük boşluğu oluşturur. Otistik çocuğun annesi, çocuğuyla iletişim kuramaz, annelik becerilerini kullanamaz. Çocuğuyla özdeşim kurarak onun ihtiyaçlarını ve bakımını sağlayamaz. Bu annelik hayalleri kurmuş ancak gerçekleştirememiş bir kadın açısından kendi çocukluğunun ve anne-kız ilişkisinin onarılması şansını da kaybetmesi anlamına gelmektedir.

Otistlerin iç dünyada bir kendilik oluşturamamaları, dış dünyada nesneyi keşfedememelerinden kaynaklanmaktadır. Ben-ben olmayan farkını öğrenebilmek için algıların benzer olanlarının birbirine bağlanabilmesi gerekir. Ancak otistikler detaylara takılma özelliği gösterirler. Duyusal bütünleştirme yetenekleri olmayan otistler, bir nesnenin beş duyuya hitap eden özelliklerini bir araya getiremezler. Duyu unsurları kopuk bir şekilde dağılırlar. Bir tür çökme mekanizması kullanan otistler, normal bir bebeğin gelişiminde 2 ay civarında göstermesi gereken “Sosyal Gülümseme” tepkisini veremezler. Bedenden gelen haz verici uyaranların bir araya gelmesiyle oluşan hoşnutluk halinin bir göstergesi olan gülümseme, otistik bebek annenin varlığından gelen uyaranları ayırıp sentezleyemediği ve bütünleştiremediği için ortaya çıkamamaktadır. Aynı şekilde 8 ay civarında bebeğin tüm iç ve dış algılarından ortaya çıkardığı cepheden anne fotoğrafı ve bunun tanınması, otistik bir bebekte gerçekleşememektedir. Otistik bebek anne ve anne olmayanı ayırt edemediği için yabancı kaygısı da ortaya çıkmamaktadır çünkü onun için nesne(tüm dış dünya) fark edilmeyen yani yabancı kalandır (Kayaalp, 2007).

Dili öğrenmek de, konuşmak da ötekiyle ilişki kurmaktan geçiyor. İnsanoğlu ancak ve ancak ilişki içerisinde konuşur. “Öteki”, varlığımızı kabul etmek ve kendisinden bir şey istemek için vardır. Ötekinin varlığını kabul etmek, onunla ilişki kurulabileceğini de göstermektedir. Konuşma da ancak bu düzlem içinde var olmaktadır. Konuşma duygusal alanın içinde gerçekleşmektedir. Duygusal boyutu olmayan bir iletişim pratiği işkenceye dönecektir. Ancak otistlerin dili öğrenebilme kapasiteleri de bu duygusal alanın devreye sokulmadığı bir pratiktir. Bu nedenle iletişimin ancak belli başlı kalıpları öğrenilir ve asla kendiliğindenlik yoktur. Kendiliğindenlik arzu etmek demektir. Arzu etmek için de içeride bir benliğin oluşmuş olması gerekir ki bu benliğini karşısındaki kişiye yansıtabilsin.

Otistik çocuktaki bu düzeyin olmayışı iletişimin karmaşık boyutlarına geçişi de engellemektedir. Dil bir semboller bütünüdür. Bu semboller bütünü otistik hayatta reddedilir. Hele ki dilin mecazi anlamları, farklı okumaları dil düzeyine gelebilmiş otistler için bile yabancıdır. Değişmezlik arzusuna ki bu iç ve dış nesneyi sabitleyememekten kaynaklanıyordu, uymayan mecaz anlamlar, kinayeler, espriler ve atasözleri otistler için güvenilmez ve anlaşılmazdır. Otistler o nedenle yalan söylemezler. Çünkü lisan, bilgilendirmeden ziyade içsel gerçekliği saklama amacına hizmet eder. Ancak otistler bu amaçla dili kullanamazlar, içsel gerçekliği saklamak ya da ortaya çıkarmak gibi bir seçenekleri yoktur, içeriyi koruyacak bir kalıp, bir zırh oluşturamamışlardır.

Otistik çocukların eğitimlerinde dikkat çeken unsur, iletişim kalıplarını öğrenme biçimleri değil, bu eğitim vasıtasıyla sürekli ve düzenli bir ilişki içine girmiş olmalarıdır. Birçok otistik çocuktaki sevindirici gelişmeler eğitimin bir ilişki çerçevesinde verilmesinin onlara yararlı gelmesidir.

Otistik bebeğin insan gelişiminin ilk evresi olan “Normal Otistik Evrede” takıldığı-saplandığı düşünülmektedir ya da bu evreyi kısmi adaptasyonlarla geçirebildikleri için bütüncül olarak bu evrenin özelliklerini aşamadıkları. Daha önce değindiğimiz kabuğun kırılamaması, bebeğin anne ilişkisi içinde iç dünyasını dış uyaranlara açarak yaşamsal doyumu önce anneye daha sonra tüm dünyaya yöneltmeyi becerememesi en temel unsurdur. Bu yeti kazanılamadığı için sonraki “Normal Ortak Yaşamsal Dönem”e geçilememektedir. Çünkü bu evre, anne ve bebeğin bütünleşmesinin ve insan yavrusunun ilişki kurmasının ilk adımıdır. Otistik bebek hayatı boyunca dış dünyaya kapılarını açamaz, kapıdan ilk görünenle-anneyle- de karşılaşma şansını kaçırır. Ortak yaşamsal ilişkiye geçemez. Bu dönemde, bebek anne tarafından fiziksel olarak doyuruldukça duygusal olarak da ihtiyaç-hoşnut olma nesne ilişkisi başlar. Bu dönemin en önemli özelliği kalıtımsal olarak insan yavrusunun anne ile ikili bir birim içinde duygusal bir bağ oluşturma yetisidir (Mahler ve McDevitt, 1989). Daha sonraki tüm insan ilişkilerine zemin hazırlayan bu yeti, otistik bebekte yeşermeye fırsat bulamaz.

Sonuç

İlişki zemini kaybeden sadece otistik insan yavrusu değil anne-babadır da. İnsan neden bebek sahibi olmak ister, nedir asıl hedeflediği? Bebek, çifte nesillerini devam ettirme şansı verirken aynı anda anne-babaya kendi çocukluklarını onarma şansını verir. Anne-baba olmak, kendi çocukluk rolü karşısında deneyimlediği anneliği/babalığı yansıtarak mümkün olur (Kernberg, 1995). Anne-babalar kendi yoksunluklarını, eksikliklerini bebeklerinin yaşamaması konusunda çok hassastırlar. Kendi çocukluk fantezilerini, doyurulma fırsatı bulamayan, engellenen arzularını ve hayal kırıklıklarının telafisini yeni doğan bebeğiyle aşmak ister anne-baba. Bu açıdan bebek, anne-babanın narsistik bir uzantısıdır. Gerçekleştirilememiş tüm hayaller bebekle gerçekleştirilecektir, bebek böylelikle değerlenir ve idealleştirilir (Parman, 2003).

Aynı zamanda bu yolla ebeveynler kendilerinden bir izi bebeklerinde bırakarak bir bakıma ölüme de karşı çıkmış olacaklardır (Parman, 2003). Nesillerinin devamını da garanti etmiş olan ebeveynler, yaşlılık yıllarında çocuklarının bakımına duyacakları ihtiyacı da göz önünde tutabilir.

Tüm bunlar, bebekleri ebeveynin geleceğinin bir sembolü haline getirir ve tüm narsistik yatırımların kendine yansıtılmasını sağlar. Bebek ebeveynin benliğinde hissettiği defoları, yaraları iyileştirmekle kalmayacak, bunları sonraki nesillere de aktaracaktır. Bu şekilde duygusal bir bağ kurulan ve bir bakıma bel bağlanan bebek kavramı, tüm bu idealize edilmiş figürün içini dolduramazsa ortaya iki taraf için de zor durumlar çıkmaktadır. Bu durum bebeğin anne-babanın ideallerine uymadığı her durum için geçerlidir. Yoğun bir depresyon ve narsistik yaralanma yaşayan ebeveynler, bunu çocuklarına yansıtmakta ve nesne ilişkileri suçluluk, cezalandırılma ekseninde gelişmektedir. Ancak otistik çocukların çoğunda eksik olan, diğer engel gruplarında belli düzeylerde mümkün olan yansıtmaların yani ilişki kurabilme ihtimalinin bile olamamasıdır. Bu tip bir çıkışsızlığın ve çaresizliğin yaratacağı depresyon kolay baş edilebilecek gibi değildir.

Bu nedenle bununla baş etmekte zorlanan aileler, haklı olarak otistik çocuklarında sağlayamadıkları doyumu sağlamak ve derin depresyonlarını telafi edebilmek için yeni bir bebek doğurma yolunu seçmektedirler.

KAYNAKÇA

  1. [1]  Kayaalp, L. (2007). Gelişimsel Psikopatoloji Dersi Yayımlanmamış Ders Notları. İstanbul.
  2. [2]  Kernberg, O. F. (1995). Love Relations. Normality and Pathology. New Haven and London: Yale University Press.
  3. [3]  Mahler, M.S. (1974). Symbiosis and ındividuation :The psychological birth of the human infant. Psychoanal. study child (29): 89-106.
  4. [4]  Mahler, M.S. ve McDevitt, J.B. (1989). The seperation – individuation process and identy formation .
    The Course of Life (2): 19-35.
  5. [5]  Mahler, M.S., Pine, F. ve Bergman, A. (1975). The Psychological Birth of the Human Infant: Symbiosis and Individuation.
    New York, Basic Books.
  6. [6]  McDevitt, J.B. ve Mahler, M.S. (1989). Object Constancy, Individuality and Internalization. The Course of Life (2): 37-60.
  7. [7]  Parman, T. (2003). Ergenlik ya da merhaba hüzün. Bağlam Yayıncılık. s: 60-65.
  8. [8]  Rutter, M. & Schopler, E. (1987). Autism and pervasive developmental disorder: Concept and diagnostic issues. Journal of Austism and Developmental Disorders (17): 159-86.

Aydın Toplum ve İnsan Dergisi Yıl. Sayı. – 2015 (69-77) 77

Kaynak : https://dergipark.org.tr/tr/download/article-file/651128

Son altmış yılda, yeni psikiyatrik hastalıkların sayısında olağanüstü bir büyümeye tanık olduk. Amerikan Psikiyatri Derneği’nin ilk kez 1952’de yayınlanan tanı ve İstatistik El Kitabı (DSM), başlangıçta yaklaşık 100 hastalık kategorisini listelemişti. 2000 yılına gelindiğinde, bu sayı üç katına çıktı. “Öğrenme güçlüğü”, “DEHB”, “Asperger sendromu” ve elli yıl önce neredeyse duyulmamış diğer koşullar hakkında haberlerde duymaya alıştık.

Ulusal Ruh Sağlığı Enstitüsü’nden bir rapor, Amerikan nüfusunun yaklaşık dörtte birinin belirli bir yılda bir psikiyatrik bozukluktan muzdarip olduğunu ve genel Psikoloji Arşivlerindeki bir makalede belirtildiğine göre, bir ömür boyu boyunca, tüm insanların yaklaşık yarısının hayatları boyunca bir akıl hastalığından muzdarip olabileceğini ileri sürdüğünü göstermektedir. Harvard Tıp Fakültesi profesörü John Ratey tarafından birçok insanın psikiyatrik koşulların daha hafif versiyonlarına sahip olduğu gözlemlediklerini belirtir. (Onlara “gölge sendromları” diyor) ve ”Ülkedeki neredeyse her bireyin bir dereceye kadar psikiyatrik bir hastalığı olabileceği sonucuna varıyoruz.”

