Büyüme ile gelişme diye nitelendirdiğimiz süreçler farklıdır. Büyümede ruhsal bir gelişme olur, duygular değişir; aslında içimizdeki çocuk giderek daha az korkan, daha fazla çalışabilen, daha fazla sorumluluk üstlenen, daha fazla sevebilen biri hale geliyordur.
Büyüme her zaman bir ilişki içinde oluşur. Bu ilişkiye büyütme ilişkisi de denir. Büyütme ilişkisi ise daha büyümüş bir insanın daha büyümeye gideni kendi seviyesine çıkartma çabasıdır ve en fazla bizi büyüten kadar büyüyebiliriz.
Büyütme ilişkisinin orijinal şekli ebeveyn ve çocuk arasında yaşanır. Bütün büyütme ilişkileri tabiatı gereği hiyerarşik ilişkilerdir. Büyütenin büyüyen üzerinde bir ağırlığı ve yaptırımı vardır. Her zaman büyüten daha fazla seven, büyüyen daha ihtiyaçlı olandır; ihtiyaçların karşılanmasında büyütülenin önceliği vardır, buradaki tüm sorunlarda büyüten kendi nefsini arka plana atarsa çözülebilir atmazsa sorunlar karmaşıklaşır.
Gelişme ise becerilerimizle, zihnimizle ilgili sürece işaret eder. Genel olarak, gelişme, yeterliliğimizi arttırır, meselelerle veya hayatla baş etme yeteneğimizi artırır. Büyümenin kesintisiz sürebilmesi için gelişme ile edinilen yeterlilik de gereklidir.
Elbette ki bizi büyütenlerden daha bilgili, daha iyi mesleklerin sahibi olabiliriz, ama bu edindiklerimiz, zihnimizin daha gelişmiş olması, bizi onlardan ruhsal olarak daha büyümüş yapmaz, daha bilgili yapar. Bir çoban bir bilim adamından ruhsal açıdan daha büyümüş olabilir.
Ruhsal büyümenin en önemli parametresi sevme kapasitemizin düzeyi ve bunun hayat içindeki tezahürlerini gerçekleştirebilme becerimizdir. Sevme kapasitesi arttıkça, paylaşabilme, işbirliği yapabilme, yardımcı olabilme, sorumluluk üstlenme, karşındakinin iyiliğini isteyebilme özellikleri gelişir.
Bunlarla beraber çalışma, yoğunlaşma, üretebilme kabiliyeti de artar. Bütün bunlara paralel olarak mütevazılaşma da gerçekleşir; sevme kapasitesi artarken narsisistik özellikler azalır. Bir insan birçok önemli şey oluşturduğunda kendisini önemsemesi de buna paralel olarak artıyorsa bu durumda ruhsal büyüme olmuyordur; kişi başarılı oluyordur, zenginleşiyordur, statüsü yükseliyordur, ama büyümüyordur.
Gerçek bir büyümede insan yapabildiklerinin kendisine verilmiş olanlarla, koşullarla ilgili olduğunu, başarılı olmanın insanın insan olma gerçeğini değiştirmediğini farkeder. Bir insan için en olası durum bizi büyüten insanların ruhsal düzeylerine erişmektir; sevmeyi onlardan aldığımız sevgi ile biliriz ve sevildiğimiz dar sevebiliriz; sevme kapasitemiz onlarınki kadardır.
Genel olarak sağlıklı bir büyüme ortamı, hem bebeğe/çocuğa gelişmesini ve büyümesini sağlayan bir malzeme verir, hem de anne babanın çocuğa örnek olması ile verilen malzemenin nasıl kullanılması gerektiğini gösterir.
Bir belirtiye bakıp otizmli olup olmadığını anlar mıyız ?
Göz teması kurmuyor, çocuğumda otizm olabilir mi”,
Ayakları üzerinde yürüyor otistik mi,
Dönen nesneleri takip ediyor ya da iki yaşına geldi hala konuşamadı, kendi başına çok kalıyor, yaşıtlarıyla oynamıyor, ellerini sürekli sallıyor, bana çok tepki vermiyor veya gece uyumakta zorlanıyor vb ?
Çocuğun davranışını bir sorun olarak anlatıp, çocuğun otistik olup olmadığını soran ebeveynlerin sorularına yönelik kendi bakış açımızı ortaya koymak için böyle bir video paylaşma gereği duyduk.
Konuya yine bir çerçeve çizelim ve ebeveyn olarak kendi tarafımızda ne oluyor onu anlamaya çalışalım. Konunun bize göre iki yönü var.
Birincisi; ki bence konunun en önemli tarafı bu, neden ebeveynler çocuğun bir davranışını anlamak, çözmek için, bu işin uzmanın gitmeyip, yüzyüze ilişki kurmadan, bunun için zaman ayırmadan, çocuğumda şu var bu var tarzına konuyu indirgeyip, oldukça yüzeysel şekilde sorunu anlatmaya çalışıyorlar, yardım istiyorlar. Bu anlaşılmak zorunda. Evinizde, herhangi bir saatte kafanıza takılan bir soruna yönelik alanında uzman olduğunu bile bilmediğiniz birinden sırf sosyal medyada paylaşımları yüzünden profesyonel şekilde bir yardım almaya çalışılır.
Biliyoruz bu sözlerimiz tepki çekecek bunu çünkü kendimizde dahiliz, bizim gibi sosyal medyada yayın yapan, sorulara genel geçer yanıtlar veren, sadece sınırlı bir alanda tek taraflı konuşan, çocuğu tanımayan, ailenin sorunlarını bilmek için zaman ayırması gerektiği bilindiği halde buna ne vakti ne de zamanı olan bize neden sorarlar, bundan medet umarlar, bizi referans alırlar, bir kere bu kolaycılık gibi görünen durumun içinde daha gerçekçi daha net, daha çözüme yönelik bir şeyin çıkmayacağı kesin. Peki bu neden bu bir çözüm olarak görülüyor.
Tamam biz genel olarak bazı şeylere yönelik bazı durumları algılayabilir ve farkedebiliriz ama sizi tanımadan, sizinle ilişki kurmadan, sizle ve çocuğunuzla vakit geçirmeden size nasıl sağlıklı yardımcı olabiliriz, sizin durumunuzun kendine özel ve özgün yanlarını sizi algılamadan nasıl farkedebilir ve ona uygun çözümler bulabiliriz.
Diyebilirsiniz ki bu ailelerin zorunluluklarının yansıması, yani ekonomik durumlar, zaman, ebeveynlerin koşulları gibi açıklanabilir ama sosyal medyanın referans, çözüm merkezi olarak değil, konuya dair bakış açısı edinmenize yardımcı olabilecek bir yer olarak kodlamak gerekmez mi ? yoksa buralarda kutsal mekanlara dönüşebilir. Bilinçli bir Sosyal medya okuryazarlığı olmadan buralardan alınacak bilginin, yardım ve desteğin bir taraftan kolaycılık bir taraftan da yüzeyselliğe götüreceği muhakkak. Aileler için kolay, ulaşılabilir olsa da. Bu bir seçim, bizim bu konudaki bakışımızı söyleme gereği duyuyoruz. Biz ilişki kurulmadan, sizinle bir ilişki ve işbirliği kurulmadan ve hatta siz bu işbirliğine girmeyi taahhüt etmeden yapılacak her türlü destek, öneri ve yardımın çözüm odaklı olmayacağını görüyoruz, yaşıyoruz, biliyoruz. Mış gibi yapmanın kimseye faydası yok.
İkinicisi ise çocuğun için meraklanıyor ve gerçekten araştırıyorsun, peki neden çocuğun herhangi bir davranışını hemen bir sorun, problem olarak görüyorsunuz, bunun normal olup olmadığını fark edecek ebeveyn refleksleriniz neden çalışmıyor ? direk en kötüyü yani konuyu hastalıkla ilişkilendirip, çocuğun hasta veya bir bozukluğu olup olmadığından şüphelenen, merak eden bir tarafınız oluşuyor ?
Neden çocuk bu davranışı yapıyor, neden bu davranışın normal olup olmadığını anlaşılmıyor, normalinden ve yaşıtlarının yaptığından ayırtedemiyor, farkedilemiyor? Bunu anormal olarak görmek için neler oluyor ? Bunlar neden düşünülmüyor ?
Şimdi gelin olasılıkları birlikte düşünelim :
İnsanların genel olarak bir çocuğun sorun çıkarmadan büyüyeceğine ilişkin genelgeçer bir bakış açıları vardır. Yani bir çocuğunuz olacak siz de onun sevimli bulacak ve sıcak tavırlarıyla içiniz gidecek ve sonra o da bizim gibi büyüyecek diye düşünürler, tamam biraz abartılı oldu ama aşağı yukarı deriz ki tamam sorunlar olur ama bu kadar da değil, tamam bize söylemişlerdi de bunu değil vb. Bir kere çocuğun sorunsuz büyüyeceğini zannetmek, çocuk gelişim psikolojisini bilmemekten kaynaklı olabilecek bir durum olabilir. Bir çocuk nasıl büyür, gelişir, zihinsel-sosyal-dil-duygusal-cinsel-fiziksel gelişim alanlarıyla ilgili neler olur, her yaşın kendine özgü problem davranışları neler olabilir konusunda bilgi ve deneyim eksikliğine işaret edebilir. Bundan kaynaklı bir durum olarak çocuğun bu davranışını açıklamakta oldukça zorlanırsınız.
Ebeveynliğe hazır olmadan çocuk sahibi olduğunuzda da hazırlıksız yakalandığınız için çocuk yetiştirme, çocuk bakımı ve dünyası , psikolojisi konusunda oldukça geleneksel, kulaktan dolma yüzeysel bilgi ve deneyimlerde sizi zorlayabilir ve çocuğun çoğu davranışları uzak, tuhaf, anlaşılmaz gelebilir.
