Sorting by

×

Yeni Doğan

İngiliz “nesne ilişkileri okulu” psikanaliz tarihinde önemli bir rol oynar. Bu okul psikanalitik düşüncenin dikkatini dürtüler, bu dürtülerle ilgili çatışkılar ve karmaşalardan ilişkiye çekmiştir. İngiliz nesne ilişkileri okulunda Klein’dan hemen sonra öne çıkan isimlerden biri Winnicott’tır.

Winnicott (1896-1971) psikanalize psikiyatriden değil çocuk doktorluğundan gelmiştir. Babası, Plymouth eşrafındandı ve ticaretle uğraşıyordu. Winnicott, babasının isteğine rağmen, aile şirketinin yönetimini devralmayı reddetti ve Cambridge’de tıp öğrenimine başladı. I. Dünya Savaşı’nda İngiliz donanmasında askerlik yaptıktan sonra pediatri ihtisasını tamamladı. Psikanalizle ilk kez 1919’da Freud’un Düşlerin Yorumu‘nu okuyarak tanıştı. 1923’te Londra’nın yoksul semtlerinden Hackney’de bir hastanede pediatri danışmanlığına atandı ve aynı yıl Freud’un İngilizce çevirmeni James Strachey ile kendi analizine başladı. 1933’te sona eren bu analizden sonra Winnicott bu kez Joan Rivière ile beş yıl sürecek bir analize girdi. Pediatriyi tam bırakmadan psikoterapiye geçişi de bu tarihlere rastlar.

Winnicott’ın terapistliğe başladığı dönemde Melanie Klein da Almanya’dan İngiltere’ye gelmiş ve Ernest Jones’un desteğiyle psikanaliz çevrelerinde geniş bir dinleyici ve hayran topluluğu edinmeye başlamıştır. Klein, çocuk analizinin kurucusudur; konuşmayı henüz öğrenmemiş çok küçük çocuklara “oyun tekniği” adını verdiği bir yöntemle analitik deneyler yapmaktadır. Çocukların oyunları, Klein’a göre, yetişkinlerin analizindeki serbest çağrışımın yerini tutabilmektedir. Çocuk analizi deneylerinin ilerlemesiyle birlikte, klasik psikanalizde iki önemli dönüşüm de gerçekleşir. İlkin, psikanalizin odaklandığı nokta daha önce tek başına çocuk-bireyin cinsel ve ruhsal gelişimiyken, şimdi çocuğun “nesne” ile ve özellikle ilk nesne olan anneyle ilişkisi öne çıkacaktır. Freud’un kuramına göre cinsel dürtünün dört öğesi vardı: kaynak (erojen bölge), enerji, amaç (enerjinin boşalımı) ve nesne (cinsel/duygusal enerjinin yöneldiği ve bağlandığı kişi, cisim ya da düşünce). Freud’a göre bunlardan asıl önemlisi amaçtı; nesne o kadar önemli değildi; bir nesnenin yerini bir başkası tutabilirdi ve zaten öznenin cinsel/duygusal enerjilerinin kendi dışında bir nesne bulması da çocukluğun oldukça geç bir döneminde ortaya çıkıyordu: bundan önce bebeğin sadece kendinden zevk aldığı uzun bir “oto-erotizm” dönemi vardı. Klein ise dürtünün en baştan beri bir nesneye yöneldiğini, ilkin “kısmi” nesnelere (örn. anne memesi), sonra da bütünsel nesnelere (annenin kendisi) bağlandığını öne sürecektir. Dürtü tek amacı boşalmak olan özerk (ya da felsefi deyimiyle solipsist) bir olgu değil, yönelişsel bir olgudur. Böylece psikoterapinin konusu bir başına bireylerden bireyler arası ilişkilere kayar.