Akıl hastalığının büyümesindeki bu salgın, yapımında bir kriz olduğunu göstermektedir. Amerikan halkının büyükçe bir yığınını patolojize etmek için çok fazla ilerlediğimiz ortaya çıkmadan önce, listeye yeni psikiyatrik hastalıklar eklemeye ne kadar devam edebiliriz? Ancak bu krize bir cevap var.

Nörodiversite kavramı, zihinsel işleyiş hakkında nasıl düşündüğümüzde bir paradigma kayması sağlar. Amerikan halkının büyük kısımlarını zihinsel işlemlerinde eksiklik, hastalık veya işlev bozukluğundan muzdarip olarak görmek yerine, nörodiversite, bunun yerine bilişsel işlevdeki farklılıklar hakkında konuşmamız gerektiğini önermektedir.

Biz biyo-çeşitlilik ve kültürel çeşitlilik farklılıkları hakkında konuşmak gibi, biz beyin farklılıkları hakkında konuşurken de benzer bir yaklaşım izlememiz gerektiğini önerir.

Yaprakları olmadığı için bir calla lily  çiçeğini patolojikleştirmiyoruz. (örn. petal deficit disorder), Veya farklı ten rengine sahip birini de biz bir “pigmentasyon disfonksiyon muzdarip olarak bir birey teşhis edip hasta muamelesi gördürmüyoruz. Benzer şekilde, farklı düşünme, ilişkilendirme, katılma ve öğrenme yollarına sahip bireyleri hastalık patolosine sokmamalıyız.

Neurodiversity kelimesi, 1990’ların sonunda iki kişi tarafından oraya atıldı: gazeteci Harvey Blume ve Otizm savunucusu Judy Singer. Blume, Atlantik’in 1 Eylül 1998 sayısında şunları yazdı: “Biyoçeşitlilik, genel olarak yaşam için olduğu gibi, insan ırkı için de çok önemli olabilir. Herhangi bir anda hangi bağlantı türünün en iyi kanıtlayacağını kim söyleyebilir? ” diye yazar.

1999 tarihli bir kitap bölümünde bir şarkıcı:” neden hayatında bir kez olsun normal olamıyorsun?” diye yazar: ” benim için, ‘otistik spektrumun ‘temel önemi, nörolojik çeşitliliğin siyasete olan yansımalarında veya ‘Nörodiversite’ olarak adlandırdığım şeylerde yatmaktadır. ‘Nörolojik olarak farklı’, sınıf/cinsiyet/ırkın tanıdık siyasi kategorilerine yeni bir ek bakışı ekler, engelliliğe farklı bir bakış açısı sunacaktır.”

Wikepedia neurodiversity’i şöyle tanımlar: “…atipik (nörodivergent) nörolojik gelişimin, başka bir insan varyasyonu olarak kabul edilmesi ve saygı gösterilmesi gereken normal bir insan farklılığı olduğunu ileri süren bir fikirler bütünü.”

Çevrimiçi bir Sözlük, nörodiversiteyi şu şekilde karakterize eder:” İnsanın sorunlu gibi gözüken zihinsel veya psikolojik nörolojik yapıların veya davranışların çoğu, insan biyolojisinin alternatif, kabul edilebilir formları olarak görülüyor.”

Bireysel nörolojik farklılıkları hesaba katan nörodiversite kavramı sayesinde insanın zayıf, eksik ve yetersiz olarak görülen zayıf yönlerini değile de daha güçlü yönlerine dayalı bir söylem oluşabilir.

Örneğin disleksikler, görsel düşünme yetenekleri ve girişimci güçleri açısından güçlü görülebilir. DEHB olan insanlar yeni öğrenme durumları için bir tutku sahip olarak kabul edilebilir.

Otizmli bireyler, bilgisayar programlama veya matematiksel hesaplama gibi sistemlerle tesislerine bakılabilir. Bipolar bozukluğu olan kişiler sanat yaratıcı takipçiliği için takdir edilebilir.

  • Bu materyal Thomas Arsmtrong’un kitaplarına dayanıyor : Nöroçeşitliliğin Gücü: Sınıfta Farklı Kablolu Beyin ve Nöroçeşitliliğinizin Avantajlarını Açığa Çıkarma: Özel İhtiyaçları Olan Öğrencilerin Okulda ve Yaşamda Başarılı Olmalarına Yardımcı Olmaya Yönelik Güçlendirmeye Dayalı Stratejiler.

Kaynak : https://www.institute4learning.com/resources/articles/neurodiversity/

Armstrong, Thomas.  The Power of Neurodiversity:  Unleashing the Advantages of Your Differently Wired Brain.Cambridge, MA:  DaCapo Lifelong/Perseus Books, 2011.

Nöroçeşitlilik (Neurodiversity), çeşitli nörolojik koşulların insan genomundaki normal varyasyonların sonucu olduğunu savunan öğrenme ve engelliliğe yönelik bir yaklaşımdır. 1990’ların sonlarında doğal olarak patolojik olarak nörolojik çeşitlilik manzarasına hakim bir meydan okuma olarak ortaya çıkmıştır. Bu Birleşik kelime, nörolojik farklılıklar olarak görülen, cinsiyet, etnik köken, cinsel yönelim veya engellilik durumu ile nörolojik farklılıkları olan ile diğer toplumsalın parçalarıyla eşit toplumsal bir kategori olarak saygı gösterilmesi gerektiğini ileri sürer.

Thomas Armstrong tarafından yazılmış olan “Nöroçeşitliliğin Sekiz Prensibi”ne dayanan aşağıdaki yazı Nöroçeşitlilik kavramının ana hatlarını verdiği için değerli buluyoruz.

  1. İnsan beyni bir makineden çok bir ekosisteme benzer.
Beyin ormanı

Şimdiye kadar, en sık kullanılan metafor beyni bir makine yada bilgisayara benzetmekti. Bununla birlikte, insan beyni donanım ya da yazılım değildir; Beynin inanılmaz derecede karmaşık bir ekosistem ağı olarak nitelendirmek, beyni tek taraflı, kapalı, cansız bir makine metaforuyla açıklamaktan uzaklaştırır. Bu yeni beyin anlayışını daha iyi yansıtan bir söylemdir. Böylece beyin daha canlı, etkileşime dayalı yaratıcı potansiyelleri içeren daha farklı bir model olarak düşünülmeye başlanır.

2. İnsan Beyninin Yeterliliğinde Süreklilik Vardır.

”Engellilik, bozukluk, yetersizlik ” gibi daha olumsuz ve dışlayıcı kategoriler yerine ve bunları ayrık varlıklar olarak görmektense, insanların bu durumlarını spektrumun farklı bir yerinde olduğunu görmek, anlamak gerekiyor. Ayrıca beynin belli bir işe, işleve yada işlevsizliğe olan yeterlilikleri yerine bunun belli bir zamandaki sürekliliğinden bahsetmek daha uygundur. Farklı yeterlilik seviyelerinde olduğumuzu anlamak önemlidir.

Bu ayrıca, hepimizin okuryazarlık, sosyallik, dikkat, öğrenme ve diğer bilişsel yeteneklerle ilgili farklılıklar içinde olduğumuzu ve dolayısıyla hepimizin “normal” ve “engelli” olarak ayrılmak yerine birbirimize bağlı ilişkiler ağı içinde olduğumuzu gösteriyor. İnsan beyninin doğal çeşitliliğinin bir parçası ise, sadece varolanın dışındaki çoğu şeyi hastalık olarak tanımlamamak gerekiyor.

3. İnsan Yeterliliği, Ait Olduğumuz Kültürün Değerleri ile Tanımlanır.

Birey, ''Engelli'' veya ''Yetenekli'' olarak nasıl kabul edilirse edilsin, bu kavramlar büyük ölçüde ne zaman ve nerede tanımlandığına göre değişir.

Engellilik kategorileri genellikle bir kültürün değerlerini derinden yansıtır. Örneğin, Disleksi, herkesin okuma yazma bilmesi gerektiği günümüz dünyasının toplumsal değerine dayanır. Yüz elli yıl önce, bu durum böyle değildi ve disleksi bilinmiyordu. Benzer şekilde, otizm, ilişkide olmanın, konuşmanın, etkileşime girmenin yalnız olmaktan daha iyi olduğunu öne süren kültürel değeri yansıtabilir. Tanı ve. Teşhis kategorilerinin tamamen bilimsel temelli olmadığını, bu daha derin sosyal önyargıları yansıtabileceğini kabul etmeliyiz.

4. Birey, ”Engelli” veya ”Yetenekli” olarak nasıl kabul edilirse edilsin, bu kavramlar büyük ölçüde ne zaman ve nerede tanımlandığına göre değişir.

Birey, ''Engelli'' veya ''Yetenekli'' olarak nasıl kabul edilirse edilsin, bu kavramlar büyük ölçüde ne zaman ve nerede tanımlandığına göre değişir.

Farklı zamanlarda ve yerlerde, kültürel değerlere bağlı olarak farklı engellilik/yetenek tanıları olmuştur. Örneğin, iç savaş öncesi Amerika’da, siyahları ezmek için “Drapetomania” adı verilen bir bozukluk tanımlanıyordu. Anlamı “kişinin köle ustalarından kaçma dürtüsüyle ilgili bir saplantı” idi ve ırkçı köklerini yansıtıyordu. Hindistan’da, bugün, Batı’da şizofren olarak etiketlenecek, ancak yerel halk tarafından kutsal varlıklar olarak kabul edilen insanlar var. Tanısal etiketleri mutlak ve kesin olarak görmemeli, bunun yerine belirli bir sosyal ortama göre tanımlandıklarını ve anlamlandırıldıklarını düşünmeliyiz.

5. Yaşamdaki Başarı Birinin Beynini Çevreleyen Ortamın İhtiyaçlarına Uyarlamaya Dayalıdır.

Bununla birlikte, 3. ve 4. Prensiplere rağmen, başka yerlerde ya da başka zamanlarda yaşamadığımız doğrudur, dolayısıyla acil ihtiyaç şu andaki çağdaş kültürümüze uyum sağlamaktır. Bu, disleksik bir insanın okumayı öğrenmesi gerektiği, otizmli bir bireyin başkalarıyla sosyal olarak nasıl ilişki kurulacağını öğrenmesi gerektiği, şizofrenik bireyin daha rasyonel ve daha fazla düşünmesi gerektiği anlamına gelir. Psikoaktif ilaç tedavisi veya yoğun iyileştirme programları gibi araçlar bu amaçlara ulaşmada yardımcı olabilir.

6. Yaşamdaki Başarı, Bizi Çevreleyen Ortamın Beynimizin İhtiyaçlarına Uygun Bir Şekilde (Niş Organizasyonu*) Değiştirilmesine Bağlıdır.

Çoğu insan tüm dikkatini ve enerjisini, kendilerini bulduğu ortama adapte etmeye odaklamaya çalışır ki bu, yuvarlak bir çiviyi kare bir deliğe sığdırmak gibi bir şeydir. Ayrıca, bireyin kendi çevresini kendi beyninin ihtiyaçlarına göre değiştirmesine yardım etmenin yollarını bulması gerektiğini de unutmasına yol açar.

7. Niş Organizasyonu, Bir Bireyin Özel İhtiyaçlarına Uygun Özel Kariyer ve Yaşam Tarzı Seçimleri, Yardımcı Teknolojiler, İnsan Kaynakları ve Diğer Yaşam Geliştirme Stratejileri içerir.

Çevreyi, nörolojik farklılığımıza uygun şekilde, beynimizin gereksinimlerine dayanacak şekilde değiştirmek için birçok araç, kaynak ve strateji vardır. Örneğin, DEHB olan bir kişi, yenilik ve hareket içeren bir kariyer bulabilir, gününü düzenlemede yardımcı olması için bir iPhone kullanabilir ve daha iyi sosyal beceriler geliştirmesine yardımcı olmak için bir antrenörden destek alabilir. Aynı şeyler diğer farklı beyin çeşitliğindeki çocuklar içinde geçerlidir.