Halbuki büyüme ve gelişme süreci bir zaman ister, hele bakımı en zor bir canlı türü olan insan yavrusunun daha çok sorun çıkaracağını biz kendimiz olarak çocukluğumuzu hatırlarsak biliriz ama buna rağmen bazı sorunlar karşısında yine şaşırır ve anlamakta zorlanırız.
Eğer sizin şu davranışı az yapar şu davranışı çok yapar diye bazı kalıplarınız varsa, bunları nereden bildiğinizi ve öyle varsaydığınızı farkında değilseniz yani bir çocuğun büyümesi ve gelişmesine ilişkin ciddi kalıplarınız varsa ve bu kalıplar sizi yönetiyorsa çocuk herhangi olası olmayan davranışta aklınız şaşıabilir, Buda nereden çıktı dersiniz ?
Ebeveynler olarak açıklayamadığınız, neden bu davranışı yapamıyor diye anlayamadığınızda iyice zorlanırsınız, bu davranışı diğer yaşıtlarında görmeyince kaygınız daha da artabilir ?
Sorun çıktı diye üzülüp başıma bunlar mı gelecekti diye aşırı endişelenmeyi sürdürürsünüz ? Birileri de şimdi ne der, ben nasıl ona açıklarım diye bazı düşünceler de eklenince kaygı düzeyiniz sizi artık iyice zorlar ve öfke düzeyiniz artar. Diğer çocukları yapabilir gördükçe hem diğerlerinin ebeveynlerine hem de çocuklarına hasetiniz de artar.
Ayrıca Siz bu davranışın benim dünyamdaki karşılığı tam olarak nedir, bu davranışı neden hep gözüme çarpıyor, bu davranışı bana neyi hatırlatıyor, baş etmekte zorlanmamın ve anlayamamın nedeni bu davranışın benim dünyamdaki hangi karşılığından dolayı oluyor, bu davranışında tuhaf, anlaşılmaz, sıkıntılı ve üzücü, davranışı kötü gören, zorlanan bir iç dünyam neden oluşuyor ?
Kendi çocukluğunuzla, ve iç dünyanızla bağlantınız zayıfladığında, geçmişteki çocukluğunuzu hatırlamadığımızda veya ilişki kuramadığımız da çocuğun bazı davranışları size anlaşılmaz, zor ve sıkıntılı gelebilir.
Kısaca bu davranışın eksikliği benim için neden önemli ve gerekli ? Çocuğun bunu mutlaka yapması benim mi ihtiyacım yoksa çocuklara yönelik kalıplarım varda onlar mı devrede ? Beklentilerim mi fazla ? Çocuğun bu davranışıyla diğer normal gördüğüm davranışları arasında bir ilişki kurmakta neden zorlanıyorum ? diye sormadıkça ve bunu anlamak içim çaba sarf etmedikçe konu sorun yumağı olmayı sürdürür.
Bir kere bu sorulara cevap vermemiz neden gerekli ? Çünkü iç dünyanızda bunlardan bi varsa, siz o zaman bunu farkederseniz soruna daha iyi yaklaşır ve çözersiniz, Bunu anlamak önemli.
Ayrıca bir davranışı veya bir belirtiyi bağlam içinde değerlendirmek gerekir. Yani göz teması kurmamak sorun bir davranış mı demeden önce bir davranışa sorun demeden önce neye ihtiyacımız var, bunun hakkında bilgimiz olması gerekiyor. Bunun için o davranışın sıklığı, seyri ve şiddeti ve gelişim içindeki işlevselliğini sorgulamak önemli bir yer tutar.
Toparlayacak olursak, tek bir davranışa otistik belirti veya Otizm’e giden sürecin başlangıcı veya mutlaka bu hastalıklı demeden önce bu davranışı ben neden sorun olarak algılıyorum bunu düşünmek ve ben neden bunun çocuktaki karşılığını algılayamıyorum demek önemli,
Ve bilinmelidir ki otizm ilişki, iletişim ve gelişimsel olarak bir çok durumla birlikte oluşan çoklu durumdur. Tek bir davranış değil de diğer bir çok davranışlar varsa o davranış anlamlıdır. Tek bir davranışın şiddeti çoksa, gündelik yaşamı zorlaştırıyor ve çocuğun ilişki kurmasını, etkileşime girmesini, yaşıtlarıyla ilişkisini bozuyorsa anlamlıdır. Takip ve gözlem bu noktada önemli ve gereklidir.
Tek bu davranış varsa bu davranış şiddetliyse yani bu davranışı çocuk çok yapıyor, yaşıtları yapmıyor, zorlanıyorsam burada sorulması gereken soru bu davranışın sıklığı ve şiddetidir. Ve diğer davranışlarla ne kadar ahenkli olup olmadığıdır.
Gördüğünüz gibi bir davranışın bir çok anlamı olabilir. Sizdeki ve çocuktaki karşılığını ayrı ayrı düşünmeden yapılacak müdahaleler eksik, tek taraflı ve süreci zorlayabilir. İlişki iki yönlü bir süreçtir. Çocuk göz teması kurmuyor değil, çocuk ve ben birbirimizle göz teması kurmakta neden zorlanıyoruz olmalıdır. Çocuk ayakları üzerinde yürüyor değil çocuk ve ben bu durumu nasıl algılıyoruz ve bizde neler oluyor, aklımıza neler geliyor ? sorusunu sormak önemli, vereceğimiz cevap konuya dair bakışımızı netleştirir.
Otizm spektrum bozukluğu tanısı almış çocuklarda farklı hazırlayıcı türlerinin duygu tanıma üzerindeki etkisi The effect of different prime types on emotion recognition in diagnosed with autism spectrum disorder
BEHRE BALÇIK
Otizmli bireylere sosyal beceri öğretiminde sosyal öykülerin etkisinin incelenmesi The examination of social stories effectiveness for social skill instruction with autism
BAHADIR İNAN
Otizm spektrum bozukluğu olan çocuklar için sosyal iletişim kontrol listesi’nin Türkçeye uyarlama ve geçerlik-güvenirlik çalışması Turkish adaptation and validity-reliability study of the revised social communication checklist for children with autism spectrum disorder
BANU GEBOLOĞLU
Otizm spektrum bozukluğu olan bireylere sosyal beceri kazandırmada sosyal öykü ve müzikli sosyal öykü uygulamalarının etkililik ve verimliliklerinin karşılaştırılması The comparison of the efficiency and effectiveness of social history and musical social story on social skill development of autism spectrum disordered individual
BELGİN SEVGİ İÇYÜZ
Otizm spektrum bozukluğu olan çocukların sosyal becerilerinin gelişiminde yaratıcı drama yönteminin etkililiğinin incelenmesi Investigating the effectiveness of creative drama method in the development of social skills of children with ASD
BEKİR ERHAN ORHAN
Otizmde hareket eğitiminin sosyal beceriler üzerindeki etkisi The effects of movement educati̇on upon soci̇al ski̇lls i̇n auti̇sm
BELGİN SEVGİ İÇYÜZ
Otizm spektrum bozukluğu olan çocukların sosyal becerilerinin gelişiminde yaratıcı drama yönteminin etkililiğinin incelenmesi Investigating the effectiveness of creative drama method in the development of social skills of children with ASD
CEYDA CEYHUN ATABAYCAN
Rekreasyonel faaliyet olarak sporun otizmli çocuklarda sosyal iletişime yönelik etkileri Effects of sport as recreational activity on social communication in children with autism
CEYDA TURHAN
Otizm bozukluğu gösteren çocuklara sosyal becerilerin öğretiminde sosyal öykü ve video model uygulamalarının etkililik ve verimlilikleri Comparing the effectiveness and efficiency of computer based social stories and video modeling on teaching social stories to children with autism spectrum disorder
ÇİĞDEM TIKIROĞLU
Tipik gelişen çocukların oyun etkinlikleri sırasında akran aracılı uygulamaları kullanmalarının tipik gelişen ve otizmli çocukların sosyal etkileşim davranışları üzerindeki etkileri The effects of typically developing children’s use of peer-mediated interventions during play activities on the social interaction skills of typically developing children and children with autism
DİLAY AKGÜN GİRAY
Öğretmen adaylarınca hazırlanan ve sunulan sosyal öykülerin otizm spektrum bozukluğu olan çocukların sosyal becerileri edinmeleri üzerindeki etkisi The effects of preservice teachers generated and delivered social stories on the acquistion of social skills of children with autism spectrum disorders
DUYGU BALLİ
Okul öncesi özel gereksinimli çocuklarda sosyal etkileşim becerileri ile davranış sorunları arasındaki ilişki The relationship between social interaction skills and behavioral problems of preschool aged children with special needs
DİCLE BÜYÜKTAŞKIN
Otizm spektrum bozukluğunda duyusal algı ve benlik algısı değerlendirilmesi Evaluation of the sensory perception and the sense of self in autism spectrum disorder
ERDAL PAPATĞA
Otizmli çocukların oyun becerileri ile davranış ve sosyal beceri özelliklerinin karşılaştırılması The comparison of the game skills of autistic children with their characteristics of social skills and behaviours
ERKAN YARIMKAYA
Akran aracılı uyarlanmış fiziksel aktivitelere katılan otizm spektrum bozukluğu olan bir bireyin iletişim becerilerindeki değişimlerin incelenmesi An investigation of the changes in the communication skills of an individual with autism spectrum disorder participating in peer mediated adapted physical activities
EMRE ARDA DENİZ
Çocuk merkezli oyun terapisinin otizmli çocuklarda sosyal becerilerin gelişimine etkisinin incelenmesi The analysis of the effect of child centered play therapy on the development of social skills of children with autism
