Burçak Akdeniz
İnsanlar sosyal olarak uyum, toplumsal düzeni sürdürmeye yönelik görev duygusuyla dolu olduğundan, yetişkin sorumluluğu çerçevesinde davranır ve bu toplumca kabullenilmeyen davranışların gelişmesini önler. Kişisel alanda, toplumdan ayrışmamak için, oto kontrolü elden bırakmayacak şekilde güdüleniyoruz. Çünkü insanlar dıştan onay beklerler. Bu yüzden o toplumsal alandan onay ve takdiri elde edebilmek adına ki bu uzun vadeli hedef oluyor, kısa vadede haz veren arzu-istek- haz adı neyse bunu ötelemeyi öğreniyoruz. Fakat bazen biriyle aramızda öyle bir çekim oluyor ki, içten içe sevme ve sevilme ihtiyacı, romantizmden alınacak haz ile toplumun değerleri çatışmaya başlayabiliyor.
Mesela o kişiyle aranda bir kimya olduğunu hissediyorsun ve onu fiziki boyutta yaşamak, dokunmak ne bileyim koklamak istiyorsun sonra bir şey oluyor, devreye kaygı, korku ve en önemlisi toplumsal ihtiyaçlar devreye giriyor ve birden o hayalindeki insanı duygusal olarak yaşamayı tercih etmek yerine bir ton bahane sürüyoruz. Misal işte kariyer, aile yapılarının farklı olması, mesafe, dini tercihler, ya da basitçe eğitim ( eğitim doğru değil pek öğretim diyelim) farklılığı.
Aslında bu sınırlar direncin özü olarak bizlerin koyduğu o sınırlar oluyor. Çünkü her şeyin başında sevmeye ve sevilmeye bu kadar ihtiyaç duyarken bir yandan da bu duruma açık olmayışımız yatıyor. Bir şeye açık olmak da aslında çocukça bir rahatlığa boş vermişliğe ihtiyaç duyuyoruz ki bu yetişkinlerin yapmadığı-yapamadığı bir şey. Çünkü toplumsal saygınlık, onay ihtiyacı bu şekilde davranmanın önüne geçiyor.
Yani bu romantizm sevme sevilme sürecinde, yetişkinlerin okul öncesinden beri getirdiği, kendini koruma, red edilme, kabul görme, utanç ve yas ile alakalı korkularının üstünden geçmesi gerekir. Küçük bir çocuk gibi davranmayı yeniden becermesi gerekir. Çünkü aşk meşk sürecinde yetişkin gibi olmak, kontrolü elde tutmaya çabalamak işe yaramaz.
Yetişkinler için kişinin hayatının herhangi bir bölümünün kontrolünden vazgeçmesinin zor olduğunu biliyorum. Toplumda çoğu yetişkin, zamanın, paranın ve makul olmanın gücüne saygı duyan mantıklı, sürdürülebilir yetişkin davranışlarıyla öne çıkan çok saygın, sorumlu bir kariyer ve rasyonel, bağımsız bir yaşam tarzı yarattı. Fakat işte bir noktada onurlu yetişkin yaşam ruhsal boyutta bir paylaşıma ihtiyaç duymasına engel olmuyor. İnsan ruhunu paylaşacak birini arıyor.
Olgunluk kariyerde, hizmette, toplumsal, sosyal sorumluluk gerektiren rolleri oynarken işe yarıyor ama maalesef bu durum romantik ilişki sürecinde böyle işlemiyor.
Bu hayatta dikkatimizin çoğunu hissetmek ve düşünmek için harcıyoruz. Ve bazen duyusal durumumuz, zihinsel durumumuz ile çatışmaya başlıyor. Yetişkinlik dönemine kadar yaşadığımız hayal kırıklığı, saygınlık kaybı ve kontrol kaybı korkumuz devreye giriyor ve bunları bilinçli olarak salıvermediğimiz sürece, duygusal yaşamımızı yok sayıp bastırıyoruz. Çünkü insanlar kendini korumak istiyor. Acı çekmek, acıdan geçip iyileşmek yerine kendine bahaneler bulup o romantizmi yaşamak yerine akla yatkın savunmalar ile duygularını hapsediyor. Duygular, fiziki ve zihinsel beden arasına sıkışıp kalıyor. Böylece her hayal kırıklığında kendini aptal gibi hisseden insanlar yeni deneyimlere kendini kapatıyor. Çünkü içten içe hayatta kalma içgüdüsü devreye giriyor.
Bu şundan kaynaklanıyor, eskiden savaşlar ve kıtlık vardı. Güçsüz olanlar, genelde hayatta kalma becerisi gelişmemiş, strateji yapamayanlar ( çocuklar ) ölüyordu. Yetişkinler her şeyi öngörmek ister, saçma sapan hatalar yapmak, toplumsal olarak başarısız, değersiz hissetmek istemezler. İşte burada taktikler güç oyunları devreye girmeye başlıyor. Çoğu insan aşkı sevgiyi romantizmi buluyor ama bunu sürdüremiyor. Çünkü her bireyi biricik ve tek olarak keşfetmek yerine, önceki deneyimlerini referans alarak kabuğuna çekiliyor. Biz yetişkinler diğer yetişkinlerle anlaşmalar yapar ve sözler veririz ve çeşitli sosyal ortamlardaki davranış beklentilerine ilişkin çok sağlam bir zihinsel yapı oluştururuz. İşe gitmek, faturaları ödemek, fiziksel olarak sağlıklı kalmak vb. gibi hayatta kalma konusunda bazı ihtiyaçlarımızın olduğu alanlarda, yetişkinlere yönelik ÖNGÖRÜ ve KORUMA bilgimiz kritik öneme sahip olmaya devam eder. Ama işte aşk ilişkileri bambaşka bir şeydir. Aşk, hayatta kalma zekasının TERSİDİR. Aşk güven gerektirir. Aşk, “savaş ya da kaç” tepkimizi kontrol eden ilkel zihnin ötesinden gelen bir duygudur. Kısa süreli ilişkileri olan birçok insanda bu vardır, korkunun verdiği kontrol etme durumu. İlkel beyin hayatta kalabildiği için toplumca ödüllendirilme kaygısıyla az da olsa sevildiğinde ya da sevdiğinde kaçmaya başlar. O yüzden aşk meşk ilişkilerinde hep bir çocuk saflığında kalmaya, önce kendine ve sonra başkasına güvenmeyi öğrenmek gerekiyor.