8. Pozitif Niş Yapısı Beyni Doğrudan Değiştirir ve Sırayla Çevreye Uyum Yeteneğini Artırır.

Farelerle yapılan deneylerde, sinirbilimciler, daha zenginleştirici bir ortamın beyindeki daha karmaşık bir nöral bağlantı ağı ile sonuçlandığını göstermiştir. Bu daha karmaşık beyin, çevredeki çevrenin ihtiyaçlarına uyum sağlamak için daha kolay bir zaman, mekan ve hareket olanaklarına sahip olduğunu anlamına geliyor.

  • Niş : ingilizce olan niche kelimesinin türkçeye çevrilmiş hali. uygun yer, iş, mevki anlamında olmakla beraber  ekolojide, bir canlının varlığını sürdürebildiği yaşama ortamının en küçük birimi anlamına gelir.( Kaynak : https://eksisozluk.com/nis–2160103?p=1)

Niş organizasyon ise, bir organizmanın kendi (veya başka bir türün) yerel ortamını değiştirdiği süreçtir. Bu değişiklikler, organizmanın çevresine fiziksel bir değişiklik olabilir veya bir organizma aktif olarak farklı bir ortam yaşamak için bir habitattan diğerine geçtiğinde kapsayabilir. Niş yapı örnekleri arasında hayvanlar tarafından yuvaların ve yuvaların inşası ve gölgenin oluşturulması, rüzgar hızının etkilenmesi ve bitkiler tarafından besin döngüsünün değişimi yer almaktadır. (https://www.wikizeroo.org/index.php?q=aHR0cHM6Ly9lbi53aWtpcGVkaWEub3JnL3dpa2kvTmljaGVfY29uc3RydWN0aW9u)

Kaynak : https://www.institute4learning.com/resources/articles/neurodiversity/. http://www.2tango.org/information-athens/eight-principles-of-neurodiversity/

Armstrong, Thomas.  The Power of Neurodiversity:  Unleashing the Advantages of Your Differently Wired Brain.Cambridge, MA:  DaCapo Lifelong/Perseus Books, 2011..

Armstrong, Thomas.  The Power of Neurodiversity:  Unleashing the Advantages of Your Differently Wired Brain.Cambridge, MA:  DaCapo Lifelong/Perseus Books, 2011..

Oktay TAYMAZ SARI, Elif BİÇER, Dilek KASIM

Bu araştırma, çocuklarında gelişimsel farklılıklar olduğunu fark eden ailelerin bağımsız bir psikiyatriste başvurmaları sonucunda, otizmde yüksek risk taşıdığı belirlenmiş olan çocukları ile yürütülmüştür. Dört katılımcı ile yapılan bu çalışmada, otizm riski taşıyan, yoğun dürtü kontrolü sorunu olan bu çocuklara, oyun ile öğretim ve aile katılımına yönelik eğitim verilmiştir.

Araştırma sonunda ortaya çıkan verilerde; 1. Katılımcının dört aylık, 2.
Katılımcının altı aylık, 3. Katılımcının iki yıl üç aylık ve 4. Katılımcının bir yıl on aylık eğitsel çalışma sonuçları sunulmuştur.

Ayrıca, eğitim süresince, çocuğun gelişimine ilişkin toplanan nitel ve nicel nitelikteki verilerin aktarılması hedeflenmiştir. Araştırmada kullanılan Ankara Gelişim Envanteri ve ABC sonuçları değerlendirilmiştir.
Ankara Gelişim Envanteri sonuçlarına göre, genel ve alt gelişim alanları boyutundaki puanlarda, tüm katılımcılarda artış olduğu, özellikle en yüksek artışın dil ve bilişsel alanda olduğu görülmektedir. ABC formu sonuçlarına bakıldığında, duyusal alan başta olmak üzere otizm ile ilgili belirtilerin eğitim sonunda tamamen yok olduğu, tüm gelişim alanlarında ve toplam puanda buna bağlı olarak azalma olduğu görülmektedir.

GİRİŞ

Erken çocukluk özel eğitimi, yetersizliği olan veya gelişimsel açıdan risk grubunda olan çocukların ve ailelerinin gereksinimlerini karşılamak, yetersizliğin engele dönüşmesini önlemek ya da çocuğun yaşıtlarıyla gelişim farklılığını en aza indirmeyi hedefleyen bir alandır (SazakPınar, 2006). Erken çocukluk özel eğitimi, şemsiye bir kavram olarak 0-36 aya yönelik erken özel eğitim ve 36-72 aya yönelik okul öncesi özel eğitim dönemlerini kapsamaktadır. Erken çocuklukta özel eğitim bu bağlamda, erken çocukluk döneminde gelişimsel geriliği olan ya da gelişimsel gerilik/yetersizlik riski altındaki çocuklara ve ailelerine sunulan farklı destek (eğitsel, gelişimsel, sosyal, sağlık, beslenme gibi) sistemlerini içerebilen hizmet sunma süreci olarak tanımlanabilmektedir (Diken ve Gül, 2009). Yaşamının ilk yıllarını çoğunlukla ev ortamında geçiren gelişim geriliği gösteren ya da bu riski taşıyan çocuklar için erken eğitim çok önemlidir.

Araştırmanın hepsini okumak İçin TIKLAYINIZ.

Prof. Dr. Stanley Greespan tarafından yayınlana bu kitapta DIR yöntemi, Floortime uygulamalarının temelleri ve gelişimsel risk altındaki ve otizmli çocuklara yapılacak oyun çalışmalarının nasıl yapılması gerektiği ayrıntılı şekilde örnekleriyle açıklanıyor.

Tanıtım bülteninde kitap şöyle açıklanıyor:

‘’ Bu kitap, çocukları için endişelenen ebeveynler, kendilerine danışılan uzmanlar ve otizme sahip bir çocuğa yardımcı olmaya çabalayan ekipler (aile ve uzmanlar) için olduğu kadar bu ürküten rahatsızlıkla ilgili çığır açan bir yenilik bekleyen herkes için son derece değerli bir kaynak. Oyun terapisi ve DIR programları heyecan verici yeniliklerle dolu ve son derece etkili.’’ Prof. Dr. T. Berry Brazelton– Harvard Tıp Fakültesi Pediatri Uzmanı

‘’Bu kitapta Dr. Greenspan, ebeveynler ve öğretmenlerin otizme sahip bir çocukla iletişim kurarken kullanabileceği pek çok kullanışlı yöntem sunuyor.’’Temple Grandin, ‘’Thinking in Pictures’’ (Resimlerle Düşünme) adlı kitabın yazarı.

” Floortime dediğimiz yöntemin babası Prof. Dr. Stanley Greenspan ve Psikolog Serena Weider’in kaleme aldığı özellikle Ivar Lovaas’ın ABA yöntemini eleştirip bu yöntemin eksik ve hatalı yönlerini açıklayarak bunları Floortime yöntemi ile nasıl aşılacağını anlattığı kitap. Davranışcı yöntemin karşısında daha hümanist bir yöntemdir. Gelişimsel anlayışı benimseyip, birey hangi gelişim basamağında ise o basamağı genişletip bireyi bir üst basamağa taşımayı hedefler. ABA’dan farklı olarak buzdağının görünen yüzüne değil altında yatan esas probleme yöneliktir. Sınırları ise daha çok Asperger Sendromuna yönelik olması ve konuşamayan bireylerde sınırlı kalması. Alanla ilgili herkesin okuması gerekli.” https://1000kitap.com/kitap/otizmde-derinlemesine-oyunla-tedavi–155143

Dr. Stanley I. Greenspan Floortime medotunu şöyle tanımlıyor:

a. Oyunda çocuk önderdir.

b. çocuğu oyunda yüreklendirmek gerekir.

c. çocukla etkileşimin hareket ve duygu genişletmesi olduğunu belirtir.

DIR olarak anılan bu yaklaşım,

D, development yani gelişimi,

I, individual difference yani bireysel farklılıkları,

R, relationship based approach yani ilişki temelli yaklaşımı anlamına gelir.

Gelişimsel bir yaklaşım olarak DIR, altı gelişimsel seviyeyi açıklar.

Bireysel farklılıklar denildiğinde çocuğun bilgiyi işleme açısından benzersiz olduğuna vurgu yapar.

İlişki temelli demek ise çocuğun öğrenirken girdiği ilişkiler bakımından gelişiminde nasıl ilerlediğinin ifadesidir.

DIR Modeli yukarıda açıklanan 3 içgörü üzerine kurulmuş ve çocuğu eriştiği 6 gelişimsel seviyeye bireysel işlev profiline ve gelişimi en iyi şekilde destekleyen interaktif ilişkilere bağlı bir müdehale programı yaratmaktadır.

DIR genellikle OYUN TEDAVİSİ-TERAPİSİ olarak değerledirilse de aslında DIR temelli müdehale programının bir unsurudur.

Duygusal açıdan anlamlı etkileşimlere odaklanır.

Altı temel gelişimsel kapasiteyi teşvik eder.

Altı Temel Gelişimsel KAPASİTE ise;

Aşama 1: Uyum SAğlama ve Dünyaya Duyulan İlgi

Aşama 2: Katılık ve İlişki Kurma

Aşama 3: Niyetlilik ve İki YÖnlü İletişim

Aşama 4: Sosyal Problemi Çözme, Ruhsal Durumun Düzenlenmesi ve Benlik Duygusu Oluşturma

Aşama 5: Semboller Yaratmak, Kelime ve Düşünceleri Kullanmak

Aşama 6: Duygusal Düşünce, Mantık ve Gerçeklik Duygusu

ayrıca üç ileri gelişimsel kapasite vardır. Bunlar:

Aşama 7: Çoklu Nedensel ve Üçlü DÜşünme

Aşama 8: Gri Alan , Duygusal Olarak FArklılaşmış Düşünce

Aşama 9: Benlik Duygusunu GEliştirme ve İçsel Bir Standart Üzerinde Yansıtma (Sayfa 69-77).

Daha fazlası için kitabı almanızı ve okumanızı öneriyoruz.