GÜLÇAĞ KANDAŞ
Otizmli çocuğa sahip annelerin depresyon, umutsuzluk ve tükenmişlik düzeylerinin çocuğun otizm ağırlık derecesine göre karşılaştırılması Comparison of depression, hopelessness and burnout levels of mothers with children with autism according to child’s autism weight rating
GÜL KAHVECİ
Birleştirilmiş davranışsal konsültasyon programının görmeyen otizmli çocuğun uygun olmayan davranışlarına ve iletişim/sosyal becerilerine etkisi The effect of conjoint behavioral consultation program on problem behavior and communication/social skills with a blind and autistic child
HACER GİZEM GERÇEK
Otizm spektrum bozukluğu olan erkek çocuk ve ergenlerde serum oksitosin düzeylerinin saldırganlık davranışı ve empati becerileri ile ilişkisi The relation between aggressive behaviors, empathy skills and serum oxytocin levels in male children and adolescents with autism spectrum disorder
İREM AKÇAYIR
Otizm spektrum bozukluğu olan bireylere sosyal beceri öğretimi üzerinde multimedya tabanlı sosyal öykü yönteminin etkililiği The effectiveness of a multimedia based social story method on teaching social skills to individuals with autism spectrum disorder
İSMAİL OKATAN
Kaynaştırma eğitimine devam eden otizm spektrum bozukluğu olan öğrencilere sosyal beceri öğretiminde fırsat öğretiminin etkililiği The effectiveness of incidental teaching on social skills teaching to students with autism spectrum disorder in inclusive classrooms
MAHİR UĞURLU
Farklı yetersizlik türlerinden etkilenen çocuk ve gençlerin duygu ve davranış bozukluklarının belirlenerek değerlendirilmesi The evaluation of children and adolescents affected by different deficiency disorders by determining emotional and behavioral disorders
MEHTAP EROĞLU
Örgün eğitime devam eden otizm spektrum bozukluğu tanılı çocuklarda akran zorbalığı
ÖZGE ERŞAN AKSOY
4- 6 yaş otizmli çocuğu olan ebeveynlerin tutumlarının çocukların sosyal beceri ve problem davranış üzerine etkisi The effects of 4-6 years old autism children’s parents attitudes on social skills and challenging behaviour
PINAR AKGÖL
Duyusal işlemleme ölçeği okul öncesi ev formunun Türkçe uyarlamasının geçerlik ve güvenirliği Validity and reliability of the Turkish version of the sensory processing measure pre-school home form
SUNAGÜL SANİ BOZKURT
Otizm spektrum bozukluğu olan çocuklara sosyal beceri öğretiminde teknoloji destekli etkileşimli ortam tasarımı ve etkililiği Design and effectiveness of technology enhanced interactive media in teaching social skills for children with autism spectrum disorder
SELİN DEMİR
Özel eğitim öğretmenlerinin sosyal öyküler hakkındaki görüşlerinin belirlenmesi Determination of the views of special education teachers about social stori̇es
SEVİM EROL ADAKLI
Otizm tanısı almış ve almamış kişilerde duygu ifadelerine ilişkin çalışma belleği ve duygu ifadelerinin anlamlandırılması Working memory for emotional expressions and emotional expression labeling in individuals with autism and typically developing individuals
ŞERMİN BİLGEN ULGAR
Otizm spektrum bozukuğu tanılı çocuğu olan annelerde anti-purkinje hücre antikorları ve DNA hasarının değerlendirilmesi Evaluation of anti-purkinje cell antibodies and DNA damage in mothers of children with autism spectrum disorder
ŞEMSEDDİN YALÇIN
Otizmli bireyin sosyalleşmesi için yeni yaşam modeli ‘umut evleri’ New life model for autism individuals
ZUHAL DOKUR
Otizmli çocukların yüz ifadelerinden duyguları tanıma becerilerinin incelenmesi Examining emotion recognition skills of children with autism through facial expressions.
Her çocuk bir dahidir. Bu, her çocuğun Picasso gibi resim yapabileceği, Mozart gibi beste edebileceği veya bir IQ testinde 150 puan alabileceği anlamına gelmez.
Esasen, dahinin asıl anlamı her çocuğun içinde bulunan “sevme ve ilgi kapasitesinin ortaya çıkarılması” dır. Her çocuk bu kapasite ile doğar. Her çocuk, merak, huzur, kendiliğindenlik, canlılık, esneklik ve neşeli bir varlığın diğer birçok özelliği ile hayat bulur. Bir bebeğin bir yetişkine nazaran iki kat daha fazla beyin bağlantı potansiyeli vardır.
Küçük çocuk, resmi talimatlar olmadan karmaşık bir sembol sistemini (kendi anadilini) yönetir. Küçük çocuklar mükemmel bir hayal gücüne, yaratıcı fikirlere ve hassas kişiliğe sahiptir. Bu gençlik özellikleri, evrimsel bir bakış açısına göre oldukça değerlidir: türler ne kadar evrilirse, gençlik özelliklerini yetişkinliğe o kadar fazla taşır (“neotoni” veya “gençliği elinde tutma” olarak adlandırılan bir süreç).
Eğitimciler ve ebeveynler olarak, çocukların yetişkinlik dönemlerinde olgunlaşırken bu deha özelliklerini korumaya yardımcı olmamız şarttır, bu kapasiteler inanılmaz bir değişim anında daha geniş kültür için kullanılabilir hale getirilebilir.
Ne yazık ki, ev, okul ve daha geniş bir kültür içinde, çocuklarda bu dahi özellikleri bastırmaya çabalayan unsurlar var. Birçok çocuk deha niteliği üzerine aktif bir baskı uygulayan ev. ve çevre koşulları içinde büyüyor. Yoksulluk, depresyon ve anksiyete gibi evdeki faktörler, baskı, nefret ve korkuya dayanan sert ideolojiler, çocukluktaki eğlenceli, yaratıcı ve merak gibi deha özelliklerin yaratıcı şekle dönüşmesini engelliyor.
Okullar ayrıca, sınavlar, çeşitli ölçüm araçları ve test etme (yaratıcılık yargı atmosferi içinde gelişemez), çocukları öğrenme engelli veya DEHB olarak etiketleme, sıkıcı öğretmenler ve düzenli müfredatla etiketleyerek çocukluk dehasına daha bir kendiliğinden baskı oluşuyor. Binlerce çocuk ev, okul ortamından erken bir şekilde soğuyor ve gündelik yaşamında daha başka olumsuz alternatif yaşam becerilerine yöneliyor.
Son olarak, geniş kültür, özellikle kitle iletişim araçları, sürekli şiddet, sıradanlık ve yanlış ünlü rol modelleri ile çocuklarımızdaki dehaları bastırılıyor.
İyi haber şu ki, çocukların doğal dehalarını yeniden farketmelerine yardımcı olmak için bir öğretmen veya ebeveynin yapabileceği çok şey var.
Birincisi ve en önemlisi, yetişkinlerin kendi doğal dehalarını yeniden canlandırması gerekir – yetişkinler kendi yaratıcılıklarının, canlılıklarının, eğlencelerinin ve meraklarının kaynakçılarını kendi içinde bulurlar. Çocuklar, meraklı ve yaratıcı yetişkinlerle çevrilendiğinde, kendi iç dehalarını harekete geçirmekte daha çok fırsata sahip olabilirler.
İkinci olarak, yetişkinlerin çocukların dehasını harekete geçirmek için basit aktiviteler sağlamaları gerekir. Bu bir hikaye kadar basit bir şey olabileceği gibi, bir oyuncak (Einstein basit bir manyetik pusulanın dört yaşında öğrenme sevgisini uyandırdığını söyler), özel bir yere gitme veya bir soru, bir çocuğun öğrenme kapılarını, öğrenme sevgisine açabilir.
Üçüncüsü, çocukların eleştiri, karşılaştırma ve başarılı olmak için baskıdan uzak bir ortamda öğrenebilecekleri ev veya okul daha “samimi” bir atmosfer yaratılabilir. Her çocuğa, dünyada harika şeyler yapabilen, doğanın yarattığı en eşsiz bir armağanı gibi davranın.
Son olarak, her çocuğun başka bir çocuktan tamamen farklı bir şekilde bir dahi olacağını anlayın. Standart I.Q’yu unutun. Dehanın anlamı ve çocukların kendi şartlarında başarılı olmalarına yardımcı olmak için çoklu zeka kuramı gibi modeller kullanın.
Her çocuğun doğal dehasını uyandırmak için bu basit kuralları izleyerek, çocuklarınızın refahına ve bir gün miras alacakları dünyaya ölçülemez biçimde katkıda bulunacaksınız.
Kaynak : https://www.institute4learning.com/resources/articles/the-natural-genius-of-children/
Öğrenme sorunları da, pek çok sorun ya da hastalık gibi çok erken fark edilebilir. Genellikle anneler, çocukları diğer çocuklarından ya da yaşıtlarından farklı gelişiyorsa fark edebiliyorlar. Bir kısmı beklemeyi tercih ettiğinden, bir kısmı da nereden yardım alacağını bilemediğinden soruna müdahale gecikiyor. Böylece çok değerli zaman kaybedilmiş oluyor.
Öğrenme sorunlarını erken yaşta tanımada ve müdahalede, okul öncesi eğitim veren kurumlarda çalışan eğitimcilerin ve çocuk doktorlarının çok önemli rolleri vardır. Fakat yapılan çalışmalar ve deneyimler gösteriyor ki, öğrenme güçlükleri konusu yeterince bilinmediği için, gerek anneler, gerek eğitimciler, gerekse doktorlar tarafından sorun erken fark edilse de, gereken değerlendirme ve müdahale zamanında yapılamıyor.
