Erdoğan Çalak
Yakın ilişkide olan iki duygu: Aşk ve cinsellik!
Aşk ve cinselliğin yakından ilişkili olduğu fikri doğrudur. Platonik aşk da vardır ama o gerçekliğini inkâr etmek üzerine kurulmuştur. (Ben bu duvarı görmüyorum, orada duvar yok, orada bulutlar var.) Bu ancak anne ile oluşacak bir şeydir, baba daha yüzeyde kalır. Babanın işlevi büyük ölçüde anne ile çocuğun ilişkisini iyi tutmaktır. Anne ve babanın birbirlerini tamamlayan bütünleyen bir işlevi vardır. Babanın olmadığı durumda anne ne yaparsa yapsın tek başına doğru bir annelik yapamaz.
Gelişimin ilk aşamalarında memeli embriyo erkek veya dişi olma potansiyeli taşır. İki cinsiyeti bir arada barındırır. Bunun adı biseksüellik midir? Bence değildir. Biseksüellik kadınlık orada duruyormuş gibi algılanacak bir şey değildir. Bu cinsiyetsizlik gibi bir şeydir. Potansiyel olarak iki cinsi de içinde barındıran ve zaman içinde birinden birine (differantial=farklılaşmak) olacak alan henüz en difaransiye durumdadır. Difaransiye olamamış ayrışmamış bir durumda niye eril olsun, niye dişil olsun gibi bir şeydir.
İlk başta kız çocukları penislerinin olmamasıyla ilgili haset yaşıyorlar, “onun bir fazlalığı var orada bende niye yok” kız çocuk bunun endişesine kapılıyor. Tam bunun olduğu dönemde çocuğun dürtüleri kendi cinsel organlarına kaymış oluyor ve cinsel organlarını keşfediyorlar -ki orada çok uyarıcı bir şey var- bir de çocuğun anne memesiyle ilgili aldığı doyuma ilişkin anıları vardır. Bu anılar henüz canlı, hatırlıyor. Meme emerken aldığı hazzın çocuğun cinsel organında da oluştuğunu anlıyor. Bu tam o döneme denk geliyor ve çocuğun dünyasında kodlaması ise şöyle oluyor; erkek çocuğa bakıyor onun pipisi var, kendisinin yok. Annenin kocaman kocaman memeleri var, o hâlâ onları emiyor. Oradaki haset aslında o hazza duyulan hasettir. ‘O haz kaynağı niye bende yok! Yani bende de haz var, ama onunki çok büyük, görünen bir şey, benimki görülmüyor bile kim bilir o, ne çok haz alıyor’ gibi bir şeydir. Başlangıçta penise değil hazza duyulan kıskançlıktır. Bütün kız çocukları evrensel olarak bunu fark ederler ve kendilerini hazdan yoksun bırakılmışlarmış gibi algılarlar. Bu algı kız çocuğun babaya yönelimine neden olur. Anneye öfke duyma nedeni de bundandır. Öfkenin kökü hazdan yoksun bırakılmaktır; “Ben de büyüdüğüm zaman babamı alayım, onunla tamamlanırım” der.
Bu da;
1-Babaya yönelimine neden olur…
2-Benim de memelerim olacak…
3-Benim de çocuklarım olacak… der ve bozulan dengeleri kurmaya çalışır. Klasik olarak anlatılan budur.
Kız çocuğun babaya yönelimi aslında “babamın pipisi var benim yok, ben de babama yöneleyim”den çok eğer annenin babaya bir sevgisi varsa olur. Yani çocuk bakıyor; “annem babamı seviyor bunda bir hikmet vardır ben de seveyim” diyor. Esasında temel yönlendirici anne ile baba arasındaki ilişkidir. Annenin babaya duyduğu sevgidir. Böyle bakınca tamamen yanlış söylemese de Freud’un her şeyi doğru söylemediğini anlıyoruz; yalnızca haz değil başka şeyler de vardır.
Sembiotik Dönem:
Normalde çocuk gelişme içerisinde kendi ihtiyaçlarını hisseder. Bebek kendi merkezli bir varlıktır. İster ki her istediği hemen yapılsın, ihtiyaçları karşılansın. Ama bundan önceki dönemde (sembiotik) böyle değildir. Sembiotik dönemde anne bebeğin kendisinden daha önemlidir, kendisinden çok anne çocuğu sevmelidir. Annesiyle kendisini farklı bir varlık olarak görmüyordur. Anneyle sembiozu bebeklikte yaşıyoruz. O sembioz olduysa anneden o kadar önemi bir şey almışsındır ki o seni başka bir insana ihtiyaç duyabilecek, sevebilecek onunla bir şeyler paylaşabilecek hale getirmiştir, o donanımı sana vermiştir. Bazı insanlarda görürüz; paylaşma duygusu, bir grup içinde olma heyecanı gibi şeyleri tanımazlar. Çocuk annesiyle sembioz yaşamamışsa mesela; bir maçta herkesin girdiği havaya giremez. Bir sevgi paylaşmanın coşkusunu ve heyecanını yaşayamaz. Bir tür yaşantı eksik kalır. Mesela; mistik yaşantılara eğilimli olması zamanında anneye sembioz yaşamamaktan kaynaklanır. Sembioz çok önemlidir. Hayatı zenginleştiren aslında birçok keyif verici şeyin temelini oluşturan bir duygudur ama yetişkin insanlar sembioz halinde yaşamaya kalkarlarsa akıl hastası olurlar. Sınırlar birbirine girmeye başlar. Kendileriyle karşı tarafı karıştırırlar. Her şeyin kararında olması gerekir.
