Dr. Erdoğan Çalak
Bizim toplumumuzda her şey ‘tavuk mu yumurtadan çıktı, yumurta mı tavuktan çıktı’ şeklindedir. Yani; dürtüler var, o dürtülerin üzerine ‘acaba nesne ilişkileri mi gelişiyor yoksa nesne ilişkisi var o mu dürtüleri geliştiriyor’ ikilemi var. İkisi de doğrudur, her zaman birbirleriyle etkileşim içindedirler. Tedavicilikle uğraşan bir insan, tedavi ettiği insanın neresinden tutarsa orasından yardımcı olmaya çalışır. Diyelim ki bir insanın dış çevreyle, dış dünyayla olan ilişkisi, içinde bir gelişmeye neden olur ya da içindeki bir gelişme dışarıdaki bir gelişmeye neden olur. Tedavi ile uğraştığınızda sizinle hasta arasındaki ilişkide bir yandan onun içsel dünyasını değiştirmeye ve iç dünyasındaki değişikliği de dış dünyasına yansıtmasına çalışırsınız. Bir diğer yandan onun dış dünyada yaşadığı her şeyi, onun gelişmesi ve daha sonra da sizinle olan ilişkisine yansıması için kullanırsınız. Önünüze ne geliyorsa kendinizi de araya koyarak yumurta ve tavuk meselesinde olduğu gibi onu değerlendirmeye çalışırsınız.
Dürtüler olmasa obje ilişkileri olmaz, obje ilişkileri olmasa dürtüler olmaz. Ağır patolojisi olan insanlarda cinsel arzu, heyecan kalmaz; hayvansı bir arzuya dönüşür. O artık cinsellik olmaktan çıkar, bir uyaran alma ihtiyacına dönüşür. Tehlikeli bir spor, uyaran olabilir. İster birisiyle yatma uyaranı olsun, ister kokain alma uyaranı olsun, hepsi aynılaşmış olur. Sürekli karşılıklı bir etkileşim vardır. Derinlemesine bakıldığında hayatın her alanında bu görülür.
Ayrışmamış enerjinin ayrışmasını sağlar. Çocuktaki iyi imgeler dürtüyü bağlamaya başlar kötü imgeler de öfkeyi bağlamaya başlar. Böylece çocukta kullanılabilir bir enerji oluşuyor. İnsanda öfke ve sevginin kaynağını oluşturabilecek (öfke ve dürtü iki ayrı gözlenebilir enerji biçimi) bir enerji oluşur. Gevşeme ve obje ilişkisinde, annesiyle olan ilişkisinde duygulanım zenginliği artar. Mesela; sevinç, özlem gibi duygular…
Duygulanım, yaşantıların kodlarıdır. Bir yaşantının iyi mi kötü mü olduğunu, bir yaşantının içeriğinin ne olduğunu anlamamızı sağlayan akli olmayan, kelimelerle ifade edilemeyen başka bir şekilde yani duygularla kodlanmış var olma şeklimize denir. İç dünyamızın yaşantıları algılaması, değerlendirmesi duygulanımlar aracılığıyla olur. Bize iyi gelen duygulanımlar ve kötü gelen duygulanımlar vardır. Nesne ilişkileri duygulanımlarla oluşur, duygusal farklılık, ayrışma yani insanın ruhsal gelişmesi arttıkça içindeki duyguların çeşitliliği de artar. Daha primitif yapıdaki bir insan; bir öfkeyi ve bir de çok ihtiyaç duymayı bilir. İnsanın acı çekme kapasitesi öfkenin alt edilmeye başlamasıyla olur. Daha önceki aşamada acı çekemez; sadece öfke duyar. Öfke duyduğu anda da bağlandığı objeyi öfkesiyle yok etmeye çalışır. Bir şey ters gittiği zaman oluşan öfke bağlandığı objeyi yok etmeye çalışır. Diyelim ki anneye öfke duyuyor ya da anne yerine geçmiş objeye duyuyor; annesiz kalmak ise yok edici bir şeydir, duyduğu öfke sonuçta kendini yok etmeye başlar.