Bu yaklaşımın ikinci önemli sonucu da, erken çocukluk döneminin büyüteç altına alınması olur. Freud’un 4-5 yaşlarına özgü saydığı Oidipus ve suçluluk gibi şiddetli duygusal yaşantılar Klein’a göre aslında çok daha önce başlamaktadır. Öte yandan, suçluluk duygusunun tek kaynağının cinsellik (ana/babaya duyulan arzular) olmadığını, belki asıl önemli nedenin saldırganlık olduğunu da söylemektedir Klein; Freud’un 1920’de ortaya attığı ama hiçbir zaman tam sahip çıkmadığı “ölüm içgüdüsü” kavramını klinik çalışma düzleminde ciddiye alan ilk analist de odur. Dışa yönelik saldırganlığın (ve özellikle haset duygusunun) kaynağında ölüm içgüdüsü işliyordur.

Klein’ın düşüncesi, 18. yüzyıl sonlarında Romantik felsefenin kısmen dinlerden devralarak sekülerleştirdiği ölüm-dirim, kötülük-iyilik, parça-bütün ve inkâr-kabullenme gibi birbirine sarmalanan ikili karşıtlıklara dayanır. Psikanalize, Freud’un yüzeyde fazla serinkanlı ve temkinli görünen metinlerinde pek rastlanmayan tutkulu, mutlakçı ve dramatik bir anlatı yapısı kazandırmıştır. İşin ilginç yanı, bu tür kavramlara akademik bir eğitimle değil, esas olarak kendi analitik deneyleriyle varmış olduğunu hissettirmesi ve birtakım yalın karşıtlıklara dayanarak çok karmaşık görünen duygusal yaşantıları yorumlayabilmesidir.1930’larda Londra psikanaliz çevrelerinde, Klein’ı dinlerken, “Bunu aslında ben de düşünebilirdim, aslında ben de biliyordum, ama hiç böyle söyleyemedim” diye düşünenlerden biri de Winnicott olacaktır.

O dönemde çocuk terapisinin bir başka öncüsü de Freud’un kızı Anna’dır. Ancak, Anna Freud’un pratiği, analizden çok pedagojiye dayanmaktadır: Nevrozlu çocuğun dış dünyaya uyarlanmasını esas almaktadır (dış dünyanın kendisini hiç tartışmayan ve adaptasyonu sağlığın başlıca kıstası kabul eden bu anlayış 1930’lardan itibaren Amerikan ben (ego) psikolojisinin de temelini oluşturacaktır). Klein ve izleyicileri içinse dürtülerin evcilleştirilmesi imkânsızdır; ancak yüceltilmeleri mümkündür. Bu açıdan, terapiye de bir eğitim süreci olarak değil, olsa olsa bir öz-eğitim süreci olarak bakılabilir: Hasta, iyiliğin hastalıktan yapıldığını ve kendi iyileşmesini de yine kendi hastalığından (kendi kötülüğünden) yararlanarak kendisinin imal edeceğini bilmelidir – şüphesiz, analistin akıllıca yorum ve müdahalelerinin de yardımıyla. Klein’ı Anna Freud’dan ayıran bir başka önemli nokta da çocuktaki fantazmatik dış dünya imgesinin bu fantazmatik niteliğinin yetişkinlerde de hep bir ölçüde sürüp gideceği düşüncesidir: Özne ile nesnenin kendisi arasında her zaman öznenin arzuları ve fantazileri (ya da bunların tortuları) bulunacaktır.

Böylece 1930’larda Britanya Psikanaliz Cemiyeti iki gruba ayrılır: Klein’cılar, Anna Freud’cular. Bir de Winnicott gibi “bağımsızlar” vardır. Bunlar, Klein’a yakın olmakla birlikte onun maniheizme varan mutlak ikiciliğinden ve ölüm içgüdüsü gibi spekülatif görünen düşüncelerinden bir parça ürkmüş olan ve katı kavramsal mekanizmalardan çok kendi sezgilerine (ve hastanın kendi kendini yorumlama kapasitesine) güvenmeyi yeğleyenlerdir. “Nesne ilişkisi teorisi” adı verilen akımın da asıl zenginliğini, aralarında Marion Milner, John Klauber ve Prens Masud Khan gibi parlak analistlerin bulunduğu “bağımsızlar” grubunun çalışmalarıyla ortaya koyduğunu düşünenler çoktur.