Uygulamalı Davranış Analizi

Editörler: Prof. Dr. Dilek ERBAŞ Doç. Dr. Şerife YÜCESOY-ÖZKAN

© 2017, PEGEM AKADEMİ B

1. Baskı: Aralık 2017, Ankara İnternet: www.pegem.net

BÖLÜMLER VE YAZARLARI

BÖLÜM 1 Uygulamalı Davranış Analizi: Tanımı ve Tarihsel Gelişimi Doç. Dr. Orhan ÇAKIROĞLU (Karadeniz Teknik Üniversitesi)

BÖLÜM 2 Hedef Davranış Tanımlama ve Davranışsal Amaç Yazma Doç. Dr. Salih RAKAP (Ondokuz Mayıs Üniversitesi)

BÖLÜM 3 Hedef Davranışları Kaydetme ve Güvenirlik Doç. Dr. Şerife YÜCESOY-ÖZKAN (Anadolu Üniversitesi)

BÖLÜM 4 Grafik Çizimi ve Görsel Analiz Yard. Doç. Dr. Derya GENÇ-TOSUN (Eskişehir Osmangazi Üniversitesi)

BÖLÜM 5 Tek Denekli Deneysel Araştırma Yöntemleri Doç. Dr. Salih RAKAP (Ondokuz Mayıs Üniversitesi)

BÖLÜM 6 Problem Davranışların İşlevlerini Belirleme Prof. Dr. Dilek ERBAŞ (Marmara Üniversitesi)

BÖLÜM 7 Uygun Davranışları Arttırma Doç. Dr. Şerife YÜCESOY-ÖZKAN (Anadolu Üniversitesi) Arş. Gör. Feyat KAYA (Anadolu Üniversitesi) Arş. Gör. Emrah GÜLBOY (Anadolu Üniversitesi)

BÖLÜM 8 Yeni Davranışlar Öğretme Yard. Doç. Dr. EMRE ÜNLÜ (Bülent Ecevit Üniversitesi)

BÖLÜM 9 Öncüllere Dayalı Uygulamalar Arş. Gör. Dr. Şeyda DEMİR (Ankara Üniversitesi)

BÖLÜM 10 Sonuçlara Dayalı Uygulamalar Doç. Dr. Elif SAZAK-PINAR (Abant İzzet Baysal Üniversitesi)

BÖLÜM 11 Kendini Yönetme Yard. Doç. Dr. Mine SÖNMEZ-KARTAL (Eskişehir Osmangazi Üniversitesi)

BÖLÜM 12 Kalıcılık ve Genelleme Arş. Gör. Göksel CÜRE (Anadolu Üniversitesi) Uzm. Nursinem ŞİRİN Doç. Dr. Şerife YÜCESOY-ÖZKAN (Anadolu Üniversitesi)

BÖLÜM 13 Uygulamalı Davranış Analizinde Etik Dr. Onur ÖZDEMİR (Marmara Üniversitesi)

ÖN SÖZ

Uzun süreden bu yana yayımlama hayali kurduğumuz, alt yapısı 10 yıldan daha uzun bir geçmişe dayanan ve yaklaşık iki yıllık aktif çalışmanın ürünü olan Uygulamalı Davranış Analizi kitabının yayımlanmış olmasından çok büyük mutluluk duyuyoruz. Bu kitabın, başta özel eğitim, psikoloji, rehberlik ve sosyal hizmetler olmak üzere, uygulamalı davranış analizinin kullanıldığı pek çok disiplinden okuyucuya hitap edeceğini ve günlük yaşam içinde karşılaşılan sorunların büyük bir bölümünün çözümünde işe yarayacağını düşünüyoruz. Ayrıca bu kitabın, uygulamalı davranış analizine ilişkin ülkemizde geleneksel bakıştan biraz farklılaşarak, hedef davranışların tanımlanması, davranışların işlevlerinin belirlenmesi ve öncüllere dayalı uygulamaları öne çıkarması gibi açılardan okuyuculara yeni bir bakış açısı kazandırmada da katkı sağlayacağını umuyoruz.

Tamamı 13 bölümden oluşan bu kitabın birinci bölümünde uygulamalı davranış analizinin tanımı ve tarihsel gelişiminin yanı sıra uygulamalı davranış analizinde ele alınan önemli kavramlar açıklanmıştır.

Kitabın ikinci, üçüncü ve dördüncü bölümlerinde uygulamalı davranış analizinin basamakları olan; hedef davranışı tanımlama ve davranışsal amaç yazma, hedef davranışları kaydetme ve kaydedilen verileri grafiğe dönüştürerek analiz etme konularına yer verilmiştir.

Kitabın beşinci bölümünde, uygulamalı davranış analizi kapsamında kullanılan uygulamaların etkililiğini ve verimliliğini belirlemek üzere sıklıkla kullanılan tek denekli deneysel araştırma yöntemlerinden ve tek denekli deneysel araştırmalar için geliştirilmiş kalite göstergeleri ve standartlarından söz edilmiştir.

Kitabın altıncı bölümünde problem davranışlar tanımlanmış, problem davranışları etkileyen uyaranlar ile problem davranışların işlevleri üzerinde durulmuş ve problem davranışların işlevlerini belirlemek üzere izlenecek basamaklar açıklanmıştır.

Uygun davranışların arttırılmasının ele alındığı yedinci bölümde, pekiştirme, etkili pekiştireçlerin belirlenmesi, pekiştirme tarifeleri, sembol perkiştirme ve gruba dayalı pekiştirme konularında ayrıntılı bilgilere yer verilmiştir.

Sekizinci bölümde öğrencilerin repertuarında olmayan davranışların öğretiminde kullanılan uygulamaları açıklayan yeni davranışları öğretme, dokuzuncu bölümde problem davranışların önlenmesinde kullanılan öncüllere dayalı uygulamalar ve onuncu bölümde sonuçlara dayalı uygulamalar anlatılmıştır.

Kitabın on birinci bölümünde kendini yönetme, on ikinci bölümünde kalıcılık ve genelleme, on üçüncü bölümünde ise uygulamalı davranış analizde etik konuları açıklanmıştır. Bu kitapta yer alan bilgilerin lisans düzeyinde okutulan uygulamalı davranış analizi dersinin içeriği ile örtüşecek biçimde olmasına dikkat edilmiştir.

Bunun yanı sıra, alanda çalışan uzmanların, lisansüstü düzeyde öğrenim görmekte olan öğrencilerin ve alandaki genç araştırmacıların gereksinimlerini karşılamaya yö- nelik bilgiler de okuyucuya sunulmaya çalışılmıştır. Kitapta adı geçen ve her biri birbirinden değerli yazarlar da, meslek yaşamları boyunca, gerek okuttukları derslerde gerekse uygulama ortamlarında elde ettikleri deneyimleri kitaba yansıtmışlar ve kitapta konuların kapsamına uygun şekilde çok sayıda örneği okuyucularla paylaşmışlardır. Bu kitabın yayıma hazırlanma sürecinde katkı sağlayan ve teşekkürü hak eden çok sayıda kişi olmuştur. Öncelikle, kitapta adı geçen yazar arkadaşlarımıza titiz çalışmalarından ve önerilerimiz doğrultusunda itinayla ve sabırla eklemeler ve düzenlemeler yaparak kitabın sizlere ulaşması konusunda sağladıkları katkılarından dolayı şükranlarımızı sunuyoruz.

Uygulamalı Davranış Analizi GİRİŞ

İnsan davranışlarının açıklanmasına yönelik çalışmalar çok eskilere dayanmaktadır. Geçmişten bugüne davranışlarımızın nedenlerini açıklayabilmek için pek çok kuram ortaya atılmıştır. Çeşitli özellikleri açısından değerlendirildiğinde bu kuramların farklı özelliklere sahip oldukları görülmektedir. Alberto ve Troutman’a (2009) göre bir davranışı açıklamak için kullanılan kuramların dört temel özelliğe sahip olması gerekmektedir. Bu özellikler; kapsayıcı olma (davranışı yeterli oranda açıklayabilme gücü), doğrulanabilir olma (varsayımların sınanabilir olma gücü), öngörülebilir olma (geleceğe yönelik öngörüde bulunabilme) ve gözleme dayalı olmadır. İnsan davranışlarının açıklanmasında biyofiziksel ve biyokimyasal, gelişimsel, bilişsel ve davranışsal kuram olmak üzere farklı kuramlar kullanılmıştır. Ancak bu kuramlar bahsedilen dört temel özellik açısından değerlendirildiğinde davranışı açıklamada yeterince kullanışlı değillerdir. Biyofiziksel ve biyokimyasal kuramlar kabul edilebilir düzeyde doğrulanabilir olma özelliğine sahip olmalarına rağmen kapsayıcı olma, öngörülebilir olma ve gözleme dayalı olma gibi özellikler açısından zayıftırlar. Gelişimsel kuramlar ise kapsayıcı olma özelliğine sahip olmalarına karşın doğrulanabilir olma ve gözleme dayalı olma açısından zayıftırlar. Aynı şekilde, bilişsel kuramlar da kapsayıcı olma dışındaki diğer özellikler açısından yeterince güçlü değildirler (Alberto ve Troutman, 2009). Sıralanan bu kuramların yanı sıra insan davranışlarını açıklamada kullanılabilecek bir diğer kuram ise davranışsal kuramdır. Davranışsal kuram (behavioral theory), insan davranışlarının öğrenilebilir olduğunu, diğer bir deyişle, öğrenmenin davranışın bir sonucu olarak meydana geldiğini öne süren öğrenme kuramıdır. Davranışsal kurama göre, davranışların öğrenilmesinde ve sürdürülmesinde pekiştirme, ceza ve sönme gibi birtakım ilkeler önemli rol almaktadır (Alberto ve Troutman, 2009). Davranışsal kuram tüm davranışların bir amacı olduğu ve olumlu sonuç doğuran davranışların ileride tekrar edilme olasılığının arttığı görüşünü öne sürmektedir (Cooper, Heron ve Heward, 2014). İnsan davranışlarını açıklayan diğer kuramlar da göz önüne alındığında, davranışsal kuram kapsayıcı olma, doğrulanabilir olma, öngörülebilir olma ve gözleme dayalı olma özelliklerinin tamamında diğer kuramlara göre önemli bir üstünlüğe sahiptir (Alberto ve Troutman, 2009). Kaynağa Git Öğrenme kuramları konusunda daha ayrıntılı bilgi edinmek için aşağıdaki kaynağa erişebilirsiniz. Senemoğlu, N. (2016). Gelişim, öğrenme ve Öğretim: Kuramdan Uygulamaya. Ankara: Yargı Yayınevi. Uygulamalı Davranış Analizi: Tanımı ve Tarihsel Gelişimi 3 Temeli davranışsal kurama dayanan ve davranışta gözlemlenebilir değişiklikler meydana gelmesini sağlayacak süreçlerin geliştirilmesine katkıda bulunan uygulamalı bilim dallarından birisi, uygulamalı davranış analizidir. Davranışların değiştirilmesi sürecinde klasik koşullama, edimsel koşullama ve sosyal öğrenme gibi bilimsel kuramlar doğrultusunda geliştirilmiş öğrenme ilkelerini kullanan uygulamalı davranış analizi; duyguları, düşünceleri ve diğer bilişsel özellikleri davranışsal kuram bağlamında değerlendirmektedir (Cooper vd., 2014). Kitabınızın bu bölümünün amacı, uygulamalı davranış analizinin ne olduğunun açıklanması, uygulamalı davranış analiziyle ilişkili kavramlar hakkında bilgi verilmesi ve uygulamalı davranış analizinin ortaya çıkış sürecini de içeren tarihsel gelişimin değerlendirilmesidir. Bu bölümde öncelikle uygulamalı davranış analizinin tanımı ve temel özellikleri üzerinde durulmaktadır. Sonrasında, uygulamalı davranış analizinin tarihsel gelişiminden ve bu tarihsel sürece katkı sağlayan bilim adamlarının çalışmalarından söz edilmekte, ayrıca, uygulamalı davranış analizinde davranışı açıklayan yaklaşımlar ışığında yaygın olarak kullanılan kavramlardan kısaca bahsedilmektedir.