Öğrenme güçlüklerini anlamak için, öğrenmenin gelişimsel açıdan nasıl geçekleştiğini bilmek gerekir. Piaget’nin kuramına dayanarak, öğrenmenin gelişimsel olarak 5 aşaması tanımlanmaktadır:
1.Algısal Öğrenme: Duyma, tat, koklama, dokunma / hareket ve görme duyularının kullanımını içerir. Uyarılara uygun tepkide bulunabilmek bu dönemde öğrenilir.
2.Ayırdedici – Birleştirici Öğrenme: Bu aşamada nesneler arasındaki benzerlik ve farklılıkları ayırdetme, bağlantılar kurabilme öğrenilir. Sıralama, eşleme, sınıflandırma becerileri kazanılır.
3.Özümleme: Çocuk önceki süreçleri özümler ve kullanmak istediği zaman için öğrendiklerini kendisinin bir parçası haline getirir.
4.Uyum: Özümlediği bilgiyi kullanmak ve yeni durumlara aktarabilmek aşamasıdır.
aşamasıdır. Sembol sistemini öğrenerek okuma, yazma ve aritmetik becerilerin kazanıldığı aşamadır.
Bu aşamalardan sağlıklı olarak geçememiş ve yaşıtları gibi okuma, yazma, aritmetik öğrenme olgunluğuna erişememiş olan çocuklar öğrenme güçlüğü çekerler.
1) Giriş (input) aşaması: Gelen bilgilerin duyu organlarından beyine girmesi, algılanması aşamasıdır.
2) İşlem (entegrasyon) aşaması: Gelen bilginin kaydedilmesi, organize edilmesi, anlaşılması ve işleme konulup yorumlanması aşamasıdır. Bu aşamada bilgiyi sıraya koyma, soyutlama,organize etme gerçekleşir.
3) Bellek (depolama) aşaması: Bu aşamada, anlaşılan bilgi tekrar kullanılmak üzere depo edilir.
4) Çıkış (output) aşaması: Beynin bilgiyi mesaj olarak hücrelere, kaslara, dil ya da motor etkinlik alanlarına göndermesi sürecidir.
OKUMA, YAZMA,ARİTMETİK BECERİLERİNİN GELİŞİMİ
Okuma yazmanın öğrenilmesi, normal gelişim aşamalarından geçmenin yanı sıra bazı becerilerin gelişmesine de bağlıdır. Okuma zor bir şifreyi çözmeye benzer ve konuşma dilini yazı diline çevirmeyi gerektirir.
Bunun için de dikkat, algılama, kavrama, sıralama, canlandırma, akılda tutma, isimlendirme, analiz-sentez gibi çok çeşitli bilişsel becerilerin gelişmiş olması gereklidir.
Okuma, çocuğun sembol sistemini kullanabilmesi ile ilişkili iki aşamalı karmaşık bir işlemdir. Okumayı öğrenebilmek için:
➢ Çocuk önce objelerin isimlerini öğrenir, sonra bu isimlerin yazıldığı sembolleri ( harfleri ) öğrenir.
➢ Görsel olarak sembolleri ayırt etmesi yetmez, harflerle sesler arasındaki bağlantıyı kurabilmelidir.
➢ Okumayıöğrenmek çağrışımlar yapabilme becerisine bağlıdır.
➢ Okuduğunu anlarken görsel ve işitsel imajlar ve bunların anlamları arasında çağrışımlar yapılmalıdır.
Otizm Spektrum Bozukluğu (ASD) tanısı alan çocukların ebeveynleri genellikle hem harap olmuş hem de paniklenmiş hissediyorlar. Bu bölümde, bu durumda ebeveynlerin zihinlerinde en çok karşılaşılan sorunlara değineceğiz.
BU SENİN HATAN DEĞİL
ASD teşhisi konulmuş bir çocuğun ebeveynleri için kendilerini veya birbirlerini suçlamaları nadir değildir. Bir bardak şarap annesinin içtiği her şeyden endişeleniyorlardı, çocuklarının ASD’sinin nedenlerine cevap bulmak için çılgınca bir girişimde çalıştığı kimyasal bitki babasına birkaç yıl boyunca hamile kaldığını biliyordu.
Lütfen unutma: Bu senin hatan değil. Eşinizin suçu değil. Daha önce yaşamlarında yaptığın ya da yapmadığın, çocuğunun “aranması”, çocuğuna ne kadar izin verdiğini ya da katı olduğunu, çocuğunu ne kadar sevdiğine ya da sarıldığına – bunların hiçbirinin çocuğunuzla olan bağlantısı yok. ASD.
Artık birden fazla otizm türü olduğunu ve tek bir neden olmadığını biliyoruz. Bilim adamları rol oynayan genetik ve / veya çevresel faktörleri anlamaya başladılar ve kesinlikle onlar üzerinde kontrol sahibi değildiniz. Kontrol edebileceğin tek şey bir sonraki yapabileceğin şey.
ASD doğru bilgi ile yönetilebilir. Kendinizi eğiterek, akıllıca kararlar verebilecek, başkalarını eğitebilecek ve çocuğunuzun ve ailenizin savunuculuğunu yapabileceksiniz. Bu, güvenilir kaynaklardan güvenilir bilgi aramanızı önemli kılar.
YALNIZ DEĞİLSİN
Amerika Birleşik Devletleri Hastalık Kontrol ve Önleme Merkezi (CDC), Amerika Birleşik Devletleri’ndeki 88 çocuktan 1’inde ASD olduğunu ve ASD’li yetişkin sayısının benzer olabileceğini tahmin ediyor. Birleşik Krallık’ta son zamanlarda yapılan kapıdan kapıya bir sayı, yaklaşık 100 yetişkinden birinin ASD’ye sahip olduğunu buldu. ASD prevalansı hakkında daha fazla bilgi edinin.
Bu, yalnız olmadığınız anlamına gelir . Dünyada, spektrumda bir çocuk yetiştirmenin ikilemleriyle başa çıkacak binlerce aile var.
ASD’li her çocuğun güçlü ve zayıf yönleri vardır. Okuduğunuz ve öğrendiğiniz gibi, kendi çocuğunuzun otizm spektrumuna nerede uyduğu konusunda bir fikir edinmeye başlayacaksınız – sadece genel değil – aynı zamanda sosyal anlayış, dil, tekrarlayan davranışlar, motor beceriler gibi sakatlığın farklı yönleriyle ilgili olarak , duyusal konular, vb. Güçlü yönlerini kutlayın ve üzerlerinde inşa edin. Zayıf noktaları belirleyin ve hedeflenen müdahaleleri öncelikli olarak belirtin.
BUNUNLA BAŞA ÇIKMAK: KENDİNİZİ EĞİTMEK
İkilem önemli değil, sonunda yapılacak tek şey var: Ayağa kalk ve devam et. Müdahaleye ihtiyaç duyan bir çocuğunuz olduğunda bu daha doğrudur, ve yakında.
Yeni tanı konulmuş bir çocuk durumunda, bu işlem genellikle çocuğunuzun resmi bir etiket almadan önce başlamış olabileceğiniz bir şey olan ASD konusunda kendinizi eğitmekle başlar. Bunun gibi web sitelerinden bahsetmek yerine ASD’ler hakkında birçok kitap, makale, DVD, atölye çalışması ve konferanslar var. Bu sitede başlamak için iyi bir yer:
Ne kadar çok öğrenirseniz, o kadar fazla güçleneceksiniz ki, akıllıca kararlar vermek, başkalarını eğitmek ve çocuğunuza ve ailenize destek olmak olacaktır.
Lütfen bu görevi üstlenirken her şeyi bir kerede öğrenemeyeceğinizi unutmayın. Zaman ayırın ve ASD’ye neyin neden olduğu ve nasıl tedavi edileceği hakkında çok çeşitli görüşler olduğunu kabul edin. Ayrıca birçok bilinmeyenler var. Aslında, ASD hakkında bilgi sahibi olmanın bir kısmı, mevcut bilgimizin sınırlarını bilmeyi ve araştırma bize daha kesin cevaplar verene kadar belirsizlikle başa çıkmayı öğrenmeyi gerektirir.
ASD DESTEK VE SAVUNMA GRUPLARI
Avukatlık örgütleri ve destek grupları ailelerin ihtiyaçlarını ele alır ve sizin için doğru olanı bulmak esastır. Destek grupları, sinir krizi geçirme, uyku problemleri, aile gezileri vb. Gibi günlük durumlarla başa çıkmanıza yardımcı olabilecek mükemmel bilgi kaynakları olabilir. Ayrıca, çocuğunuz için okula başlama, üniversite planlaması gibi, yaşamınızdaki önemli geçişler için kaynaklar sağlar. ve iş, bağımsız yaşam ve çok daha fazlası.
Bu gruplardaki diğer üyeler de çocuğunuz için bakım hizmeti alma konusunda bilgi paylaşabilir. Okul bölgesi hangi rolü oynayacak ve Bireyselleştirilmiş Eğitim Programını (İEP) nasıl hazırlayacaksınız? Bölgenizde hangi özel ve genel programlar mevcut? Çocuğunuz sosyal beceri eğitimini nereden alabilir? Konuşma, meslek veya fizik tedavi öneriliyor mu? Hangi finansal kaynaklar mevcut?
Bu konular hakkında bilgi alışverişinde bulunmak için yerel otizm avukat grubuna katılın.
ÇOCUĞUNUZUN SAVUNUCUSU OLMAK
ASD’li bir çocuğun ebeveyni olarak, onun bakımına dahil olan birçok sistemle – okul bölgelerinde, doktor muayenehanelerinde, sigorta şirketlerinde ve kliniklerde – ilgileneceksiniz. Çocuğunuz ve genel olarak ASD’ler hakkındaki bilgilerinizle donanmış olarak, çocuğunuzun en iyi savunucusu olacaksınız.
