Özgür Atlas
Çocukların davranışlarını anlamak mı istiyorsunuz, neden böyle düşündüklerini ya da neden böyle davrandıklarını merak mı ediyorsunuz ? Kitaplarda onlar hakkında anlatılanlarla gerçekte yaşananlar arasında çelişkiler olduğunu mu düşünüyorsunuz ?
Durun bakalım. İlk önce karşımıza dağ gibi bir soru çıkıyor ;
Çocuk nedir ? Çünkü bu soruya verdiğiniz cevap çocukla olan iletişiminizi, kullandığınız yöntemleri, çocuğa davranırken yaklaşım tarzınızı belirliyor.
Çocuk için genellikle söylenenler şu şekildedir:
İnsanın ilk dönemi, küçüklüğü, yaramaz ve hareketli hali, canavar, bücür, minik, şirin, yavru ve en ilkel hali. Ne olursa olsun canımız, peşinde koşturduğumuz, başına bir şey gelmesin diye telaşlandığımız, en küçük sorununda ne yapacağımızı şaşırdığımız yada tam tersi, duygularını, düşüncelerini önemsemediğimiz, en itilip kalkılanımız, bir şeyi anlamaz diye bir köşeye itilenimiz, garip ve mahsun boynu bükük durduğunda bile şirinliğini kaybetmeyenimiz.
Çocuk deyip yaptığı acemiliklere güldüğümüz, ilk konuşmasını, yürüyüşünü sabırla beklediğimiz.
Çocuğun yoksa çocuğu anlayamazsınız derler, varsa da ya sabır derler. Kitaplar farklı tarif eder onu. Doktorlar farklı, psikologlar, arkadaşları, siz bile farklı tanımlarsanız. Baba çocuğum böyle der, anne daha değişik.
Bir yazı da biz yazalım dedik bu konuya dair. Kafanız daha da karışabilir – zaten çocuğunuz varsa karışmış durumda değil mi ki – benim çocuğum böyle değil de diyebilirsiniz, anlatılanlar benim çocuğumu tarif etmiyor da diyebilirsiniz.
Birincisi çocuklar bizim gibi düşünmezler bunu unutmamak gerekiyor. Biz yaşadığımız onca yılın birikimiyle, öğrenmişliğiyle, kalıplaşmış bilgileriyle, çok yeri görmenin, gezmenin, okumanın bizde bıraktığıyla düşünürüz, duygulanırız, davranırız. Ya onlar. Bilmiyorlar belki de. Farkında bile değiller bazı şeylerin, bilgilerin, değer yargıların, kuralların. Bizim, yetişkinlerin üzerinde kavga ettiği bir çok şey onlara yabancı, belirsiz, bilinmez. Yine de çocuk bilirmiş gibi, öğrenecekmiş gibi davranırız. Bazende yetişkin gibi tavırlar bekleriz ondan. Biz ona anlatır dururuz, ağzımızdan çıkan kelimelerin onca yaşanmışlık sonucu oluştuğu unutarak.
İkincisi, bizim duygularımız nasıl ki birden olmadı, gökten zembille içimize yerleşmedi. onlar da korkuyu, sevgiyi, yardımlaşmayı, saygıyı, güveni, utanmayı, kızgınlığı, şaşkınlığı bizden öğrenecekler, içinde yaşadığı ortamın duygularını yaşayacak ve bunları yansıtacaklar.
Bazen bunları dikkate almıyor ve niye böyle duygulanıyor, niye böyle düşünüyor diyoruz. Halbuki kendi davranış ve duygulanış tavrımıza dikkat edelim çocuklarımızın bir şekilde bize ait duygu ve düşüncelerin karmaşasını yansıttığını göreceğiz. Ya da kendi çocukluğumuzda anne ve babalarımızın tavırlarının bizim duygu ve düşünüş şekillerimizi etkilediğini göreceğiz.
Üçüncüsü, çocuklarımızın hayata bakış açılarında oyunun, hareketin çok önemli bir yere sahip olduğu gerçekliğini çoğu zaman unutuyoruz.