UYGULAMALI DAVRANIŞ ANALİZİNİN TANIMI VE AMACI Öğrenme ve davranış ilkelerinin bilimsel olarak çalışılmasına dayanan davranış analizi, davranışçılık, deneysel davranış analizi ve uygulamalı davranış analizi olmak üzere üç temel çalışma alanından oluşmaktadır. Davranışçılık (behaviorism) davranış biliminin felsefesi, deneysel davranış analizi (experimental analysis of behaviors [EBA]) temel araştırmaları içine alan çalışma alanı, uygulamalı davranış analizi (applied behavior analysis [ABA]) ise davranışları geliştirmek üzere gelişen teknolojinin ele alındığı çalışma alanıdır (Cooper vd., 2014). Buna göre, deneysel davranış analizi (DDA), davranış analizinin temel bilimini oluşturmakta ve uzun yıllardan beri devam eden araştırmalarla davranışın nasıl öğrenildiğine ve zamanla nasıl değiştiğine dair önemli bulgular ortaya koymaktadır. Uygulamalı davranış analizi (UDA) ise, davranışla ilişkili çevresel değişkenlerin tanımlanması ve bu bulguları kullanan davranış değişikliği tekniklerinin üretilmesi yoluyla sosyal olarak önemli davranışı değiştirmek için kullanılan sistematik bir çalışma alanıdır. UDA’da kullanılan uygulamalar sistematik ve tutarlı bir şekilde tanımlanır. Böylece, davranış ilkelerine bağlı kalınarak kullanılan yöntemlerin ve tekniklerin davranış değişikliğinin temel nedeni olduğu ispatlanmaya çalışılır. Özetle, UDA’nın bilimsel ilkeleri kullanılarak, yetersizliği olan bireylere hizmet sunmada bilimsel araştırmalarla etkililiği belirlenen uygulamalar tercih edilir. 4 Uygulamalı Davranış Analizi UDA, öğrenme ve davranış sorunları gibi sosyal olarak önemli konuları geliştirmeyi amaçlayan ve ev, okul ve işyeri gibi gerçek ortamlardaki davranış biliminin uygulanmasıyla ilgili bir disiplindir (Baer, Wolf ve Risley, 1968). UDA, davranışları incelemek ve değiştirmek için kullanılan bir süreçtir (Cooper vd., 2014). Ayrıca otizm ve diğer yetersizlikleri olan birçok birey için etkili olduğu kanıtlanmış önemli uygulamalardan da birisidir. UDA’nın diğer bir tanımı ise, insan davranışlarında toplumsal olarak önemli gelişme sağlamak için çevresel değişikliklerin tasarımı, uygulanması ve değerlendirilmesi şeklinde yapılabilir (Behavior Analyst Certification Board [BACB], 2016). UDA, davranışlarda klinik anlamlılıkla sonuçlanır ve klinik anlamlılık sosyal açıdan önemli değişikliklere vurgu yapar (Wilkins ve Matson, 2009). Cooper ve diğerlerine (2014) göre ise UDA, davranış analizi ilkelerinin sosyal olarak önemli davranışları geliştirmek için sistematik olarak uygulandığı ve davranış değişikliğinden sorumlu değişkenleri belirlemek için çeşitli uygulamaların yapıldığı bir bilimdir. DİKKAT UDA’da toplumsal açıdan önemli olan davranışların değiştirilmesi hedeflenir. UDA, uygun davranışları artırmak ve uygun olmayan davranışları azaltmak için geliştirilmiş, yoğun ve yapılandırılmış davranışsal bir öğretim programıdır. Öğretilecek davranışlar en basit ögelerine ayrılmıştır. Bu ögeler, bireye bir uyaranın (“Böyle yap.” ya da “Bana bak.” vb.) sunulduğu tekrarlanan denemeler kullanılarak öğretilir (Mace, 1994; Rakap, 2017). Doğru tepkilerin ardından olumlu pekiştireç sunulurken, yanlış tepkiler görmezden gelinerek yok sayılır, yeniden doğru tepkiler istenir ve doğru tepkiler pekiştirilir. UDA’da kullanılan uygulamaların yalnızca etkili olması değil aynı zamanda toplumsal açıdan önemli olan davranışlara da yol açması önemlidir. Ayrıca, davranış değiştirme programına katılan bireylerin gerçekleştirilen uygulamalardan hızlı ve etkisini uzun süre devam ettirecek kazanımlar elde etmeleri beklenir (Weber, Killu, Derby ve Barretto, 2005). UDA’ya dayalı uygulamalar kapsamlı ve odaklanmış olarak iki gruba ayrılabilir. UDA’ya dayalı kapsamlı uygulamalar (ABA-based comprehensive interventions), otizmli bireylerde uyarlanabilir beceriler ve sosyal işlevler de dâhil olmak üzere işlevselliği etkileyen belirli becerilerde gelişme sağlamayı amaçlayan uygulamalardır. Bu uygulamalar, ev ya da merkez ortamında uzun bir süre boyunca (örn., birkaç yıl) gerçekleştirilen uygulamalardır. Sıklıkla hedeflenen beceriler arasında dikkat, dil/iletişim, sosyalleşme ve akademik beceriler (okuma, matematik) bulunur.

Kaynak Yazı : https://www.pegem.net/dosyalar/dokuman/15122017085403uy.pdf

Kitap Satış : https://www.pegem.net/kitabevi/214700-Uygulamali-Davranis-Analizi-kitabi.aspx

Otizm ilk belirtilerini bebeklik ya da çocukluk döneminde gösteren, ancak remisyonya da relapsgöstermeden düzenli seyir izleyen bir beyin gelişme bozukluğudur.[3]Bozulmalar beynin çeşitli sitemlerinde olgunlaşma ile ilgili değişikliklerden kaynaklanır.[10]Otizm, yaygın sosyal etkileşim ve iletişim anormallikleri, aşırı kısıtlanmış ilgiler ve oldukça fazla tekrar eden davranışlarla tanımlanan beş yaygın gelişimsel bozukluktan(YGB) biridir.[3]Diğer dört YGB arasında Asperger sendromu, belirtiler ve olası nedenler açısından otizme en yakın olanıdır; Rett sendromuve çocukluğun dezintegratif bozukluğununçeşitli belirtileri ortaktır ama nedenleri farklı olabilir; başka türlü adlandırılamayan yaygın gelişimsel bozukluk(YGB-BTA) ise ölçütler daha belirgin bir bozukluğu göstermediğinde teşhis edilir.[11]Asperger bozukluğunda otizmin aksine dil gelişiminde önemli bir gecikme yoktur.[12]

Otizmin terminolojisi şaşırtıcı olabilir. Otizm, Asperger sendromu ve YGB-BTA genellikle otistik spektrum bozuklukları(OSB) [13]ya da bazen otistik bozukluklar,[14]olarak adlandırılabilirken otizm sıklıkla otistik bozukluk, çocukluk otizmi, erken infantil otizmiya da bebeklik otizmiolarak adlandırılır. Bu maddede otizmklasik otizm bozukluğu için kullanılmaktadır ancak bazı kaynaklar otizmtanımını OSB’den söz etmek için kullanır[15]ya da OSB ile YGB’yi bir tutar.[16]OSB, göz temasından kaçınmak gibi otizmi benzer kişisel özelliklere sahip olan ama OSB’si olduğu kesin olmayan geniş otizm fenotipininbir alt kümesidir.[17]

Otizm; sessiz kalma, zekâ özürlü olma, durmadan el çırpma ya da sallanma gibi ciddi bozukluklar gösteren bireylerden, etkin ama belirgin olarak sıra dışı sosyal yaklaşımlar gösteren, çok dar ilgi odakları olan ve laf ebesi, bilgiçlik taslayan iletişimi olan daha az bozukluk gösteren bireylere kadar çok geniş bir spektrumda kendini gösterir.[18]Bazen IQeşiklerine [19]ya da bireyin gündelik hayatında ne kadar desteğe gereksinimi olduğuna göre sendrom düşük, orta ya da yüksek işlevli otizmolarak bölümlere ayrılır ancak ölçütleri belirlenmemiş olan bu bölümlemeler tartışmalıdır. Otizm bazen sendrom ve sendrom dışı olarak da ikiye ayrılabilir, belirti gösteren otizm genellikle ciddi veya şiddetli zekâ geriliğiya da tüberoz sklerozgibi fiziksel belirtileri olan doğuştan gelen sendromlarla bağlantılandırılır.[20]Asperger bozukluğu olan bireyler otizm bozukluğu olan bireylere göre kavrama alanında daha başarılı olsa da Asperger bozukluğu, yüksek işlevli otizm ve sendrom dışı otizmin çakışan noktalarıçok açık değildir.[21]

Bazı araştırmalar, dil ve sosyal becerilerde ilerleyememe yerine on dört aylıktan sonra bu becerilerin kaybı ile otizm teşhisi konduğunu belirtmiştir. Bu fenomen için regresif otizm, kötüleyen otizm ve gelişimsel duraklama gibi çeşitli terimler kullanılmıştır. Bu ayrımın geçerliliği hâlâ tartışmalıdır; regresif otizmin özel bir alttip olması mümkündür.[22][23][24]

Otizm tek bir belirtiden çok,bir dizi belirti ile fark edilir. Ana özellikleri sosyal etkileşim bozuklukları, iletişim bozuklukları, sınırlı ilgi ve yineleyici davranıştır. Atipik yemek yeme gibi diğer özelliklere sıklıkla rastlanır ama tanı koymak için gerekli değildir.[25]Otizmin belirtileri genel popülasyon içinde tek tek görülür ama patolojik şiddette belirtiler ile kişilik özelliklerini birbirinden kesin hatlarla ayıracak kadar yüksek oranda bağdaştırılamaz.[26]

Otizmi olan kişilerin sosyal bozuklukları vardır ve sıklıkla, çoğu insanın farkına varmadan sahip olduğu, diğer kişiler hakkındaki sezgilere sahip değildirler. Tanınmış otistik Temple Grandin, nörotipiklerinsosyal iletişimini anlayamama yetersizliğinden ötürü kendisini “Mars’ta bir antropolog gibi” hissettiğini söylemiştir.[27]

Sosyal bozukluklar çocukluğun erken dönemlerinde belirginleşir ve erişkinliğe doğru devam eder. Otizm tanılı bebekler sosyal uyaranlara daha az dikkat eder, başkalarına çok daha az bakar ve gülümser ve kendi adlarına çok az tepki verir. Otizm tanılı çocukların daha çarpıcı normal dışı sosyal davranışları da vardır; örneğin çok az göz temasıkurar, ileriyi düşünen tavırlar gösterir ve başka bir kişinin eli ile oynayarak iletişim kurmaya çalışırlar.[24]Üç ile beş yaş arasındaki otism tanılı çocuklar başkalarına aniden yaklaşmak, duygulara karşılık vermek ve taklit etmek, konuşmadan iletişim kurmak ya da sıra ile bir şeyler yapmak gibi sosyal kavrayışları daha az sergilerler. Ancak, kendilerine bakan kişi ile bağ kurarlar.[28]Normalden biraz daha az güvenli bağlılık gösterirler ama bu özellik zekâ gelişimi daha fazla olan ya da daha az şiddetli OSB’si olan çocuklarda görülmez.[29]OSB’si olan daha büyük çocuklar ve erişkinler yüz ifadesi ve duygu tanıma testlerinde daha kötü sonuçlar alır.[30]

Yaygın inanışın aksine otizm tanılı çocuklar yalnız kalmayı tercih etmez. Otizmi olanlar için arkadaşlık kurmak ve sürdürmek zor olmaktadır. Ne kadar yalnız olduklarını, arkadaşlarının sayısı değil, arkadaşlıklarının kalitesi belirler.[31]

OSB’si olan bireylerdeki saldırganlık ve şiddet hakkında birçok hikâye anlatılır ama çok az sistematik araştırma bulunmaktadır. Eldeki sınırlı sayıdaki veri, zekâ geriliği olan çocuklarda otizmi saldırganlık, eşyalara zarar verme ve öfke nöbetleriyle ilişkilendirir. Dominick et al.OSB’si olan 67 çocuğun ebeveyniyle yaptığı mülakat sonucunda bu çocukların üçte ikisinin şiddetli öfke nöbetleri geçirdiğini ve üçte birinin geçmişinde saldırganlık vakaları olduğunu belirtmiştir. Öfke nöbetleri, geçmişinde dil öğrenme bozukluğu olan çocuklarda belirgin bir şekilde daha yaygındır.[32]