Test sonuçları, tıbbi konular ve eğitim planları hakkında eksiksiz bilgi edinin. Sizden ayrıntılar istenecek ve uzun yıllar boyunca bilgilere erişmeniz gerekecek. Kendinizi organize etmek stresinizi azaltacak ve çocuğunuzun savunuculuğunu arttıracaktır.
KENDİNE İYİ BAK
Çocuğunuza ASD teşhisi konulduğunda nadiren tam bir sürpriz olur. Sonuçta, bir ebeveynin rahatsızlığıdır ve bu genellikle uzmanlarla randevulara ve resmi bir teşhise yol açar.
Bunun, bir yetkili görevlisinin çocuğunuzun bir ASD’si olduğunu beyan ettiğini duymanın etkisini azaltacağını düşünürdünüz, ancak nadiren yapar. Bu resmi beyanla ilgili bir şeyler her şeyi gerçek kılıyor, çocuğunuzla ilgili şüphelerinizin yanlış olduğunu ümitsizce ümitsiz bırakmak. Keder, inkar, öfke, umutsuzluk ve korku hissetmek doğaldır – hepsi bir arada ve sırayla. Birisinin bir şeylerin yanlış olduğunu kabul etmesini sağlamak için mücadele ediyorsanız ve gerekli olana kadar hizmet alamadıysanız, rahatlama karışık olabilir.
Durum ne olursa olsun, bu süre zarfında kendinize bakmanın bir yolunu bulmalısınız. Çocuğunuzun ihtiyaçları acil görünüyor ve eğilimi siz düşene kadar koşarak her müdahaleyi gerçekleştirmeye çalışmaktır. Ancak sonuçta, bu sadece sinir krizi geçiren bir ebeveyne yol açar – çocuğunuza kesinlikle yardım etmeyecek bir şey.
Alternatif olarak eşinizle “mola” vermek veya bir seferde birkaç saat boyunca kaleyi tutabilecek birini bulmak. Eski destek kaynaklarına – arkadaşlarınız, aileniz, dini kurumunuz veya terapistinize – dönün ve eğer eskileri yetmiyorsa yenilerini arayın. ASD’li çocukların ebeveynleri için destek grupları, özellikle bu “yeni tanı konulan” dönemde çok yardımcı olabilir.
Çocuğunuz adına ne yapıyorsanız yapın, dengenizi tekrar bulmak için kendinize zaman ayırdığınızdan emin olun. Çocuğunuz ve aileniz için iyi mücadele etmek için gücünüze ihtiyacınız olacak.
ARAŞTIRMAYA KATILMAK: UZUN VADELİ ÇÖZÜMÜN BİR PARÇASI OLMAK
ASD hakkında daha fazla şey öğrendikçe, cevapsız çok fazla soru olduğunu göreceksiniz. Araştırmaya umutsuzca ihtiyaç var.
Uzun vadeli çözümlere dahil olmanın bir yolu otizm araştırma çalışmalarına katılmaktır. Cevap bulmaya kararlı, ancak veri olmadan devam edemeyecek bilim adamları var. İster inanın ister inanmayın, verileriniz elinizde! Bireysel öykünüz, başkalarıyla birleştirildiğinde otizm araştırmacılarının örüntü ve eğilimleri, nedenleri ve tedavileri araştırmasına izin verir.
Daha fazla bilgi için, IAN Research hakkında okuyun ve katılmayı düşünün. Kendi evinizden, internet üzerinden çocuğunuzun ASD’si hakkında bir dizi soruyu cevaplayabilirsiniz. Bu cevaplar büyük bir veri setinin parçası olacak ve dünyanın her yerinden bilim insanlarının yeni keşifler yapabilmek için erişebilecekleri bir ortam olacak. Ek olarak, daha detaylı araştırmalar için araştırma katılımcıları arayan bilim insanları, bunları IAN aracılığıyla bulabileceklerdir. (Bu araştırmacılara kişisel bilgileriniz verilmez; istediğiniz şekilde takip edebileceğiniz veya etmeyeceğiniz araştırma katılım fırsatlarını size iletiriz.)
Şu anda katılmaya hazırsanız, katılmak için doğrudan IAN Araştırma sitesine gidebilirsiniz .
Bizim makaleleri Kayıt tutmanın önemini ve Geç Talkers için Güzel Haberler .Otizm , Otizm Müdahale Ekibinden , 100 Gün Kitinden ve Okul Yaşındaki Çocuklar için 100 Gün Kitinden bahseder . 100 Günlük Kit, ailelere tanı konduktan sonraki ilk 100 günde neye odaklanmaları gerektiği hakkında bilgiler içerir.Bir ASD teşhisi ile ilgili SSS : Bu bölüm, otizm ve Asperger’in geçmişte nasıl teşhis edildiğinin yanı sıra, yeni bir psikiyatrik tanı el kitabının yayınlanmasıyla 2013 yılında meydana gelen değişikliklerle ilgili çeşitli makaleler içermektedir.Asperger Sendromu’nun çok geç teşhisi – Profesör Simon Baron-Cohen ve meslektaşları “kayıp kuşak” ı tartışıyor – Asperger’in tanı konmadan önce büyümüş olanları. Bu yetişkinlerin teşhisine ve yardımına yardım etmek, kendilerini anlamalarına ve hizmetlere ve desteğe erişmelerini sağlamaya yardımcı olacak şekilde tasarlanmış benzersiz bir program tanımlarlar.
Otizmin Bebeklerde ve Çocuklarda 10 Temel Belirtisi : Sosyal Ortamlarda Huzursuzluk ve Yetişkinlerin Çocuğun Bu Davranışlarıyla Baş etmekte Zorlanması :
Otizm spektrum bozukluğu olan çocuklar toplumsal alanların çoğunda; evde, okulda, restaurantta, alışveriş merkezinde, parkta, yürürken, beklerken veya dolaşırken çoğunlukla huzursuz olurlar. Diğer çocuklar gibi gündelik yaşamlarını sürdürmekte zorlandığı için ve isteklerini erteleyemedikleri için kendini yatıştırmak ve sakinleştirmek ile ilgili sorunlar onlarda öfke nöbetleri yaşamasına yol açabilir, çığlık atabilir, kriz geçirebilir, ortama uygun hareketler yapmakta zorlanabilir ve yetişkin desteğini istemeyebilirler. Tabi tüm bunlar çocukta istenmeyen, streotipik ve olumsuz bir çok davranışının ortaya çıkmasına neden olabilir. Bunların nedeni farklı farklı olabilir. Mutlaka davranışın öncesi, davranış ve davranışın sonrası olarak davranış analizini yapmak gerekiyor.
Tüm bu huzursuzluk, öfke ve olumsuz olan davranışların nedeni ortaya konulmalıdır ki ona göre müdahale programı hazırlansın ve alternatif iletişim sistemlerinden faydalanılsın. Çoğu aile bu durumlarla nasıl başedeceğini bilemediği ve toplumsal kaygı yaşayarak çocuğun üzerine gittiği için yanlış şartlandırmalar yaparak çocuğun bu davranışlarından beslenmesine yol açar ve çocukta bu davranışlardan fayda sağlayarak bu davranışları sürdürür. Böylece yanlış davranış pekişerek çocukta bir tutuma ve yerleşik tavra neden olmaktadır. Haliyle iş daha da karmaşıklaşmaktadır.
Bu hareketin işlevleri şunlar olabilir: Bir isteği olduğuna işaret edebilir, veya çocuk bir şeyi istemiyor olabilir, gördüğü ve istediği bir şeyi hızlı ve aşırı şekilde almak isteyebilir, isteği ertelendiği için sorun yaşayabilir bir acısı olduğunu gösterebilir. kendini ifade edecek diğer çocuklar gibi araçları olmadığı için öfkelenmeyi kullanabilir, bir iletişim kanalı yaratmaya veya kendini uyararak canlılığını hissetmeye çalışabilir. Kedine zarar vermeye yönelik bir davranış olarak da çocuğun olumsuz hislerini göstermesinin bir yolu da olabilir ve terapistinizle görüşerek bu uygun olmayan tepkileri azaltmanın yada sağlıklı hale getirmenin, alternatif iletişim kanalları yaratmanın bir yolunu bulmalısınız.
İngiliz “nesne ilişkileri okulu” psikanaliz tarihinde önemli bir rol oynar. Bu okul psikanalitik düşüncenin dikkatini dürtüler, bu dürtülerle ilgili çatışkılar ve karmaşalardan ilişkiye çekmiştir. İngiliz nesne ilişkileri okulunda Klein’dan hemen sonra öne çıkan isimlerden biri Winnicott’tır.
Winnicott (1896-1971) psikanalize psikiyatriden değil çocuk doktorluğundan gelmiştir. Babası, Plymouth eşrafındandı ve ticaretle uğraşıyordu. Winnicott, babasının isteğine rağmen, aile şirketinin yönetimini devralmayı reddetti ve Cambridge’de tıp öğrenimine başladı. I. Dünya Savaşı’nda İngiliz donanmasında askerlik yaptıktan sonra pediatri ihtisasını tamamladı. Psikanalizle ilk kez 1919’da Freud’un Düşlerin Yorumu‘nu okuyarak tanıştı. 1923’te Londra’nın yoksul semtlerinden Hackney’de bir hastanede pediatri danışmanlığına atandı ve aynı yıl Freud’un İngilizce çevirmeni James Strachey ile kendi analizine başladı. 1933’te sona eren bu analizden sonra Winnicott bu kez Joan Rivière ile beş yıl sürecek bir analize girdi. Pediatriyi tam bırakmadan psikoterapiye geçişi de bu tarihlere rastlar.