Winnicott da görünüşte kuramsal bir sistem kurma çabasında değildir; Klein ve bilhassa Freud’un sadık bir izleyicisi olduğunu iddia eder. Bütün yapmaya çalıştığının büyük psikanalitik kuramın bazı ayrıntılarını ele almak olduğunu savunur. Ancak dikkatli bir Winnicott okuması bu savların asılsızlığını ortaya koyar. İlk olarak Winnicott’ın sadık olduğunu söylediği Freud ve Klein’ı belli bir dönüştürme işlevine tabi tuttuğu söylenebilir. Gerçekten de onun sadık olduğu Freud ve Klein, kendi yorumladığı, kendisine uydurduğu Freud ve Klein’dır, Winnicott’ın ortodokosluğu belli bir okumaya dayanır.

İkinci olarak Winnicott aşağıda özetleyeceğim bazı özgün kavramları geliştirmiş ve önemli bir sistematizasyona gitmiştir. Bütün bunlar onu çekilmek istediği mütevazı konumun ötesine, büyük kuramcılar arasına taşımıştır.

Winnicott’ın günümüzdeki önemi Kohut’un “kendilik psikolojisi”ne katkıları göz önüne alınırsa anlaşılır. Kohut hiçbir zaman tüm açıklığıyla Winnicott’a olan borcunu dile getirmemişse de pek çok bakımdan ondan etkilendiği açıktır.

Winnicott çocuklarla ve psikopatolojik açıdan ağır vakalarla çalışmıştır. Bu durum onun özellikle “kendiliğin”, “kendilik duygusunun” gelişimi ile ilgilenmesine yol açmıştır. Winnicott’a göre, geniş psikopatoloji yelpazesi düşünüldüğünde hayli sağlıklı olan nevrotiklerle ilgilenen Freud, kendiliği adeta bir veri gibi ele almış, kendiliği oluşmuş insanın dürtüleriyle mücadelesini değerlendirmiştir. Bu sebeple de kendiliğin gelişiminin özgün dinamiklerine yeterince dikkat etmemiştir.(1) Bu yargı hemen hemen Kohut’un da Freud ile ilgili yargısıdır.

Winnicott’ın kuramını ana hatlarıyla özetlemek için bazı kavramlarını incelemek gerekir.

Winnicott’a göre çocuk başlangıçta bütünleşmemiş, zamanda ve mekânda dağınık deneyimler yaşamaktadır. Bu deneyimler kendiliğin çekirdeklerini oluşturur. Kendiliğin bütünleşmesi, gelişmesi anne ile ilişki içinde, annenin sağladığı çevre içinde gerçekleşir. Çocuğun bütünleşmiş bir şekilde kendini algılaması ve kendilik duygusunu geliştirmesi annenin sunduğu “kucaklayıcı çevre” sayesinde olur. Annenin çocukla ilgili bütünleşmiş tasarımları çocuğun giderek kendi bütünlüğünü kavramasına yol açar.

Annenin çocuğun ihtiyaçlarına eşduyumlu yanıtlar vermesi çocuğun tutarlı bir kendilik duygusu geliştirmesinde, iç dünyasının olgunlaşmasında çok önemli bir aşamaya yol açması bakımından ön plana çıkar: “yanılsama anı”. Çocuk eşduyumlu olarak ihtiyaçları karşılandığında kendini her türlü tatminin kaynağı olarak yaşar. Bu tam bir “tümgüçlülük” deneyimidir.(2) Çocuk her türlü yaratının kaynağıdır kendi iç dünyasında.

Söz konusu tümgüçlülük deneyimi kendiliğin sağlıklı gelişimi açısından belirleyici bir önem taşır. Gelecekteki yaşamda dış dünyanın güçlükleri karşısında yıkılmayan bir kendine güven duygusu böyle bir çocuksu tümgüçlülük deneyimine dayanır. Bu ise çocuğun yanılsamasını, sanki her şeyi kendisi yaratıyormuş hissini veren annenin eşduyumlu yanıtlarına bağlanmıştır Winnicott’ta.