Otizmi olanların üçte biri ile yarısı arasında bir kısmı gündelik iletişim gereksinimlerini karşılayacak kadar doğal konuşma becerisi geliştiremez.[33]İletişimdeki farklılıklar bir yaşından itibaren gözlemlenebilir. Bu farklılıklar, konuşmaya başlamadan önce anlamsız sesler çıkarmaya başlama döneminin gecikmesi, sıradışı el hareketleri, azalan heveslilik ve bakıcının sesine, senkronize olmayan tepkiler olarak sayılabilir. İki ve üç yaşından sonra otizm tanılı çocukların daha seyrek ve daha az farklı anlamsız sesler çıkardığı, sözcükler ve sözcük grupları söylediği, el hareketlerinin sözlerle daha az bağlantılı olduğu gözlemlenir. Otizm tanılı çocuklar daha az istekte bulunur ya da deneyimlerini paylaşır, çoğunlukla başkalarının sözlerini tekrar ederler (ekolali)[23][34]ya da kişi zamirlerini karıştırırlar.[35]İşlevsel bir konuşma için birleşik dikkat gerekli gibidir. Birleşik dikkat eksiklikleri OSB’li çocukların fark edilmesini sağlayabilir:[1]örneğin, işaret edilen nesne yerine işaret eden ele bakabilirler,[24][34]ve sürekli olarak yaşlarına uygun olarak deneyimleri hakkında “yorum yapmayı” ya da “paylaşmayı” başaramazlar.[1]Otizmli çocuklar hayalgücüne dayalı oyunlarda ve sembolleri dile çevirmede zorlanabilir.[23][34]

Birkaç çalışmada yüksek işlevli otizm tanılı 8-15 yaşındaki çocuklar kelime bilgisi ve heceleme gibi temel dil görevlerinde kişisel olarak eşleştirildikleri kontrol denekleri ile aynı performansı göstermiş, erişkinler ise daha iyi sonuç almıştır. Her iki otizmli grubu da, mecazi anlatım, anlama ve sonuç çıkarma gibi karmaşık dil görevlerinde kontrol gruplarına göre daha kötü sonuçlar almıştır. Genellikle insanlar başlangıçta temel dil yetilerine göre ölçüldüğü için bu araştırmalar otizmli bireylerle konuşan kişilerin çoğunlukla karşılarındakinin anlayabileceğinden fazla şey anlayacağını düşünebileceklerini göstermektedir.[36]

Oyuncaklarını düzenli bir hat üstünde dizen, otizmi olan küçük bir çocuk.

Otizm tanılı bireyler yineleyici ve sınırlı davranışın birçok türünü gösterirler. Bunlar Gözden Geçirilmiş Yineleyici Davranış Ölçeği’ne göre (İngilizce: Repetitive Behavior Scale-Revised (RBS-R)[37]şöyle sınıflandırılır:

Stereotipiel çırpma, kafa ve vücut sallama gibi amaçsız hareketlerdir.

Kompulsif davranışisteyerek yapılır ve nesneleri belirli bir düzende dizmek gibi rutin kuralları izler.

Tekdüzelikdeğişikliğe karşı direnç göstermektir; örneğin mobilyaların yer değiştirilmesine karşı çıkma ya da yaptığını yarıda kesmeye karşı çıkma gibi.

Rutin davranışgünlük etkinlikleri her zaman aynı şekilde yapmaktır; örneğin aynı yemeklerin yenmesi ya da aynı giysilerin giyilmesi gibi. Bu davranış, tekdüzelik ile çok yakından ilgilidir ve bağımsız bir değerlendirme çalışması sonucu bu iki faktörün birleştirilmesi önerilmiştir.[38]

Sınırlı davranışilgi ve etkinliklerde sınırlı olmaktır; örneğin tek bir televizyon programı ile ilgilenmek gibi.Kendini yaralamakişiyi yaralayan ya da kendini ısırma gibi yaralayabilecek hareketleri içerir. Dominick et al., araştırmalarında OSB’si olan çocukların yaklaşık %30’unda kendini yaralama davranışlarından etkilendiğini belirtmiştir.[32]

Otizme özel yineleyici bir davranış yoktur ama yalnızca otizmde bu davranışlara çok sık rastlanır ve şiddetleri daha fazladır.[37]

Otizmli bireyler, tanı konmasına neden olmayan ama hem bireyi hem de ailesini etkileyen başka belirtiler de gösterebilir.[25]OSB’si olan bireylerin çok küçük bir kısmı, önemsiz bilgilerin ezberlenmesinden, otistik savantlarınolağanüstü yeteneklerine kadar değişen bir yelpazede sıradışı yetenekler sergiler.[39]

Algısal uyaranlara karşı alışılmadık tepkiler otizmli çocuklarda daha yaygın ve belirgindir ancak algısal belirtilerin otizmi diğer gelişim bozukluklarından ayırdığına dair yeterli kanıt bulunmamaktadır.[40]Bu tepkilere çocuklarda daha sık rastlanır: Otistik yetişkinlerde görülmemesine rağmen, otizm tanılı çocuklarda dokunarak algılama bozuklukları olduğunu gösteren birkaç çalışma vardır. Aynı çalışmalar otizm tanılı erişkinlerin karmaşık hafıza ve fikir yürütme konularında daha çok sorunları olduğunu göstermiştir; bu sorunlar yetişkinlerde daha belirgindir.[36]Çeşitli çalışmalar, kas güçsüzlüğü(hipotoni), kaba motor disfonksiyon(apraksi) ve parmak uçlarında yürümegibi değişik motor bozukluklara rastlandığını göstermiştir; OSB’de şiddetli motor bozukluklar görülmez.[41]

Atipik yeme davranışı OSB’si olan çocukların dörtte üçünde görülür ve eskiden tanı koymada bir gösterge olarak kullanılırdı. Seçicilik en yaygın sorundur, ama yeme ritüelleri ve yemeği reddetmek gibi sorunlarda ortaya çıkabilir;[32]bunlar yetersiz beslenme ile sonuçlanmaz. Bazı otizm tanılı çocuklarda gastrointestinal(Gİ) semptomlar görülse de otizmli çocukların normalden daha fazla Gİ sorunları olduğunu destekleyecek yeterli basılı veri bulunmamaktadır;[42]çalışmalar çelişkili sonuçlar vermektedir ve Gİ sorunları ile OSB arasındaki bağlantı tam olarak belli değildir.[13]

Gelişimsel bozuklukları olan çocuklarda uykusorunlarının çok yaygın olduğu bilinmektedir, eldeki kanıtlara göre OSB’si olan çocukların daha da fazla uyku sorunu bulunduğu görülmüştür. Otizm tanılı çocuklar, uykuya dalmakta zorlanma, sık sık geceleri uyanma ve sabahları erken kalkma gibi sorunlarla karşı karşıya kalabilmektedirler. Dominick et al.OSB’si olan çocukların üçte ikisinin uyku sorunları olduğunu belirtmiştir.[32]

OSB’si olan çocukların ebeveynlerinin stres düzeyleri çok yüksektir.[43]OSB’si olan çocukların kardeşlerinin, OSB’den etkilenen kardeşe daha büyük ilgi beslediği ve daha az çatışma içine girdikleri belirtilmiştir. Bu kardeşler erişkin olduklarında kardeşlik ilişkilerinin zayıflaması ve olumsuz sağlık sorunları yaşama riskleri yüksektir.[44]

Ana madde:Otizmin nedenleri📷Delesyon (1), duplikasyon (2) ve inversiyon (3) otizm ile bağlantılı kromozom anomalileridir.[45]

Otizm kalıtımsal kökenlidir ancak kalıtsallığıoldukça karmaşıktır ve OSB’nin kökeninin çoklu gen etkileşimlerinden mi yoksa ender görülen mutasyonlardanmı kaynaklandığı çok açık değildir.[4]İkizler üzerine yapılan araştırmalar, ortak çevre koşulları ve başka genetik ya da tıbbi sendromlar olmadığı varsayıldığında, otizm riskinin %90’ınından fazlasını kalıtsallığınaçıkladığını gösterir. Tipik olarak, otizm Mendel(tek gen) mutasyonu ya da Angelman sendromuveya frajil X sendromugibi tek kromozom anomalileriile izlenemez ve OSB ile bağlantılı genetik sendromların yalnızca OSB’ye yol açtığı da gösterilememiştir.[4]Çeşitli genlerde olan mutasyonlar arasında ya da çevre ile mutasyona uğramış genler arasında önemli etkileşimler bulunabilir. Çeşitli genler bunlara aday olarak saptanmıştır ancak her birinin etkisi kendi başına çok küçüktür.[4]Ailelerinde başka otistik olmayan otistik bireylerin çoğu, gen kopya sayısıvaryantlarından (Mayoz bölünmesırasında kendiliğinden oluşan delesyonya da duplikasyonlar) kaynaklanmış olabilir.[46]Dolayısıyla, otizmin önemli bir miktarının kalıtsal olması mümkündür ama kalıtımla geçmemiştir; yani ebeveyn genomunda otizme neden olan mutasyonlar bulunmamaktadır.[45]

Doğum kusurlarına yol açan faktörler olan ve otizm riski ile bağlantılı tüm teratojenlerin, gebe kalındıktansonraki ilk sekiz hafta içinde etkilerinin görüldüğü bildirilmiştir. Bu sonuç, otizmin daha sonra başlama ihtimalini dışarıda tutmasa da otizmin gelişimin çok erken döneminde ortaya çıktığına dair çok güçlü bir kanıttır.[5]Çevresel nedenler ile ilgili kanıtlar bilimsel olarak bulunmasa da[6]detaylı araştırmalar yapılmaktadır.[47]Otizmin oluşmasına ya da kötüleşmesine neden olduğu ileri sürülen çevresel faktörler arasında bazı besinler, bulaşıcı hastalıklar, ağır metaller, solventler, Dizel egzoz gazı, PCBler, plastikürünlerde kullanılan ftalatlarve fenoller, pestisitler, bromine alev geciktiriciler, alkol, sigaraiçme, yasadışı uyuşturucular, ve aşılarbulunur.[7]Ebeveynler çocuklarındaki otistik belirtilerin ilk olarak rutin aşılanma sırasında farkına varsa da MMR aşısı anlaşmazlığı|MMR aşısı (kızamık, kızamıkçık, kabakulakaşısı) ve otizm arasında nedensel bağ bulunmadığını gösteren çok sayıda bilimsel kanıt bulunmaktadır.[48]

Yaygın araştırmalara rağmen otizmin nasıl oluştuğu iyi anlaşılamamıştır. İşleyişi iki alana ayrılabilir: Otizm ile ilgili beyin yapıları ve süreçlerinin patofizyolojisive beyin yapıları ile davranışlar arasında bulunan nöropsikolojikbağlar.[10]Davranışların birçok patofizyolojisi olduğu görünmektedir.[26]

Otizm beynin birçok bölümünü etkiler.