Winnicott’ın terapistliğe başladığı dönemde Melanie Klein da Almanya’dan İngiltere’ye gelmiş ve Ernest Jones’un desteğiyle psikanaliz çevrelerinde geniş bir dinleyici ve hayran topluluğu edinmeye başlamıştır. Klein, çocuk analizinin kurucusudur; konuşmayı henüz öğrenmemiş çok küçük çocuklara “oyun tekniği” adını verdiği bir yöntemle analitik deneyler yapmaktadır. Çocukların oyunları, Klein’a göre, yetişkinlerin analizindeki serbest çağrışımın yerini tutabilmektedir. Çocuk analizi deneylerinin ilerlemesiyle birlikte, klasik psikanalizde iki önemli dönüşüm de gerçekleşir. İlkin, psikanalizin odaklandığı nokta daha önce tek başına çocuk-bireyin cinsel ve ruhsal gelişimiyken, şimdi çocuğun “nesne” ile ve özellikle ilk nesne olan anneyle ilişkisi öne çıkacaktır. Freud’un kuramına göre cinsel dürtünün dört öğesi vardı: kaynak (erojen bölge), enerji, amaç (enerjinin boşalımı) ve nesne (cinsel/duygusal enerjinin yöneldiği ve bağlandığı kişi, cisim ya da düşünce). Freud’a göre bunlardan asıl önemlisi amaçtı; nesne o kadar önemli değildi; bir nesnenin yerini bir başkası tutabilirdi ve zaten öznenin cinsel/duygusal enerjilerinin kendi dışında bir nesne bulması da çocukluğun oldukça geç bir döneminde ortaya çıkıyordu: bundan önce bebeğin sadece kendinden zevk aldığı uzun bir “oto-erotizm” dönemi vardı. Klein ise dürtünün en baştan beri bir nesneye yöneldiğini, ilkin “kısmi” nesnelere (örn. anne memesi), sonra da bütünsel nesnelere (annenin kendisi) bağlandığını öne sürecektir. Dürtü tek amacı boşalmak olan özerk (ya da felsefi deyimiyle solipsist) bir olgu değil, yönelişsel bir olgudur. Böylece psikoterapinin konusu bir başına bireylerden bireyler arası ilişkilere kayar.
Bu yaklaşımın ikinci önemli sonucu da, erken çocukluk döneminin büyüteç altına alınması olur. Freud’un 4-5 yaşlarına özgü saydığı Oidipus ve suçluluk gibi şiddetli duygusal yaşantılar Klein’a göre aslında çok daha önce başlamaktadır. Öte yandan, suçluluk duygusunun tek kaynağının cinsellik (ana/babaya duyulan arzular) olmadığını, belki asıl önemli nedenin saldırganlık olduğunu da söylemektedir Klein; Freud’un 1920’de ortaya attığı ama hiçbir zaman tam sahip çıkmadığı “ölüm içgüdüsü” kavramını klinik çalışma düzleminde ciddiye alan ilk analist de odur. Dışa yönelik saldırganlığın (ve özellikle haset duygusunun) kaynağında ölüm içgüdüsü işliyordur.
Klein’ın düşüncesi, 18. yüzyıl sonlarında Romantik felsefenin kısmen dinlerden devralarak sekülerleştirdiği ölüm-dirim, kötülük-iyilik, parça-bütün ve inkâr-kabullenme gibi birbirine sarmalanan ikili karşıtlıklara dayanır. Psikanalize, Freud’un yüzeyde fazla serinkanlı ve temkinli görünen metinlerinde pek rastlanmayan tutkulu, mutlakçı ve dramatik bir anlatı yapısı kazandırmıştır. İşin ilginç yanı, bu tür kavramlara akademik bir eğitimle değil, esas olarak kendi analitik deneyleriyle varmış olduğunu hissettirmesi ve birtakım yalın karşıtlıklara dayanarak çok karmaşık görünen duygusal yaşantıları yorumlayabilmesidir.1930’larda Londra psikanaliz çevrelerinde, Klein’ı dinlerken, “Bunu aslında ben de düşünebilirdim, aslında ben de biliyordum, ama hiç böyle söyleyemedim” diye düşünenlerden biri de Winnicott olacaktır.
O dönemde çocuk terapisinin bir başka öncüsü de Freud’un kızı Anna’dır. Ancak, Anna Freud’un pratiği, analizden çok pedagojiye dayanmaktadır: Nevrozlu çocuğun dış dünyaya uyarlanmasını esas almaktadır (dış dünyanın kendisini hiç tartışmayan ve adaptasyonu sağlığın başlıca kıstası kabul eden bu anlayış 1930’lardan itibaren Amerikan ben (ego) psikolojisinin de temelini oluşturacaktır). Klein ve izleyicileri içinse dürtülerin evcilleştirilmesi imkânsızdır; ancak yüceltilmeleri mümkündür. Bu açıdan, terapiye de bir eğitim süreci olarak değil, olsa olsa bir öz-eğitim süreci olarak bakılabilir: Hasta, iyiliğin hastalıktan yapıldığını ve kendi iyileşmesini de yine kendi hastalığından (kendi kötülüğünden) yararlanarak kendisinin imal edeceğini bilmelidir – şüphesiz, analistin akıllıca yorum ve müdahalelerinin de yardımıyla. Klein’ı Anna Freud’dan ayıran bir başka önemli nokta da çocuktaki fantazmatik dış dünya imgesinin bu fantazmatik niteliğinin yetişkinlerde de hep bir ölçüde sürüp gideceği düşüncesidir: Özne ile nesnenin kendisi arasında her zaman öznenin arzuları ve fantazileri (ya da bunların tortuları) bulunacaktır.
Böylece 1930’larda Britanya Psikanaliz Cemiyeti iki gruba ayrılır: Klein’cılar, Anna Freud’cular. Bir de Winnicott gibi “bağımsızlar” vardır. Bunlar, Klein’a yakın olmakla birlikte onun maniheizme varan mutlak ikiciliğinden ve ölüm içgüdüsü gibi spekülatif görünen düşüncelerinden bir parça ürkmüş olan ve katı kavramsal mekanizmalardan çok kendi sezgilerine (ve hastanın kendi kendini yorumlama kapasitesine) güvenmeyi yeğleyenlerdir. “Nesne ilişkisi teorisi” adı verilen akımın da asıl zenginliğini, aralarında Marion Milner, John Klauber ve Prens Masud Khan gibi parlak analistlerin bulunduğu “bağımsızlar” grubunun çalışmalarıyla ortaya koyduğunu düşünenler çoktur.
Winnicott da görünüşte kuramsal bir sistem kurma çabasında değildir; Klein ve bilhassa Freud’un sadık bir izleyicisi olduğunu iddia eder. Bütün yapmaya çalıştığının büyük psikanalitik kuramın bazı ayrıntılarını ele almak olduğunu savunur. Ancak dikkatli bir Winnicott okuması bu savların asılsızlığını ortaya koyar. İlk olarak Winnicott’ın sadık olduğunu söylediği Freud ve Klein’ı belli bir dönüştürme işlevine tabi tuttuğu söylenebilir. Gerçekten de onun sadık olduğu Freud ve Klein, kendi yorumladığı, kendisine uydurduğu Freud ve Klein’dır, Winnicott’ın ortodokosluğu belli bir okumaya dayanır.
İkinci olarak Winnicott aşağıda özetleyeceğim bazı özgün kavramları geliştirmiş ve önemli bir sistematizasyona gitmiştir. Bütün bunlar onu çekilmek istediği mütevazı konumun ötesine, büyük kuramcılar arasına taşımıştır.
Winnicott’ın günümüzdeki önemi Kohut’un “kendilik psikolojisi”ne katkıları göz önüne alınırsa anlaşılır. Kohut hiçbir zaman tüm açıklığıyla Winnicott’a olan borcunu dile getirmemişse de pek çok bakımdan ondan etkilendiği açıktır.
Winnicott çocuklarla ve psikopatolojik açıdan ağır vakalarla çalışmıştır. Bu durum onun özellikle “kendiliğin”, “kendilik duygusunun” gelişimi ile ilgilenmesine yol açmıştır. Winnicott’a göre, geniş psikopatoloji yelpazesi düşünüldüğünde hayli sağlıklı olan nevrotiklerle ilgilenen Freud, kendiliği adeta bir veri gibi ele almış, kendiliği oluşmuş insanın dürtüleriyle mücadelesini değerlendirmiştir. Bu sebeple de kendiliğin gelişiminin özgün dinamiklerine yeterince dikkat etmemiştir.(1) Bu yargı hemen hemen Kohut’un da Freud ile ilgili yargısıdır.
Winnicott’ın kuramını ana hatlarıyla özetlemek için bazı kavramlarını incelemek gerekir.
Winnicott’a göre çocuk başlangıçta bütünleşmemiş, zamanda ve mekânda dağınık deneyimler yaşamaktadır. Bu deneyimler kendiliğin çekirdeklerini oluşturur. Kendiliğin bütünleşmesi, gelişmesi anne ile ilişki içinde, annenin sağladığı çevre içinde gerçekleşir. Çocuğun bütünleşmiş bir şekilde kendini algılaması ve kendilik duygusunu geliştirmesi annenin sunduğu “kucaklayıcı çevre” sayesinde olur. Annenin çocukla ilgili bütünleşmiş tasarımları çocuğun giderek kendi bütünlüğünü kavramasına yol açar.