İnsanın Kendisine Yönelen Öfkesi
Neden insanlarda duyulan öfke kendine yönelme potansiyeli bu kadar yüksektir; Çünkü objeye duyduğu öfkeyi azaltmak için kendine öfke duymaya başlar, kendisini yok etmeye yönelir. Diyelim ki önce ‘anne kötü’ diyor, ama anneyi kaybetmekten korktuğu için “o iyi ben kötüyüm” diyor. Çünkü onu yok etmek istediğini anlayınca korkuyor ve öfkesini kendine yöneltiyor. Bu daha sonra bütün hayatımızda hissettiğimiz öfkenin bir kısmının kendimize yönelmesini sağlayan bir yol olarak gerektiğinde kullanılıyor. İnsan, muhtaçlık düzeyinde ilişkilerden ayrılma kapasitesini geliştirdiğinde öfkesini kendine döndürmez, olaylara daha objektif bakar.
Çocuk anneyi yok ederse ihtiyaçsız olur içe kapanır, canı hiçbir şey yapmak istemez. Yataktan çıkmaz, iştahı kesilir, hastalanmış olur. Zaten akıl hastalığında da olan budur. Akıl hastası da hastalandığı anda objeleri yok etmiştir. Akıl hastası olma sürecine giren bir insan ‘televizyondan bana konuşuluyor’ demeye başlar. Yani anneyi yok etmiş, annenin yerine televizyon geçmiş demektir. Aslında ‘annem benimle konuşuyor’ demek istiyor. Bir süre sonra onu da yok ettiğinde tam akıl hastası olur.
Karda kışta çıplak dolaşan, sokakta yerde yatan, çöpten yiyen insanlar objesizlik yüzünden kendine bakmayı bilmiyorlardır. Üşüdüklerini, acıktıklarını fark etmezler. Sokakta saçı sakalı birbirine karışmış insanlar gördüğünüzde, içlerindeki annenin öldüğünü anlarsınız. İnsan ruhunun en fazla kaçınmaya çalıştığı şey boşluk duygusudur. Ölümün manası silindiğinden ölmek bile istemezler. Bu tip insanlar kendilerini karların ve buzların içinde görmeye başlarlar, içleri donuyormuş gibi hissederler ve bu onlara çekici gelmeye başlar. Karda insanlar donmadan önce çok mutlu olurlarmış. Onlar da bu duygudan mutlu olurlar.
Doğuştan gelen iki duygulanımla doğarız. Elem ve hazzı doğuştan getiririz. Bir şeyden ya haz duymaya, ya hoşnutsuzluk duymaya yönelik bir programla doğarız. Sonra tüm bu programların açılımı çocuğun anne ile ilişkisi içinde oluşur.
Freud’un Modeli:
Dürtülerle beraber doğuyorsun ve dürtülerin bir yere bağlanma arzusu gösteriyor. Etrafında da anne var ve anneye bağlanıyorsun. Freud “bu da çocuğun annesine bağlanma nedenini oluşturuyor” diyor. Baştan dürtüler vardı. Dürtüler bağlandığı zaman karşı taraf çek dürtüleri demiyorsa çocuk bundan haz duyuyordur. O zaman ‘duygular dürtülerden türemiş, diyebilir miyiz?’ diyor.
Biz de diyoruz ki “bu böyle değildir!” Çocuk haz duymaya, ihtiyaç ve acıdan, hoşnutsuzluktan kaçınmaya dönük bir yapıyla doğar. Bu yapı annenin temelde kurduğu ilişkiyle ve ihtimamıyla gelişmeye başlar. Gelişirken de bu ihtimamın, kurulan bu ilişkinin belirleyici ve şekillendirici bir gücü vardır. Bu ihtimamla beraber çocuğun dürtüsel gücü artar. Çocuğun annesine bağlanma kapasitesi annenin çocuğa verdikleri ile oluşur; çocukla kurduğu ilişkide annenin dünyası, bilinçaltı, duygulanımsal yapısı çocuğa aktarılır. Çocuk duygularındaki çeşitlenmeyi ve gelişmeyi anneyle olan ilişkisinde oluşturur. Özet olarak; çocuğun baştan dürtüleri vardır, ama güçlenmesi, bağlanması annenin emeğiyle olur.
Gelecek Hafta: → Gelişme Aşamalarıyla İlgili Bazı Duygular