Otizmin beyin işlevsel sistemlerinin çoğunu ya da tümünü etkileyen gelişimsel faktörlerden kaynaklandığı,[49]ve beyin gelişimini bozduğu anlaşılmaktadır.[50]Nöroanatomikaraştırmalar ve teratojenler ile olan bağlantılar, gebe kalındıktan kısa süre sonra beyin gelişimini değiştirmesinin otizmin işleyişinde önemli rol oynadığını göstermektedir.[5]Bu yerel anomali beyinde, çevresel faktörlerin de önemli derecede etkilediği bir dizi patolojik olguya yol açar.[51]Her ne kadar insan beynininana yapısı ile ilgili olsa da, hemen hemen tüm postmortem araştırmalar aynı zamanda zekâ geriliği olan bireylerde yapıldığından sonuç çıkarmak çok zordur.[50]Beyin ağırlığı, hacmi ve kafa çevresi otizli çocuklarda genelde daha büyüktür.[52]Patolojik erken aşırı büyümenin hücresel ve moleküler temelleri gibi aşırı büyümüş sinir sistemlerinin, otizmin karakteristik belirtilerinin sebebi olup olmadığı bilinmemektedir. Güncel varsayımlar şöyledir:

Önemli beyin bölgelerinde yerel aşırı bağlantıya neden olan nöronfazlalığı.[53]Gebeliğinbaşlarında bozulmuş nöron göçü[54][55]Dengesiz uyarıcı-kısıtlayıcı ağlar.[55]Sinapsve dendritik dallarınanormal oluşumu.[55]

Bağışıklık sistemive sinir sistemi arasındaki etkileşimler embriyonik gelişiminbaşlarında başlar ve başarılı bir sinir sitemi gelişimi dengeli bir bağışıklık sistemi tepkisine bağlıdır. Otizmli çocuklarda kötü ayarlanmış bağışıklık tepkileri ile uyumlu çeşitli belirtiler olduğu, araştırmalarda belirtilmiştir. Sinir sisteminin gelişiminin kritik dönemlerinde anormal bağışıklık sistemi aktivitesinin OSB’nin bazı türlerinin işleyişinin bir parçası olabilmesi mümkündür.[56]OSB’den başka hastalıklarda görülen otoantikorlarpatoloji ile bağlantılı değildir ve OSB’de her zaman bulunmazlar.[57]Dolayısıyla bağışıklık sistemi bozuklukları ile otizm arasındaki ilişki net değildir ve tartışma konusudur.[54]

Otizmde, özellikle kanda yüksek serotonindüzeyleri gibi çeşitli nörotransmitteranomalileri tespit edilmiştir. Bunların yapısal ya da davranışsal anormaliklere neden olup olmadığı belli değildir.[10]Ayrıca doğuştan metabolizma bozukluklarınınbazıları otizm ile ilşkilidir ancak muhtemelen vakaların %5’inden azında rastlanır.[58]

Otizmin ayna nöron sistemi(ANS) teorisi, ANS’nin gelişimindeki bozuklukların taklide engel olduğunu ve otizmin ana özellikleri olan sosyal bozukluklara ve iletişim zorluklarına yol açtığını ileri sürer. ANS, bir hayvan bir eylemde bulunduğunda ya da kendi türünden bir hayvan aynı eylemi yaptığında işleyen bir sistemdir. ANS, başkalarının eylemlerinin, niyetlerinin ve duygularının somut simülasyonu yoluyla davranışlarını modellemeye olanak sağlayarak, bireyin başkalarını anlamasına yardımcı olabilir.[59]Bu varsayımı test eden birkaç çalışma, OSB’si olan bireylerin ANS bölgelerinde yapısal anormallikler olduğunu göstermiştir. Asperger sendromu olanlarda taklidin oluştuğu çekirdek devrede gecikme gibi bu anormalliklerin varlığıyla birlikte, OSB’li çocuklarda azalmış ANS aktivitesiyle belirtilerin şiddeti arasında bir bağıntı (korelasyon) olduğu gösterilmiştir.[60]Ancak, otistiklerin, ANS dışında bulunan birçok bölgelerinde de anormal beyin aktiviteleri bulunur [61]ve ANS teorisi otizm tanılı çocukların bir hedef ya da amaç içeren taklit görevlerindeki normal performanslarını açıklamaz.[62]

Otizmli erişkinler üzerinde 2008 yılında yapılan bir araştırma, sosyal ve duygusal yönlendirme ile ilgili geniş beyin ağı olan ön dikkat sistemindeişlevsel düzenin değiştiğini ama dikkati toplama ve hedefe yönelik düşünme ile ilgili arka dikkat sistemininbozulmamış olduğunu göstermiştir.[63]2008 yılına ait bir beyin görüntüleme araştırması, singulat girustaOSB’li bireylere özgü bir dizi sinyal bulunduğunu ortaya çıkardı.[64]

,İşlevsel manyetik rezonans görüntülemeotizmin bağlantı azlığı teorisini destekleyen bazı kanıtlar sağlar.

Otizmin düşük bağlantı teorisi, otizmde üst düzey nöral bağlantıların ve senkronizasyonunun düşük işlevselliğinin bulunduğunu ve bunların yanı sıra alt düzey süreçlerin de fazlalığını varsayar.[65]Bu teoriyi destekleyen kanıtlar otistik bireyler üzerinde yapılan işlevsel sinir sistemi görüntülemearaştırmaları ile bulunmuştur.[36]Bir beyin dalgasıaraştırması da OSB’li erişkinlerin korteksindeyerel aşırı bağlantı olduğunu ve frontal lobile korteksin diğer bölgeleri arasında zayıf işlevsel bağlantılar olduğunu göstermiştir.[66]Diğer kanıtlar, düşük bağlantıların korteksin her iki hemisferindeolduğunu ve otizmin assosiasyon korteksinin bir bozukluğu olduğunu gösterir.[67]

Otistik beyinler ve davranışlar arasındaki bağlantılar arasında iki ana bilişsel teorikategorisi önerilmiştir.

İlk kategori sosyal kavramada görülen eksikler üzerine yoğunlaşır. Aşırı sistemlilik varsayımına göre otistik bireyler sistematik davranışlardabulunabilir yani içsel olaylarla başaçıkabilmek için içsel hareket kuralları geliştirebilir ama diğer faktörler tarafından oluşturulan olaylarla başaçıkabilmek için empatiyapmakta daha az başarılıdırlar.[19]Bu varsayım aşırı erkek beyni teorisini genişletir. Bu teori, otizmin, psikometrik olarak empatiden çok sistematikte başarılıolan bireyler olarak tanımlanan erkek beyninin aşırı bir durumu olduğunu varsayar.[68]Bu da daha önceki zihin teorisiile ilişkilidir. Zihin teorisi, otistik davranışın, bireyin zihinsel durumlarını kendisine ya da başkasına yükleme yetisinin olmamasından ortaya çıktığını varsayar. Zihin teorisi, başkalarının güdüleri hakkında yorum yürütme ile ilgili Sally ve Anne testineotistik çocukların verdiği atipik cevaplarla desteklenir [69]ve otizmin ayna nöron sistemi teorisi ile örtüşür.[60]

İkinci kategori sosyallik dışı ve genel süreçler üzerine yoğunlaşır. Kendini yönetme sistemifonksiyon bozukluğu teorisi otistik davranışın esneklik, planlama ve diğer yönetsel fonksiyonlarda bulunan eksikliklerden kaynaklandığını varsayar. Teorinin güçlü yanı stereotipik davranışları ve sınırlı ilgiyi öngörmesidir;[70]zayıf yanı ise küçük otizmli çocuklarda yönetsel fonksiyon bozukluklarının bulunmamasıdır.[30]Zayıf merkezî tutarlılık teorisi, büyük resmi görmede sınırlı yeteneğin otizmin merkezî bozukluğunun temelinde yattığını varsayar. Teorinin kuvvetli bir yanı, otistik insanların performansındaki zirveleri ve özel yetenekleri öngörmesidir.[71]Bağlantılı bir teori olan genişlemiş algısal fonksiyon teorisi, daha çok otistik bireylerde yerel olarak yönlenmiş ve algısalişlemlerin üstünlüğü üzerine yoğunlaşır.[72]Bu teoriler otizmin düşük bağlantı teorisi ile örtüşür. İki kategori de kendi başına tatmin edici değildir; sosyal bilişim teorileri otizmin katı ve yineleyici davranışını kolayca açıklayamaz, sosyallik dışı teoriler de sosyal bozukluğu ve iletişim zorluklarını açıklamakta zorluk çeker.[73]Karşılaşılan bozuklukların çoğu üzerine kurulmuş birleşik bir teori daha yararlı olabilir.[9]

OSD’si olan çocukların ebeveynlerinin yaklaşık yarısı çocuklarının sıradışı davranışlarını 18 aylıktan itibaren, yaklaşık beşte dördü de yaklaşık 24 aylıktan itibaren fark ederler.[22]Tedaviyi geciktirmek uzun süreli sonuçlarda etkili olacağından, aşağıdaki belirtilerden herhangi birini gösteren çocukların bir uzman tarafından zaman geçirmeden değerlendirilmesi gerekir:

12 aylığa gelindiğinde çocuğun hiç gevelemeye başlamaması.12 aylığa gelindiğinde el işaretlerinin yokluğu (parmakla gösterme, el sallama, vb.)16 aylığa gelindiğinde tek bir kelime bile edilmemesi.24 aylığa gelindiğinde hiç kendiliğinden iki kelimelik konuşma olmaması ( ekolalidışında.)Herhangi bir yaşta dil ya da sosyal becerilerden herhangi birinin kaybı.[25]

American Academy of Pediatrics(Amerikan Pediatri Akademisi) tüm çocukların, 18 ve 24 aylık doktor muayeneleri sırasında otizme özel tarama testleri ile OSB için taranmasını önermektedir.[1]Buna karşılık UK National Screening Committee(Birleşik Krallık Ulusal Sağlık Taraması Komitesi), tarama araçlarının tamamen onaylanmadığı ve etkinlikleri için yeterli kanıt bulunmadığı için genel popülasyonda OSB taraması yapılmamasını önermektedir.[74]Tarama araçlarının arasında Modified Checklist for Autism in Toddlers(M-CHAT) (Yürüme çağındaki bebeklerde otizm için değiştirilmiş kontrol listesi), Otistik Özellikler için Erken Tarama Anketi ve İlk Yıl Envanteri gibi araçlar bulunur. M-CHAT ve öncülü CHAT hakkındaki ilk veriler, 18-30 aylık çocuklarda, en iyi klinik ortamlarda kullanıldığını ve düşük hassasiyeti (çok yanlış negatif) ama iyi belirliliği (düşük yanlış pozitif) olduğunu göstermektedir.[22]Bir kültürün normlarına göre (örneğin göz teması normları), geliştirilmiş tarama araçları farklı bir kültürde kullanıldığında uygun olmayabilir.[75]Otizm için genetik tarama henüz pratik değildir.[76]

Otizm tanısı, nedenine ya da işleyişine göre değil, davranışlara göre yapılmaktadır.[26][77]DSM-IV-TR’de otizmin toplamda en az altı belirti gösterdiği tanımlanır; bu belirtilerin en az ikisi sosyal etkileşimde nitel bozukluk, en az bir tanesi iletişimde nitel bozukluk ve en az bir tanesi de sınırlı ve yineleyici davranış olmalıdır. Örnek belirtiler arasında, sosyal ve duygusal karşılıklılık eksikliği, dilin stereotipik ve yineleyici kullanımı ya da idiosinkratik (kişiye özgü) dil kullanımı ve nesnelerin parçaları ile ısrarlı olarak ilgilenme bulunur. Sosyal etkileşimde, sosyal iletişimde kullanılan dilde ya da sembolik ve hayalî oyunlarda görülen anormallikler ve gecikmelerin ortaya çıkışı üç yaşından önce olmalıdır. Ne Rett sendromune de çocukluğun dezintegratif bozukluğubu belirtileri daha iyi açıklamamalıdır.[78]ICD-10hemen hemen aynı tanımlamayı kullanır.[3]

Tanı koymak için çeşitli araçlar bulunur. Bunlardan, otizm araştırmasında sıklıkla kullanılan ikisi ebeveyn ile görüşmeden oluşan Otizm Tanı Görüşmesi – Gözden Geçirilmiş(ADI-R) ve çocuk ile etkileşim ve gözlemi içeren Otizm Tanı Gözlem Ölçeğidir. Çocukluk Otizmini Derecelendirme Ölçeği(CARS) klinik ortamlarda çocuğu gözlemlemeyi temel alır ve otizmin şiddetini belirlemek için yaygın olarak kullanılır.[24]