Lacan’ın “ayna evresi” nosyonu geniş ölçüde Winnicott’a örtük göndermeler taşır ve Winnicott da Lacan’ın bu nosyonundan etkilenmiştir. Kendiliğin bütünleşmesi annenin eşduyumlu “ayna” yanıtlarına bağlanmıştır. Bu yanıtlar “kendilik duygusunun” gelişmesinde önemli rol oynar.

Winnicott için önemli bir başka nokta da çocuğun yalnız olabilme kapasitesinin gelişimidir. Anne sadece çocuğun ihtiyaçlarını eşduyumlu olarak karşılamakla kalmamalı onun sakin dönemlerini, yalnızlık deneyimlerini yersiz uyaranlarla bölmemeli, gereksiz uyarıcılık sunmamalıdır. Annenin talepsiz bir şekilde çocuğun yalnızlığına eşlik etmesi kendilik deneyiminin gelişimi açısından ön plana çıkmaktadır.(3)

Çocuğun “yanılsama anı”, tümgüçlülük duygusu güvenli bir şekilde yerleştikten sonra dereceli bir şekilde yanılsamanın kırılması gerekmektedir. Bu, çocuğun sanrılı bir şekilde tümgüçlülüğü deneyimlemesinden, deyim yerindeyse gerçeklik ilkesine geçişi anlamına gelecektir. İhtiyaçlarıyla her şeyi yaratan o değildir. Bir dış dünya vardır, onun gerekleri, zorlukları, zorunlulukları vardır.

Söz konusu geçiş annenin kaçınılmaz ve döneme uygun yetersizlikleri sayesinde olur. Bu minimal örselenmeler bir dış dünya, bir gerçeklik olduğu fikrini yaratır.

Annenin, çocuğun gelişimi ile paralel bir şekilde onun ihtiyaçlarına dereceli bir şekilde duyarsızlaşması çocuğun yanılsamasını, tümgüçlülük yanılsamasını yıkar ve gerçeklik duygusunu geliştirir. Bu, aynı zamanda anneden ayrılma, ayrımlaşma, dolayısıyla bireyleşme anlamına da gelmektedir. Kanımca bu tip temalar sayesinde Winnicott bir anlamda Mahler’e de yaklaşmaktadır.

Çocuğun tümgüçlülük yanılsamasının annenin eşduyumlu olmayan yanıtlarıyla erken ve sert engellenmesi ciddi psikopatolojik neticeler doğurur. Böyle bir durumdaki çocuk giderek bir “sahte kendilik” geliştirecektir. Kendiliğinden ihtiyaç ve taleplerinden vazgeçecek, hızla annenin ve başkalarının taleplerine göre kendini oluşturmaya çalışacaktır. Artmış bir zihinsel aktivite ile kendini ve çevresini sürekli olarak tarayacak, gerçekliği değerlendirmeye çalışarak yüzeyel bir uyum göstermeye yönelecektir. “Hakiki kendilik” gelişmemiş bir nüve olarak “sahte kendilik” tarafından sarılıp, kuşatılıp korunacaktır.(4)

“Hakiki kendilik” kendiliğinden ihtiyaçların, dışa vurumların kaynağıdır. “Sahte kendilik” ise çevrenin sağlamadığı olumlu ortamı sürekli olarak oluşturmaya yönelik bir aktivitedir.

İşte Winnicott’ın “geçiş olgusu” adını verdiği durum da bu çerçevede değerlendirilir. Geçiş olgusunu iyi anlayabilmek için “geçiş nesnesi” kavramını anlamak gerekir. Geçiş olgusunu yaşayan bir çocuk (genellikle) cansız bir nesne ile belli bir ilişki kurar. Bu nesne kimi zaman bir oyuncak, kimi zaman bir ev eşyası veya benzeri bir şeydir. Çocuk bir süre için sürekli olarak bu nesneyi kendi denetimine alır, sürekli yanında taşır ve bu nesne ile ilgili tüm tasarrufu kendi elinde tutmak ister. Winnicott’a göre bu olgu sağlıklı bir gelişimi simgelemektedir. Annesi üzerindeki tümgüçlü kontrolün yarattığı yanılsamadan çıkmakta olan çocuk gerçekliğe dönmeden önce annesini, daha doğrusu annesi üzerindeki tümgüçlü kontrolünü ikame ettiği yeni bir nesne aramaktadır.