Büyüdüğü zaman hâlâ ayrışmamış olabilir mi, yoksa o bir süreç mi, bir gün bir yerde biter mi?
Bazı annelerin bu durumu çok fazla sürdürme eğilimleri olur ve çocuklarda da sembiotik psikoz denen bir tür psikoza yatkınlık oluşur. Bir anne çocuğun her istediğini yapmaya çalışıyorsa bunun iki tane nedeni olabilir: Bir tanesi annenin kendi sembiotik eğilimleridir, bir diğeri de annenin çocuğa duyduğu öfkesinden duyduğu korkusudur. Çocuğa duyduğu öfkenin çocuğa zarar vermesinden korktuğu için her istediğini yapıyor olabilir ya da anne kendi sembiotik ihtiyacını çocuğa taşıyarak çocukla bütünlüğünü sağlıyor olabilir. Herhalde varılan sonuç: İnsanlık kültürünün erkek özellikler taşıdığı, ama tabiatın dişil özellikler gibi bir şey olduğudur. Herhalde o biraz tartışmayı refere ediyor. Belli bir döngü içinde meselâ âdet görmede kadın yapısında daha döngüsel biçimde oluşuyormuş onu söylüyor.
İnsanın insan özellikleri büyük ölçüde hormonlarının denetimi altındadır, bunun nedeni; androjen eksikliği olabilir, ama cinsel arzudaki fazlalık androjen fazlasından kaynaklanmaz. Böyle bir bağlantı yoktur. Bütün canlıların içinde en fazla cinsel arzu taşıyan varlık insandır. Tabiatta bütün hayvanlar yılda birkaç kez çiftleşerek varlıklarını sürdürürken insanoğlunun bu konudaki isteği çok daha fazladır. İnsanın sevme kabiliyetinin de diğer hayvanlardan çok daha fazla olması sevgidendir, sevgi, büyük bir sevgi uyarandır. Türkiye’de özellikle kırsal kökenli kadınların cinsel soğukluğu olduğunu gazete ve dergilerde hep okursunuz. Bunun nedeni; Türkiye’deki psiko-sosyal uyaranların az olmasıdır. Erkekler kadınlarla fazla ilgilenmiyor, kahveden çıkmıyorlar kendi dertlerine düşmüşler ve tabii ki kadınlar da isteksizdir.
Hayvanlarda cinsel arzu uyandıran etken…
Balıklarda baharda dişi balık yumurtaları oluşturuyor ve ısı değişiminde yumurtluyor. Peşindeki erkekler yumurtaları döllüyorlar. Isı hayvan hormonlarını etkiler, fiziksel koşullar ve hormonal nedenler hayvanlarda cinsel arzuyu uyandırır. Erkek fareye testosteron veriliyor hayvanda annelik içgüdüsü uyanıyor. Bu biyolojik bulgular aslında bir cinsiyetin sıradan karakteristik ya da daha karakteristik cinsel davranışının öteki cinste de potansiyel olarak mevcut olabileceğini gösterir. Testosteron erkek farelere verildiğinde anne davranışını ortaya çıkartıyor. Burada yanlış anlaşılan bir şey var, herkesin böyle bir kanaati var: “Annelik kadına ait bir şeydir, erkeğe ait olan ise babalıktır”. Biyolojik olarak bile bunun yanlış olduğu anlaşılıyor, insanın ilişki kurma kapasitesi annesinden babasından aldıklarıyla sonra kardeşlerinden, sonra da arkadaşlarından devamlı bir şeyler eklenerek, ama temelde ilk ilişki yaşadığı insanlarla olan deneyiminden oluşur. Maymunlara anneleri baktığı zaman başka türlü oluyor insanlar bakarsa başka türlü oluyormuş. Bir erkek çocuk annesinden annelik alıyor babasından da babalık alıyor. Nedense bizim toplumumuzda babalık eksik kalıyor.