Oyun bize göre yaramazlık, baş ağrısı, sorun, istemediğimiz davranış vb. olabiliyor. Ya onlara gore
Biz nasıl ki işimizi önemsiyor, kaygılanıyor, peşinde koşturup telaşlanıyorsak; çocuklar içinse oyun, onun işidir. Yapılan bir araştırmada çocuklara pek çok faaliyet söylenmiş ve onlardan bunları oyun ve iş olarak ayırmaları istenmiş. Çocukların oyun olarak adlandırdıkları faaliyetler incelendiğinde şu ortak özellikler bulunmuştur. Çocuklar kendilerinin isteyerek başlattıkları faaliyetlere oyun diyorlar, iş dedikleri ise başkalarının onlardan yapmalarını istedikleri şeyler…
Biz yaramazlık diyoruz, onlar oyun. Dayanamıyoruz onların hareketliliğine. Biz de unutuyoruz çocuklukta koştuğumuzu, etrafı dağıttığımızı, babalarımızı annelerimizi çıldırttığımızı. Büyüdükçe, genişledikçe çevremiz; küçüklüğümüz, yaramazlığımız, hareketliliğimiz de küçülmedi mi, uzaklaşmadık mı oralardan yakınlaştıkça bir şeylere. Çocukken büyük olsaydım dedik, büyüdük çocuk olmayı özledik. Dertsiz, tasasız ve başkalarına bağımlı olan hayatımız, kendi ayaklarımız üzerine durmaya başladıkça karıştı. Çocuk büyüdü ben oldu, adı değişse de.
Akıl yaşanmışlığı unutmuyor. Zaman yeniyor bizleri yinede. Bazen babamız ve annemiz gibi davranıyoruz, bazen de annemizin ve babamızın bizden esirgediklerini çocuklarımıza yaparken buluyoruz kendimizi. Ne değişti ki diye sormuyoruz. Ailemizden öğrendiklerimize biraz da gördüklerimizi, okuduklarımızdan da birkaç bilgi ekleyince çocuk psikolojisini bildiğimizi zannediyoruz. Bir de o ‘canavar’ sorun çıkarttı mı hiçbir şeyle başedemediğimizi görüyoruz. Ancak başbaşa kalan anlar, çocuğun durumundan diyoruz.
Ya da ne yapsak beğendiremiyoruz: İşte öyle bir ‘belayla’ başbaşa buluyoruz kendimizi.
Dördüncüsü , çocukların oyunla öğrendiğini, hareketin onlar için önemini biliyoruz .Çocuğun ihtiyacı azaldıkça oyundan uzaklaşır. O halde neden sözle, sözel uyaranlarla öğretmek istediklerimizi zorlaştırıyoruz ki, yani neden durmadan konuşuyoruz. Bir yada bir kaç kere konuşunca anlattığımızı sanıyoruz herşeyi. Anlattığımızda anlayabileceklerini düşünüyoruz.
Kazandırmak istediğimiz davranışları oyunlaştırarak ya da oyun içinde biraz sabırla çocukların hata yapma hakkı olabileceğini dikkate alarak neden uygulayamıyoruz.
Beşincisi ve belkide en önemlisi, çocuklarımızın birbirinden farklı düşünüş, duygulanış, zeka, beceri, yetenek, algılama ve hissetme durumlarının olduğudur. Bazen karşılaştırma yaparız bizimkini başkalarıyla. O niye öyle yapar, benimki niye öyle değil deriz. Halbuki hepsi birbirinden özel, farklı ve birbirine muhtaç. Neden kıyaslayayım ki demiyoruz. Yada onun diğerlerinden farklı yanlarını bulup ortaya çıkarmak yerine çocuğun anlamadığı bir şekilde. diğerlerine benzesin diye yarıştırıp duruyor, bir yerlere koymaya bir sınıflandırmaya sokmaya çalışıyoruz Halbuki hayat binbir zenginliğiyle, karmaşa, değişiklik ve belirsizliğiyle önümüzde akıyor. Normal kavramının bile tarihsel toplumsal şekilde değiştiğini unutuyoruz. Normal olsun diye farklılığını inkar etmeye çalışıyoruz. Neden?
Çocuğun davranışlarıyla başedemiyoruz, nasıl ve neleri kullanacağız?
Deneyimlerimize neden güvenmiyoruz ki, binlerce yıllık insan ilişkileri ve çocukluk tarihi deneyimi var ve yaşadığımız yerin sahip çıkılması gerekli olan çocuk yetiştirme tutumları. Onlardan öğrenmek imkanı varken çeviri kitaplar ve birbirinden kopuk, anlamsız ve birbirine ters yaklaşımlarla kafalarımızı şişirip zaten ağzımızın içine bakan çocuğuda buna alet ediyoruz. Hiç hakkımız yok !..
Güven ve umut ….
Çocuk yetiştirmede gerekli iki kavram, ve satın alınamayacak tek değer.
Ve kaynağıda insan yüreği.