Winnicott’a göre insan daima tümgüçlü bir kontrol sağladığı, ihtiyaçlarına göre düzenleyip yarattığı, iç dünyasının ihtiyaçlarına göre düzenlenmiş bir dünya ile dış gerçeklik, gerçek dış dünyaya uyum arasında salınıp durur. Gerçeklik gücünün, ihtiyaçlarının sınırlandığı, kendinden bağımsız ötekilerin dünyasıdır. Tekbenci içsellik ile nesnel gerçeklik arasındaki çatışmadır bu. İnsan sürekli olarak dış dünyayı kendi ihtiyaçları çerçevesinde egemenliği altında tutmaya çalışırken dış gerçekliği hesaba katmaya zorlanır. İşte bu çerçevede kendini “geçiş nesnesi” ile gösteren “geçiş olgusu” önemli bir ara aşamadır.

Geçiş nesnesi konusunda erişkinlerle çocuk arasında örtük bir anlaşma meydana gelir. Erişkinler çocuğun geçiş nesnesi üzerindeki kayıtsız egemenliğini tanırlar. Geçiş nesnesi ne tümgüçlü bir kontrole tabidir çocuk açısından, ne de büsbütün, egemen olamadığı dış dünyaya aittir.

Geçiş deneyimi kendini çocuğun oyun kapasitesinde de gösterir. Erişkinlikte kendi fantezileriyle, fikirleriyle oynamak gibi işlevlere ve yaratıcılığı kavramaya ışık tutar.

Winnicott’a göre geçiş deneyimi içsel olanla dışsalın, tümgüçlülük ile gerçekliğin, mutlak yaratıcılıkla zorunluluğun arasında yer alan paradoksal bir konum oluşturur. Bir insanın yaratıcı kapasitesi çocukluğun oyun gücüyle örtüşür bu alanda – oyun ne içseldir ne de büsbütün dış gerçekliğe aittir. Çocuk oynamakla daha sonraları kültürel yaratıcılığın temeli olacak bir aktiviteyi gerçekleştirmektedir. Winnicott’a göre gerçek sağlıklı insan, paradokslarla birlikte yaşayabilen, oynayabilen, yaratabilen insandır.

İşte Türkçesini sunduğumuz bu kitap özellikle geçiş olgusu ile yaratıcılık arasındaki ilişkiyi inceleyen ama aynı zamanda Winnicott’ın temel görüşlerini özetlemek bakımından da ön plana çıkan bir eserdir.

Winnicott’ın daha sonraki yazarlar, söz gelimi Masterson ve bilhassa Kohut üzerindeki etkileri ise ilginç bir araştırmanın konusu olabilir.

Notlar

(1) Greenberg J. R. ve Mitchell S.A., Object Relations in Psychoanalytic Theory, Harvard Un. Press, 1993. Yukarı(2) Winnicott, D. W., Human Nature, Free Asso. Books, Londra, 1988. Yukarı(3) Winnicott, D. W., “The Capacity to be Alone”, The Maturational Process and The Facilitating Environmentiçinde, I.U.P., New York, 1965. Yukarı(4) Winnicott, D. W., “Ego Distorsion in terms of True and False Self”, The Maturational Process…içinde.

Yazının Kaynağı: https://www.metiskitap.com/catalog/text/56976

D.W. Winnicott İle İlgili Hazırladığımız Video İçin :

Bebekler ve Anneleri

Bu eserde Winnicott, bebekler ve anneler arasındaki ilişki ve bebeğin doğum esnasında ve hemen sonrasında vuku bulan psikolojik süreç hakkında geliştirdiği düşüncelerini ilk kez bir araya toplar. Doğrudan yaklaşım tarzıyla her bebeğin asgari ihtiyacı olan emzirilmeyi, ilk diyalog ve “rüya için malzeme” olarak ele alır. Öte yandan psikanaliz ve ebelik, kişiliğin ilk işaretleri ve sözsüz iletişimin doğası üzerine tartışır. Kısacası bu eser, bütün ebeveynler, ebeveyn adayları ve bebeklerle ilgili inceleme ve gözlem yapan herkesi ilgilendiren bir çalışma.