Dolayısı ile insanlar da annelerinden annelik aldıklarında annelik yapmayı biliyor olmaları gerekir. Bu anlaşılır bir şeydir, hayvanlarda da bu böyleymiş. Demek ki hayvanlarda babalık daha fazla var. Annenin anneliği ihtiyaçlarına değer veren, ihtiyaçlarının karşılanmasını bekleyen bir insan oluşumunun temelini oluşturur. Annenin anneliği çocuğun kendi ihtiyaçlarına duyarlı birisi olmasına neden olur. Baba da çocuğu büyümeye mecbur eder dolayısıyla da normalde çocuk babadan çekinir, hata yapmaktan, yanlış yapmaktan korkar. Babanın bu tutumu despot bir davranış değildir, çocuğun babadan çekinmesi lazım, o ilişki içerisinde babanın gözüne girmenin ve baba tarafından sevilmenin bir emekle olduğunu yaşaması lazım.
Anne ve Babanın Çocuğun Büyümesindeki İşlevi
Benim gördüğüm bizde; insanlar daha çok çocuklara oyuncak alarak, onları memnun etmeye çalışarak anneliğe benzer bir babalık yapmaya çalışıyor. Bunun babaya bir hayrı yoktur böyle bir durumda anne ile baba; “beni mi daha çok sevecek seni mi” diye rekabete girerler. Esasında babanın işlevi anne ile çocukların arasının iyi olmasını sağlamaktır. Baba ne yapar? Çocuklar anneyi çok yıpratacak hale getirdiğinde, diyelim ki laf dinlemiyorlar, kurallara uymuyorlar; baba, çocukları kurallara uymaya mecbur ederek çocukların anneye itaat etmelerini sağlar. Anne, çocuklarıyla ilişki kuramayacak hale geldiğinde çocukları üstlenir ki anne dinlensin işlevini yeniden doğru bir şekilde yerine getirebilsin. Babanın temel işlevi hem çocukları büyütmek hem annenin iyi bir obje olarak algılanmasını sağlamaktır. Aile sisteminde aksamalar olunca çocuk hep bebek kalır. Eğer ortada bir sorun varsa zaten daha sonraki varoluşta bir sürü korkular tedirginlikler olur, temelin sağlam olması babanın desteğiyle olur. Çocuk 4 yaşına geldiğinde ya da sosyalleşme aşamasına geldiğinde diyelim ki çocuğun kardeşleriyle birlikte oynayabilmesi, işbirliği yapabilmesi, paylaşabilmesini sağlayan bir etkisi de olur babanın. Çocukların birbirlerine şiddet göstermelerini, küfür etmelerini engeller, bunu yaparken hem çocuklarına paylaşmayı hem de kendilerini denetlemeyi öğretmiş olur. Denetleme ancak büyüklerin onu mecbur etmesiyle olur yoksa çocuk kendi kendini denetleyemez. Çocuk büyüdükçe babanın işlevi de değişir, mesela; ergenlik çağına yaklaşmış çocuktaki babanın işlevi çok daha farklıdır. Çocuk büyüdükçe erkek çocuğun babayla ilişkisi usta-çırak ilişkisine döner. Kız çocuğuyla olan ilişkide ise babanın çocuğun kendini ne manada nerelere doğru geliştirilmesi gerektiğine ilişkin bir kılavuz rolü hâkim olmaya başlar. Kız çocuğu ergenlik çağında yeniden anneye yakınlığa yönelir, annesini biraz daha anlamaya başlar.
Ergenlik çağında çocuk kendine arkadaşlarından bir dünya kurmaya çalışır. Eğer anneler hayatını çocuklarının üstüne kurdularsa çocukları kendilerinde tutmak isterler, çocukların dünyaya yönelmesini bozmaya ve engellemeye çalışan bir durum ortaya çıkar, tabi ki bu durum çatışma oluşturur. Annenin hayatını kocası üzerine doğru kurmamasından kaynaklanan bu durumun çocuklara yansıması da böyle olur.
Anne-baba ayrılmış ailelerde tabii ki sorun artar. Kız çocuğu ergenlik çağında, kendi cinsinden olanları sevmeye yönelir. Ergenlik çağı kız çocuğunun babayı idealize ederek yöneliminden yeniden kendi cinsini sevmeye kayar. Sağlıksız koşullarda bu böyle olmaz. Çocuk kendi cinsine yönelimini bozan bir durum içerisine düşerse ilerideki hayatında bir türlü bir şeyleri yerine oturtamaz yani önce kendi cinsini sevecek kendi cinsi içinde kendini var edecek ki karşı cinse sağlıklı yönelebilsin. Oralardaki problemler hayat boyu devam eder. Ömür boyu birbirleriyle rekabet eden, birbirleriyle yarışan kadın tipi ortaya çıkar.
Yazının devamı İçin Tıklayın :
2- Annenin Hormonal Etkileri ve Doğru Ebeveynlik