Annenin çocuğun ihtiyaçlarına eşduyumlu yanıtlar vermesi çocuğun tutarlı bir kendilik duygusu geliştirmesinde, iç dünyasının olgunlaşmasında çok önemli bir aşamaya yol açması bakımından ön plana çıkar: “yanılsama anı”. Çocuk eşduyumlu olarak ihtiyaçları karşılandığında kendini her türlü tatminin kaynağı olarak yaşar. Bu tam bir “tümgüçlülük” deneyimidir.(2) Çocuk her türlü yaratının kaynağıdır kendi iç dünyasında.
Söz konusu tümgüçlülük deneyimi kendiliğin sağlıklı gelişimi açısından belirleyici bir önem taşır. Gelecekteki yaşamda dış dünyanın güçlükleri karşısında yıkılmayan bir kendine güven duygusu böyle bir çocuksu tümgüçlülük deneyimine dayanır. Bu ise çocuğun yanılsamasını, sanki her şeyi kendisi yaratıyormuş hissini veren annenin eşduyumlu yanıtlarına bağlanmıştır Winnicott’ta.
Lacan’ın “ayna evresi” nosyonu geniş ölçüde Winnicott’a örtük göndermeler taşır ve Winnicott da Lacan’ın bu nosyonundan etkilenmiştir. Kendiliğin bütünleşmesi annenin eşduyumlu “ayna” yanıtlarına bağlanmıştır. Bu yanıtlar “kendilik duygusunun” gelişmesinde önemli rol oynar.
Winnicott için önemli bir başka nokta da çocuğun yalnız olabilme kapasitesinin gelişimidir. Anne sadece çocuğun ihtiyaçlarını eşduyumlu olarak karşılamakla kalmamalı onun sakin dönemlerini, yalnızlık deneyimlerini yersiz uyaranlarla bölmemeli, gereksiz uyarıcılık sunmamalıdır. Annenin talepsiz bir şekilde çocuğun yalnızlığına eşlik etmesi kendilik deneyiminin gelişimi açısından ön plana çıkmaktadır.(3)
Çocuğun “yanılsama anı”, tümgüçlülük duygusu güvenli bir şekilde yerleştikten sonra dereceli bir şekilde yanılsamanın kırılması gerekmektedir. Bu, çocuğun sanrılı bir şekilde tümgüçlülüğü deneyimlemesinden, deyim yerindeyse gerçeklik ilkesine geçişi anlamına gelecektir. İhtiyaçlarıyla her şeyi yaratan o değildir. Bir dış dünya vardır, onun gerekleri, zorlukları, zorunlulukları vardır.
Söz konusu geçiş annenin kaçınılmaz ve döneme uygun yetersizlikleri sayesinde olur. Bu minimal örselenmeler bir dış dünya, bir gerçeklik olduğu fikrini yaratır.
Annenin, çocuğun gelişimi ile paralel bir şekilde onun ihtiyaçlarına dereceli bir şekilde duyarsızlaşması çocuğun yanılsamasını, tümgüçlülük yanılsamasını yıkar ve gerçeklik duygusunu geliştirir. Bu, aynı zamanda anneden ayrılma, ayrımlaşma, dolayısıyla bireyleşme anlamına da gelmektedir. Kanımca bu tip temalar sayesinde Winnicott bir anlamda Mahler’e de yaklaşmaktadır.
Çocuğun tümgüçlülük yanılsamasının annenin eşduyumlu olmayan yanıtlarıyla erken ve sert engellenmesi ciddi psikopatolojik neticeler doğurur. Böyle bir durumdaki çocuk giderek bir “sahte kendilik” geliştirecektir. Kendiliğinden ihtiyaç ve taleplerinden vazgeçecek, hızla annenin ve başkalarının taleplerine göre kendini oluşturmaya çalışacaktır. Artmış bir zihinsel aktivite ile kendini ve çevresini sürekli olarak tarayacak, gerçekliği değerlendirmeye çalışarak yüzeyel bir uyum göstermeye yönelecektir. “Hakiki kendilik” gelişmemiş bir nüve olarak “sahte kendilik” tarafından sarılıp, kuşatılıp korunacaktır.(4)
“Hakiki kendilik” kendiliğinden ihtiyaçların, dışa vurumların kaynağıdır. “Sahte kendilik” ise çevrenin sağlamadığı olumlu ortamı sürekli olarak oluşturmaya yönelik bir aktivitedir.
İşte Winnicott’ın “geçiş olgusu” adını verdiği durum da bu çerçevede değerlendirilir. Geçiş olgusunu iyi anlayabilmek için “geçiş nesnesi” kavramını anlamak gerekir. Geçiş olgusunu yaşayan bir çocuk (genellikle) cansız bir nesne ile belli bir ilişki kurar. Bu nesne kimi zaman bir oyuncak, kimi zaman bir ev eşyası veya benzeri bir şeydir. Çocuk bir süre için sürekli olarak bu nesneyi kendi denetimine alır, sürekli yanında taşır ve bu nesne ile ilgili tüm tasarrufu kendi elinde tutmak ister. Winnicott’a göre bu olgu sağlıklı bir gelişimi simgelemektedir. Annesi üzerindeki tümgüçlü kontrolün yarattığı yanılsamadan çıkmakta olan çocuk gerçekliğe dönmeden önce annesini, daha doğrusu annesi üzerindeki tümgüçlü kontrolünü ikame ettiği yeni bir nesne aramaktadır.
Winnicott’a göre insan daima tümgüçlü bir kontrol sağladığı, ihtiyaçlarına göre düzenleyip yarattığı, iç dünyasının ihtiyaçlarına göre düzenlenmiş bir dünya ile dış gerçeklik, gerçek dış dünyaya uyum arasında salınıp durur. Gerçeklik gücünün, ihtiyaçlarının sınırlandığı, kendinden bağımsız ötekilerin dünyasıdır. Tekbenci içsellik ile nesnel gerçeklik arasındaki çatışmadır bu. İnsan sürekli olarak dış dünyayı kendi ihtiyaçları çerçevesinde egemenliği altında tutmaya çalışırken dış gerçekliği hesaba katmaya zorlanır. İşte bu çerçevede kendini “geçiş nesnesi” ile gösteren “geçiş olgusu” önemli bir ara aşamadır.
Geçiş nesnesi konusunda erişkinlerle çocuk arasında örtük bir anlaşma meydana gelir. Erişkinler çocuğun geçiş nesnesi üzerindeki kayıtsız egemenliğini tanırlar. Geçiş nesnesi ne tümgüçlü bir kontrole tabidir çocuk açısından, ne de büsbütün, egemen olamadığı dış dünyaya aittir.
Geçiş deneyimi kendini çocuğun oyun kapasitesinde de gösterir. Erişkinlikte kendi fantezileriyle, fikirleriyle oynamak gibi işlevlere ve yaratıcılığı kavramaya ışık tutar.
Winnicott’a göre geçiş deneyimi içsel olanla dışsalın, tümgüçlülük ile gerçekliğin, mutlak yaratıcılıkla zorunluluğun arasında yer alan paradoksal bir konum oluşturur. Bir insanın yaratıcı kapasitesi çocukluğun oyun gücüyle örtüşür bu alanda – oyun ne içseldir ne de büsbütün dış gerçekliğe aittir. Çocuk oynamakla daha sonraları kültürel yaratıcılığın temeli olacak bir aktiviteyi gerçekleştirmektedir. Winnicott’a göre gerçek sağlıklı insan, paradokslarla birlikte yaşayabilen, oynayabilen, yaratabilen insandır.
İşte Türkçesini sunduğumuz bu kitap özellikle geçiş olgusu ile yaratıcılık arasındaki ilişkiyi inceleyen ama aynı zamanda Winnicott’ın temel görüşlerini özetlemek bakımından da ön plana çıkan bir eserdir.
Winnicott’ın daha sonraki yazarlar, söz gelimi Masterson ve bilhassa Kohut üzerindeki etkileri ise ilginç bir araştırmanın konusu olabilir.
Notlar
(1) Greenberg J. R. ve Mitchell S.A., Object Relations in Psychoanalytic Theory, Harvard Un. Press, 1993. Yukarı(2) Winnicott, D. W., Human Nature, Free Asso. Books, Londra, 1988. Yukarı(3) Winnicott, D. W., “The Capacity to be Alone”, The Maturational Process and The Facilitating Environmentiçinde, I.U.P., New York, 1965. Yukarı(4) Winnicott, D. W., “Ego Distorsion in terms of True and False Self”, The Maturational Process…içinde.
Bu eserde Winnicott, bebekler ve anneler arasındaki ilişki ve bebeğin doğum esnasında ve hemen sonrasında vuku bulan psikolojik süreç hakkında geliştirdiği düşüncelerini ilk kez bir araya toplar. Doğrudan yaklaşım tarzıyla her bebeğin asgari ihtiyacı olan emzirilmeyi, ilk diyalog ve “rüya için malzeme” olarak ele alır. Öte yandan psikanaliz ve ebelik, kişiliğin ilk işaretleri ve sözsüz iletişimin doğası üzerine tartışır. Kısacası bu eser, bütün ebeveynler, ebeveyn adayları ve bebeklerle ilgili inceleme ve gözlem yapan herkesi ilgilendiren bir çalışma.
,Keşifleriyle psikoloji ve psikanaliz literatürünü derinden etkileyen Winnicott, doktorları ve uzmanları bilgilendirmek için birçok kitap ve makale yazdı, sayısız seminer ve konferans verdi, bunun yanında ebeveynler için de bulduğu her fırsatta radyo programları yaptı. İnsan Doğası, Winnicott’un vefatından önce yazdığı son kitabıdır. Bu çalışmada psikanaliz kuramının temel konularını yani psişe-soma ilişkilerini, Oedipus kompleksini, çocuk cinselliğini, bilinçdışını, depresif konumu, manik savunmayı, geçiş nesnelerini vb. işliyor. Dolayısıyla bu eser, hem kuramsal hem de uygulamalı elli yıllık bir çalışmanın, insan doğası anlayışını gözler önüne seriyor.