Kitabın İçeriğine Göz At : https://www.kitapyurdu.com/kitap/bebekler-ve-anneleri/347396.html&filter_name=winnicott

İnsan Doğası

,Keşifleriyle psikoloji ve psikanaliz literatürünü derinden etkileyen Winnicott, doktorları ve uzmanları bilgilendirmek için birçok kitap ve makale yazdı, sayısız seminer ve konferans verdi, bunun yanında ebeveynler için de bulduğu her fırsatta radyo programları yaptı. İnsan Doğası, Winnicott’un vefatından önce yazdığı son kitabıdır. Bu çalışmada psikanaliz kuramının temel konularını yani psişe-soma ilişkilerini, Oedipus kompleksini, çocuk cinselliğini, bilinçdışını, depresif konumu, manik savunmayı, geçiş nesnelerini vb. işliyor. Dolayısıyla bu eser, hem kuramsal hem de uygulamalı elli yıllık bir çalışmanın, insan doğası anlayışını gözler önüne seriyor.

Kitabın İçeriğine Göz At: https://www.kitapyurdu.com/kitap/insan-dogasi/434100.html&filter_name=winnicott

Çocuk Aile ve Dış Dünya

Winnicott bu eserinde, anne ve bebek arasındaki sevgi bağıyla başlayan çocukluk döneminin temel ilişkilerini araştırır. Yazar için bu ilişkiler kişiliğin gelişimi adına son derece önemlidir. Ağdalı ve resmi bir anlatıma girmeden, sohbet rahatlığında; beslenme, ağlama, oyun, bağımsızlık ve utanma gibi günlük meseleleri açıklar. Bunun yanında çalma ve yalan söyleme gibi ciddi sorunlara da eğilir. Winnicott, ebeveynlerin doğuştan gelen yeteneklerine vurgu yapar, ayrıca bu yetenekleri öğrenilmesi gereken kabiliyetlerden özellikle ayırır. Karakteristik zeka ve içgörü üzerinden, saldırganlığın, bağımlılık korkusu ile bunların yetişkinlikte neden olacağı talihsiz sonuçların ve çocuğun içindeki ahlakiliğin köklerini ortaya çıkarır.

Kitabın İçeriğine Göz At : https://www.kitapyurdu.com/kitap/cocuk-aile-ve-dis-dunya/336824.html&filter_name=winnicott

Başlangıç Noktamız Ev

Britanya’nın belki de en yetenekli ve en yaratıcı psikanalisti olan Winnicott, bu eserinde çocukların zihinlerine ve zihin yapılarına dair edindiğimiz bilgileri kökünden değiştirecek söylemler geliştiriyor. Daha önce yayınlanmamış konuşmalarından ve zor ulaşılan gazete ve dergi makalelerinden derlenmiş bu eser, “Sağlıklı Birey Kavramı”, “Depresyonun Değeri”, “Umut Belirtisi Olarak Çocuk Suçluluğu” gibi başlıkları işliyor. Winnicott ayrıca “savaş”,“özgürlük”, “demokrasi” ve “feminizm” hakkındaki düşünceleriyle gelişen kişiliğin hem aileyle hem de toplumla etkileşimlerine değiniyor. Anna Freud’dan Melanie Klein’a ve Heinz Kohut’a kadar fikirleri birçok ünlü psikanalisti etkilemiş olan Winnicott bu eseriyle, profesyonel sahanın ötesine geçmeyi başarmış ve dile getirdiği etkili gözlem ve tespitler sayesinde sadece eğitimcilerin değil anne-babaların da yakından takip ettiği bir psikanalist olmuştur.