Çocuk doktorugenellikle çocuğun gelişim tarihçesini alarak ve çocuğu fiziksel muayeneden geçirerek bir ön inceleme yapar. Eğer izin verilirse, tanı ve değerlendirmeler OSB uzmanlarının yardımıyla yapılır. Bunun için standart araçlar kullanılarak bilişsel, iletişimsel, ailevi ve diğer faktörler değerlendirilir ve gözlemlenir, ayrıca bağlantılı tıbbi durumlar göz önüne alınır. Bu aşamada OSB için ayırıcı tanı, ayrıca zekâ geriliği, duyma kaybıve Landau-Kleffner sendromugibi bir gelişimsel dil bozukluğunuda içermelidir.[79][80]OSB için bazen 14 aylık iken tanı konabilir ama tanı ilk üç yaş için giderek daha kararlı olur. Yani bir yaşında OSB tanı kriterlerine uyan bir çocuğun, üç yaşında bu kriterlere uyan bir çocuğa göre yaşamının ileriki dönemlerinde bu belirtileri göstermeme olasılığı daha fazladır.[22]Birleşik Krallık’ta National Autism Plan for Children(Çocuklar İçin Ulusal Otizm Planı) ilk şikâyetlerden itibaren tanının konması ve değerlendirme için en çok 30 hafta süreyi önerir ama uygulamada çok az vaka bu kadar hızlı değerlendirilebilir.[79]ABD’de 2006 yılında yapılan bir araştırma bir uzman tarafından yapılan ilk değerlendirmenin ortalama 48 aylık iken yapıldığını ve resmî OSB tanısının ortalama 61 aylık iken, yani ortalamada 13 aylık bir fark ile konulduğunu göstermektedir. Bu süreler önerilen sürelerin çok üzerindedir.[81]

Medikal genetikdeğerlendirmeler, özellikle diğer belirtiler genetik bir neden olduğuna işaret ediyorsa, OSB tanısı konduktan sonra sıklıkla yapılır.[82]Her ne kadar genetik teknoloji, klinik genetikçilerin vakaların tahmini %40’ını genetik nedenlere bağlamasına olanak verse de,[83]ABD ve Birleşik Krallık’ta fikir birliği yönergeleri yüksek çözünürlüklü kromozom ve frajil X testi ile sınırlıdır.[82]Yeni genetik testler ortaya çıktıkça, çeşitli etik, yasal ve sosyal sorunlar ortaya çıkacaktır. Otizmin genetik karmaşıklığı göz önüne alındığında, testlerin piyasaya çıkması, bu test sonuçlarının nasıl kullanılacağının anlaşılmasından önce olacaktır.[76]Metabolikve sinir sistemi görüntülemetestleri bazen yararlı olur ama rutin olarak kullanılmazlar.[82

Marjinal vakalarda, otizm varken tanı konulamaması ya da yanlışlıkla otizm tanısı konması sorunları ile karşılaşılabilir. Son zamanlarda artan OSB vakalarının nedeni de tanı uygulamalarında yapılan değişikliklerdir. İlaç ile tedavi seçeneklerinin tanınırlığının artması ve sağlanan yararların genişlemesi OSB tanısının konmasını teşvik etmiş, dolayısıyla da belirgin olmayan belirtileri olan çocuklara da otizm tanısı konmuştur. Buna karşın, tarama ve tanı koymanın maliyeti ve bunun karşılanmasının zorluğu tanı konmasını geciktirmekte ve engellemektedir.[84]Görme kaybı olanlarda otizm tanısı koymak oldukça zor olmaktadır çünkü hem tanı kriterlerinin bir kısmı görme ile ilgilidir hem de yaygın körlük belirtileri ile otizm belirtilerinin bazıları örtüşür.[85]

Otizm ile birlikte hasta üzerinde oluşan çeşitli psikopatolojiler şunlardır:

Aleksitimi(duygu körlüğü): Duygu algılama zaafı fazladır.Dikkat: dış uyarılardan kaynaklanan dürtüsellikve hiperaktiviteKromozom: kromozom anormallikleri vardır.Depresyon, Fobik bozukluklar, post-travmatik stres bozuklukları, OKB‘ler, yemek yeme bozuklukları, uykusuzlukgibi çeşitli ek sorunlar hastada yaygın olabilir. Burada erken tanı çok önemli kılmaktadır.Epilepsi, bu durum kendiliğinden defalarca bilinmeyen bir nedenle değil, en az iki nöbet meydana geldiğinde anlaşılır.Frajil-X sendromu:Öğrenme bozukluğu, özel beceri ve açıkları ile karakterize bir neuropsycholgisches sendromu.Prosopagnosia(yüz körlüğü): hasta tanıma zorluğu ile karşı karşıyadır. Buna gördüğü bireyleri tanıma zorluğu çeken otistik bireylerde ilave edilebilir.Tourette sendromuTicgörünümü ile karakterize bir nöropsikiyatrik durumdur.Tuberosklerozve malformasyonlar ve beyin, deri değişiklikleri tümörleri genellikle iyi huylu tümörler diğer organ sistemleri ile ilişkili sık epileptik nöbetler ve zihinsel engelli tarafından klinik olarak karakterize genetik bir hastalıktır.

Kaynak : https://tr.wikipedia.org/wiki/Otizm

Paul A. Alberto , Anne C. Troutman

NOBEL YAYIN DAĞITIM

Bu kitabın çevirisine bir grup meslektaşımla bir yıl önce başladık. Ayrıca bu kitabın farklı bölümlerini çeviren ve gönüllü olan meslektaşlarımla yoğun ve özverili çalışarak içeriğin doğruluğu ve tutarlılığı için çaba harcadık.

Sosyal önemi olan davranışların kazandırılmasında uygulamalı davranış analizi stratejilerinin özellikle özel gereksinimli bireylerin eğitiminde etkili sonuçlar verdiği araştırma sonuçları ile belgelenmiş bir gerçek olması sebebiyle, her bölümde sunulan yöntem, strateji ya da tekniklere ilişkin uygulama örneklerini de olabildiğince anlaşılır biçimde sunmaya çalıştık. Öğretmen yetiştiren fakültelerin bazı bölümlerinde ve bilhassa Özel Eğitim ve Eğitim Bilimleri alanlarında çalışan özel eğitimciler, psikologlar, psikolojik danışman ve rehber öğretmenler, diğer alan uzmanları ve ailelerin sık sık Türkçe’sine ihtiyaç duydukları bu kitabı tercüme ederek alana kazandıran meslektaşlarıma minnettar olduğumu belirtmekten onur duyarım.

Ülkemizde üniversitelerde yıllardır ‘Uygulamalı Davranış Analizi’ dersleri okutulmasına rağmen bu konuda bir kitabın eksikliği yaşanıyordu. “Applied Behavior Analysis for Teachers (Eğitimciler İçin Uygulamalı Davranış Analizi)” adlı bu kitabın Türkçe’ye çevirisi yapılarak ülkemize kazandırılmasına öncülük eden Nobel Akademik Yayıncılığın sahibi ve meslektaşımız Sayın Nevzat Argun’a ve emeği geçenlere teşekkürlerimi sunarım.

İyi öğretmen yetiştirme çabalarımız, öğrencilerimizin iyi örnekleri öğrenmesi ve uygulaması için bu kitabın içeriğinin onlara tam olarak aktarılması gerekliliğine olan inancımızla, bu kitabın sadece alanda çalışan ya da çalışacak olanların değil, ilgi ve ihtiyaç duyan herkesin ve hatta ‘Çocuğumun davranışlarını nasıl geliştirebilirim ve problem davranışlarıyla nasıl baş edebilirim?’ sorusunu soran aileler, uzmanlar ve yöneticilere yararlı olacağına gönülden inanıyorum. Bu kitap bir öğrencinin değiştirilmesi hedeflenen davranışının belirlenmesine, tanımlanmasına, bu davranışların kayıt edilmesine, uygulamanın nasıl olacağına karar verilmesine, ne kadar süre uygulanacağına, uygulama süresince verilerin nasıl toplanacağına, toplanan verilerin nasıl analiz edileceğine, verilerin grafiklendirilmesi ve sunulmasına yönelik engin bilgi içermektedir.

Metnin kolay okunabilir ve anlaşılabilir hâle getirilmesi için harcanan çabalara rağmen, bazı hatalar çıkabilecektir. Okuyucularımızın katkılarıyla, bu hataların diğer baskıda hemen düzeltileceğini ve bilginin onlara en doğru biçimde ulaşmasını sağlamaktan mutlu olacağımızı belirtmek isterim.

Öğretmenler, aileler, uzmanlar, yöneticiler ve öğretim elemanlarının bu kitaptan yararlanarak davranış değiştirme sürecini daha profesyonelce yürüteceklerine olan inancım yüksektir. Ben ve meslektaşlarım kitabın çevirisine yönelik gelecek her türlü eleştiriyi içtenlikle kabul ederek bir sonraki baskıda hemen düzeltilmesini sağlayacağımızı bir kez daha belirtir, bireylerin olumlu davranışlar kazanmasında kitabın temel kitap olduğunu vurgulayarak siz değerli okuyucularımıza sunmaktan kendim ve meslektaşlarım adına onur duyarım.

Kitap Tanıtım ve Satış : https://www.kitapyurdu.com/kitap/uygulamali-davranis-analizi-egitimciler-icin/357537.html&filter_name=Uygulamal%C4%B1%20Davran%C4%B1%C5%9F%20Analizi

#1 Dikkatini Yöneltme

Dikkatini yöneltme ilk öğrenilen becerilerden biridir. Otizmli çocuklar dikkati yöneltme becerilerinde yetersizlikler gösterebilirler. Bu nedenle otizmli bir çocuğa modele, öğretmene ve uyarana ne kadar dikkatini yönelttiğine dikkat edilmeli ve beceride yetersizlik gözleniyorsa üzerinde çalışılması önerilmektedir. Videoda otizmli bir çocuğa dikkati yöneltme becerisinin öğretiminde izlenen stratejilere yer verilmektedir.

#2 Bekleme

Bekleme toplumsal yaşam becerilerinden biri olup, otizmli çocukların çoğunun öğrenme zorluk çektiği becerilerden biri olabilmektedir. Böyle bir durumda otizmli bir çocuğa bekleme becerisinin öğretimi önem arz etmekte, öğretilen bu beceri hem çocuğun hem de ailenin toplumsal yaşam alanlarında yaşam kalitesini artırmaktadır. Bu videoda otizmli bir çocuğa bekleme davranışının nasıl kazandırılması gerektiğine ilişkin görüntüler yer almaktadır.

#3 Videodan Model Olma

Videoyla model olma uygulamasında çocuğun kazanması hedeflenen becerilerin bir model tarafından sergilenmesinin videoya kaydedilmesi ve çocuğun bu görüntüleri izleyerek davranışı öğrenmesi hedeflenir. Videoyla model olma uygulamasının gerçekleştirilebilmesi için çocuğun taklit etme becerisine sahip olması beklenir. Videodan model olma otizmli çocukların gözlemleyerek öğrenmelerini geliştirmek açısından önemlidir. Videoda videodan öğretime ilişkin detaylara ulaşabilirsiniz.

#4 Etkinlik Çizelgesi Takip Ederek Patates Kafa Yapma

Otizmli çocuklara etkinlik çizelgesi takip ederek birçok becerinin öğretimi mümkündür. Kendi başına serbest zaman becerilerini öğrenme ve oyun oynamada bunlardan bazılarıdır. Bu videoda zincir davranışların öğretimini kolaylaştırmak için etkinlik çizelgesi takip ederek patates kafa yapma becerisinin öğretimine ilişkin görüntüler yer almaktadır.

#5 Davranış Zinciri Oluşturma

Davranış zinciri oluşturma öğretimi otizmli çocuklarda (otizmden ve diğer yetersizliklerden etkilenme derecesine bağlı olmaksızın) öğrenmenin başarı ile sonuçlandığı uygulamalardan birisidir. Davranış zinciri oluşturma öğretimi akademik, sosyal, iletişim davranışları gibi pek çok alandaki davranışların öğretiminde etkili olarak kullanılmakla beraber öz bakım becerilerinin öğretiminde de sıklıkla kullanılmaktadır. Bu videoda çorap giyme becerisinin öğretiminde kullanılan geriye zincirleme ve fermuar çekme becerisinin öğretiminde ileriye zincirleme yöntemine ilişkin görüntüler yer almaktadır.