Winnicott bu eserinde, anne ve bebek arasındaki sevgi bağıyla başlayan çocukluk döneminin temel ilişkilerini araştırır. Yazar için bu ilişkiler kişiliğin gelişimi adına son derece önemlidir. Ağdalı ve resmi bir anlatıma girmeden, sohbet rahatlığında; beslenme, ağlama, oyun, bağımsızlık ve utanma gibi günlük meseleleri açıklar. Bunun yanında çalma ve yalan söyleme gibi ciddi sorunlara da eğilir. Winnicott, ebeveynlerin doğuştan gelen yeteneklerine vurgu yapar, ayrıca bu yetenekleri öğrenilmesi gereken kabiliyetlerden özellikle ayırır. Karakteristik zeka ve içgörü üzerinden, saldırganlığın, bağımlılık korkusu ile bunların yetişkinlikte neden olacağı talihsiz sonuçların ve çocuğun içindeki ahlakiliğin köklerini ortaya çıkarır.
Britanya’nın belki de en yetenekli ve en yaratıcı psikanalisti olan Winnicott, bu eserinde çocukların zihinlerine ve zihin yapılarına dair edindiğimiz bilgileri kökünden değiştirecek söylemler geliştiriyor. Daha önce yayınlanmamış konuşmalarından ve zor ulaşılan gazete ve dergi makalelerinden derlenmiş bu eser, “Sağlıklı Birey Kavramı”, “Depresyonun Değeri”, “Umut Belirtisi Olarak Çocuk Suçluluğu” gibi başlıkları işliyor. Winnicott ayrıca “savaş”,“özgürlük”, “demokrasi” ve “feminizm” hakkındaki düşünceleriyle gelişen kişiliğin hem aileyle hem de toplumla etkileşimlerine değiniyor. Anna Freud’dan Melanie Klein’a ve Heinz Kohut’a kadar fikirleri birçok ünlü psikanalisti etkilemiş olan Winnicott bu eseriyle, profesyonel sahanın ötesine geçmeyi başarmış ve dile getirdiği etkili gözlem ve tespitler sayesinde sadece eğitimcilerin değil anne-babaların da yakından takip ettiği bir psikanalist olmuştur.
Donald Winnicott, Freud gibi bir kültür ikonu değildir. Jacques Lacan gibi ateşli bir mürit grubu ve anlaşılamayan bir jargonu bulunan entelektüel bir kült figürü de değildir. Kariyeri boyunca 60 bin çocuk tedavi eden Winnicott, psikanalizi değişmez kuralları bulunan kesin bir bilimden çok, hem şiire, hem de sevgiye yakın, hayal gücüne dayanan insani bir uğraş kabul ederek diğer pratisyenlerden çok daha doğru bir yere oturtur. Kendini sözde bilimsel analistlerden ayrı tutar, “biz, tam yaşayan ve tam seven canlı insanlarla ilgileniyoruz” diye ısrar eder. Bu kitap Winnicott’un sosyal hizmet uzmanlarına, ebelere, öğretmenlere ve çocuklarla çalışan diğer kişilere yıllar içinde verdiği konferansların derlemesidir. Pratiğinin ayırıcı özellikleri olan gerçekçiliğin ve esnekliğin örneklerini verirken, bazı önemli fikirlerini anlaşılabilir bir şekilde tanımlar. Ne zaman kısa süreliğine kuramsal olsa, içi içine sığmayan bir canlılıkla ve insanın çeşitliliğinden açıkça zevk duyarak, tanımladığı gerçek vakalara dönme ihtiyacı duyar. Annelere derin saygısını da derlemenin başından sonuna kadar görüyoruz, çocuklarını anlayan anneleri bürokrasiye karşı sık sık destekler.
En bilinen psikanalistlerden biri olan, Britanya Psikanaliz Cemiyeti üyesi D.W. Winnicott bu kitabında çocuk yetiştirmenin duygusal ve psikolojik yanlarına ışık tutuyor. Özellikle “nesne ilişkileri” alanındaki çalışmalarıyla bilinen İngiliz pediyatrist ve psikanalist D.W. Winnicott, psikanalizde olduğu gibi çocuk psikiyatrisi ve çocuk gelişimi alanlarında da önemli çalışmalara imza atmıştır. Bebek bakımına çocuk psikolojisi disipliniyle yaklaşan Ebeveynlerle Sohbet isimli bu kitap ise Winnicott’un 1955 yılından itibaren yaptığı tüm radyo konuşmalarını içeriyor. Bu kitapta ebeveynlerin, çocuk yetiştirirken karşılaştıkları problemlere dair verdiği örnekler, Winnicott’un sunduğu yorumlarla derinlik kazanıyor. Winnicott böylece çocuk yetiştirmenin psikolojik yönlerini olduğu kadar, ebeveynlerin psikolojisini de ele alarak ebeveynlerde görülen suçluluk duygusunun ve annelerin çocuklarından zaman zaman sıkıntı duymasının doğal tepkiler olduğuna dikkat çekerek ebeveynlerin içgüdülerine güvenmelerini sağlamayı amaçlıyor. Winnicott, Ebeveynlerle Sohbet’te ebeveynlerin verdiği örnekler üzerine yaptığı yorumlarda eğitici bir üsluba yer vermekten sakınarak, üvey ebeveynlik kavramı, bebeklerin parmak ya da kumaş parçası emmeleri, kıskançlık, hayır diyebilmek, annelerin sıkıntıları ve suçluluk duygusu, çocukta doğru ve yanlış algısının gelişimi ve güvenin oluşturulması gibi konuların üzerinde duruyor ve böylece çocuk psikolojisi çalışmalarına da hatırı sayılır bir katkıda bulunuyor.
Oyun ve Gerçeklik
Özgün adı: Playing and Reality
Bebekler ve çocuklarla gerçekleştirdiği yoğun klinik çalışmalardan yola çıkan D. W. Winnicott, insanın ruhsal ve kültürel gelişimine ilişkin değerli katkılarda bulunmuştur. Rüyalar, oyun oynama, yaratıcılık, kültürel deneyim, bireydeki eril ve dişil öğeler arasındaki üstü kapalı rekabet gibi birbiriyle ilgisiz görünen konular arasındaki bağı irdeleyen Winnicott’ın en belirleyici katkılarından biri, kişisel ve içsel sayılan ruhsal gerçeklikle dışsal ya da ortak gerçeklik arasındaki ara deneyim bölgesine dikkat çekmiş olmasıdır. “Geçiş Nesneleri ve Geçiş Olguları” adlı önemli yazısı çevresinde oluşturduğu Oyun ve Gerçeklik‘te Winnicott, bu geçiş aşamasının gerek bireyin yaşamındaki yerini, gerekse sanat, din, düşsel yaşam ve yaratıcı bilimsel çalışma gibi alanlarda yaşanan yoğun deneyimler içindeki payını tartışıyor. Winnicott’ın en çok gönderme yapılan yapıtı olan bu kitap, psikanalistler için olduğu kadar genel okur için de pek çok ipucu taşıyor.
Hakkında yazılmış kitap :
Psikanaliz Yazıları 23
İçindekiler
– Sunuş / Talat Parman – Önsöz / Elda Abrevaya – Bebek ve Anne Arasındaki Mekanda Öznenin Yaratılması: Winnicott’un Çalışmalarına Bir Bakış / Raşit Tükel – Pediatriden Psikanalize, İnsan Doğasından Psikanalitik Keşiflere / Dilek Özer – Bütünleşme, Bütünleşmemişlik, Bütünlüğün Yitirilmesi / Levent Kayaalp – Winnicott’un Kuramında Regreyon / Elda Abrevaya – Winnicott’un Kurmaında Ergenlik / Talat Parman – Bana Olan Davranışınız Sözcüklerden Daha Fazla Önem Taşır – İlkel Duygusal Gelişim / Donald W. Winnicott – Winnicott ve Lacan Arasında: Psikanalizin Öznesini Geri Çağırmak – Dosya Ötesi – Psikanaliz ve Gerçeklik: Psikanalizde İç ve Dış Gerçeklik ve Düşlem – Yoram Hazan’ın Anısına / To The Memory of Yoram Hazan – Ferenezi’den Kohut’a: Dillerin Karışıklığından Kendilik-Nesnesine – Özetler – Haberler-Duyurular
Çeşitli uzmanlardan Winnicott Dahil önemli makalelerinin yer aldığı bir kitap.
Çocukları Anlamak
Donald W. Winnicott, Maria Montessori, Bruno Bettelheim, Louse J. Kaplan
GENDAŞ YAYINLARI
Bebekler özellikle geceleri kendilerini yırtarcasına ağlarlar. Üç yaşına gelmiş çocuk hala altını ıslatır. Kimi çocuklar oyuncağını küçük kardeşi ile paylaşmak istemez. Kütüphaneler çocuk gelişimi ve eğitimi üzerine yazılmış kitaplarla doludur. Acaba bunlardan hangisi önemli ve işe yarardır?
Bu kitapta bulacağınız metinler, sırasıyla doğumdan gençlik çağına kadar olan gelişim yolunu adım adım kat edecek, değişik gelişim aşamalarına ışık tutacak, kardeş bağı veya arkadaşlık konularına yeni bir bakış açısı getirecektir.
Bu kitap bir yandan yol gösterirken bir yandan da sizi düşünmeye sevk edecek, psikoloji bilginizi genişletecek, çocuklarla beraber olan yaşamı daha iyi anlamanıza yardımcı olacaktır.