Kitabın İçeriğine Göz At : https://www.kitapyurdu.com/kitap/baslangic-noktamiz-ev/347395.html&filter_name=winnicott

Bireyin Gelişimi ve Aile

Donald Winnicott, Freud gibi bir kültür ikonu değildir. Jacques Lacan gibi ateşli bir mürit grubu ve anlaşılamayan bir jargonu bulunan entelektüel bir kült figürü de değildir. Kariyeri boyunca 60 bin çocuk tedavi eden Winnicott, psikanalizi değişmez kuralları bulunan kesin bir bilimden çok, hem şiire, hem de sevgiye yakın, hayal gücüne dayanan insani bir uğraş kabul ederek diğer pratisyenlerden çok daha doğru bir yere oturtur. Kendini sözde bilimsel analistlerden ayrı tutar, “biz, tam yaşayan ve tam seven canlı insanlarla ilgileniyoruz” diye ısrar eder. Bu kitap Winnicott’un sosyal hizmet uzmanlarına, ebelere, öğretmenlere ve çocuklarla çalışan diğer kişilere yıllar içinde verdiği konferansların derlemesidir. Pratiğinin ayırıcı özellikleri olan gerçekçiliğin ve esnekliğin örneklerini verirken, bazı önemli fikirlerini anlaşılabilir bir şekilde tanımlar. Ne zaman kısa süreliğine kuramsal olsa, içi içine sığmayan bir canlılıkla ve insanın çeşitliliğinden açıkça zevk duyarak, tanımladığı gerçek vakalara dönme ihtiyacı duyar. Annelere derin saygısını da derlemenin başından sonuna kadar görüyoruz, çocuklarını anlayan anneleri bürokrasiye karşı sık sık destekler.

Kitabın İçeriğine Göz At : https://www.kitapyurdu.com/kitap/bireyin-gelisimi-ve-aile/389537.html&filter_name=winnicott

Ebeveynlerle Sohbet

En bilinen psikanalistlerden biri olan, Britanya Psikanaliz Cemiyeti üyesi D.W. Winnicott bu kitabında çocuk yetiştirmenin duygusal ve psikolojik yanlarına ışık tutuyor. Özellikle “nesne ilişkileri” alanındaki çalışmalarıyla bilinen İngiliz pediyatrist ve psikanalist D.W. Winnicott, psikanalizde olduğu gibi çocuk psikiyatrisi ve çocuk gelişimi alanlarında da önemli çalışmalara imza atmıştır. Bebek bakımına çocuk psikolojisi disipliniyle yaklaşan Ebeveynlerle Sohbet isimli bu kitap ise Winnicott’un 1955 yılından itibaren yaptığı tüm radyo konuşmalarını içeriyor. Bu kitapta ebeveynlerin, çocuk yetiştirirken karşılaştıkları problemlere dair verdiği örnekler, Winnicott’un sunduğu yorumlarla derinlik kazanıyor. Winnicott böylece çocuk yetiştirmenin psikolojik yönlerini olduğu kadar, ebeveynlerin psikolojisini de ele alarak ebeveynlerde görülen suçluluk duygusunun ve annelerin çocuklarından zaman zaman sıkıntı duymasının doğal tepkiler olduğuna dikkat çekerek ebeveynlerin içgüdülerine güvenmelerini sağlamayı amaçlıyor. Winnicott, Ebeveynlerle Sohbet’te ebeveynlerin verdiği örnekler üzerine yaptığı yorumlarda eğitici bir üsluba yer vermekten sakınarak, üvey ebeveynlik kavramı, bebeklerin parmak ya da kumaş parçası emmeleri, kıskançlık, hayır diyebilmek, annelerin sıkıntıları ve suçluluk duygusu, çocukta doğru ve yanlış algısının gelişimi ve güvenin oluşturulması gibi konuların üzerinde duruyor ve böylece çocuk psikolojisi çalışmalarına da hatırı sayılır bir katkıda bulunuyor.

Oyun ve Gerçeklik

Özgün adı: Playing and Reality

Bebekler ve çocuklarla gerçekleştirdiği yoğun klinik çalışmalardan yola çıkan D. W. Winnicott, insanın ruhsal ve kültürel gelişimine ilişkin değerli katkılarda bulunmuştur. Rüyalar, oyun oynama, yaratıcılık, kültürel deneyim, bireydeki eril ve dişil öğeler arasındaki üstü kapalı rekabet gibi birbiriyle ilgisiz görünen konular arasındaki bağı irdeleyen Winnicott’ın en belirleyici katkılarından biri, kişisel ve içsel sayılan ruhsal gerçeklikle dışsal ya da ortak gerçeklik arasındaki ara deneyim bölgesine dikkat çekmiş olmasıdır. “Geçiş Nesneleri ve Geçiş Olguları” adlı önemli yazısı çevresinde oluşturduğu Oyun ve Gerçeklik‘te Winnicott, bu geçiş aşamasının gerek bireyin yaşamındaki yerini, gerekse sanat, din, düşsel yaşam ve yaratıcı bilimsel çalışma gibi alanlarda yaşanan yoğun deneyimler içindeki payını tartışıyor. Winnicott’ın en çok gönderme yapılan yapıtı olan bu kitap, psikanalistler için olduğu kadar genel okur için de pek çok ipucu taşıyor.

Hakkında yazılmış kitap :

Psikanaliz Yazıları 23

İçindekiler

– Sunuş / Talat Parman – Önsöz / Elda Abrevaya – Bebek ve Anne Arasındaki Mekanda Öznenin Yaratılması: Winnicott’un Çalışmalarına Bir Bakış / Raşit Tükel – Pediatriden Psikanalize, İnsan Doğasından Psikanalitik Keşiflere / Dilek Özer – Bütünleşme, Bütünleşmemişlik, Bütünlüğün Yitirilmesi / Levent Kayaalp – Winnicott’un Kuramında Regreyon / Elda Abrevaya – Winnicott’un Kurmaında Ergenlik / Talat Parman – Bana Olan Davranışınız Sözcüklerden Daha Fazla Önem Taşır – İlkel Duygusal Gelişim / Donald W. Winnicott – Winnicott ve Lacan Arasında: Psikanalizin Öznesini Geri Çağırmak – Dosya Ötesi – Psikanaliz ve Gerçeklik: Psikanalizde İç ve Dış Gerçeklik ve Düşlem – Yoram Hazan’ın Anısına / To The Memory of Yoram Hazan – Ferenezi’den Kohut’a: Dillerin Karışıklığından Kendilik-Nesnesine – Özetler – Haberler-Duyurular

Çeşitli uzmanlardan Winnicott Dahil önemli makalelerinin yer aldığı bir kitap.

Çocukları Anlamak

Donald W. Winnicott , Maria Montessori, Bruno Bettelheim, Louse J. Kaplan

GENDAŞ YAYINLARI

Bebekler özellikle geceleri kendilerini yırtarcasına ağlarlar. Üç yaşına gelmiş çocuk hala altını ıslatır. Kimi çocuklar oyuncağını küçük kardeşi ile paylaşmak istemez. Kütüphaneler çocuk gelişimi ve eğitimi üzerine yazılmış kitaplarla doludur. Acaba bunlardan hangisi önemli ve işe yarardır?

Bu kitapta bulacağınız metinler, sırasıyla doğumdan gençlik çağına kadar olan gelişim yolunu adım adım kat edecek, değişik gelişim aşamalarına ışık tutacak, kardeş bağı veya arkadaşlık konularına yeni bir bakış açısı getirecektir.

Bu kitap bir yandan yol gösterirken bir yandan da sizi düşünmeye sevk edecek, psikoloji bilginizi genişletecek, çocuklarla beraber olan yaşamı daha iyi anlamanıza yardımcı olacaktır.

Kitabın İçeriğine Göz At: https://www.kitapyurdu.com/kitap/cocuklari-anlamak/2654.html&filter_name=winnicott

D.W. Winnicott İle İlgili Hazırladığımız Video İçin :