Sorting by

×

Cem Alptekin

Prof. Dr. Cem Alptekin – Boğaziçi Üniversitesi

Anadili Türkçe olan bir çocuk ‘bıçak’ sözcüğünün keskin, soğuk ve tehlikeli olabilecek bir objeye gönderme yaptığını ve yetişkinler tarafından kullanılması gereğini küçük yaşlardan itibaren öğrenir. Bir başka deyişle ‘bıçak’ beynin anadili bir sünger gibi ‘emdiği’ erken evrelerde dilsel sözcük anlamınla bağdaşık biçimde görsel, işitsel ve duygusal özellikleriyle algılanır. Bu, anadilin dilsel özelliklerinin yanısıra diğer duyularla da yüklü bir biçimde nöronal sistemler vasıtasıyla beyne yerleşmesi sürecini oluşturur. O nedenle erken evrelerde temeli atılan ve sürekli kullanım sonucu işlevsel köprüler diyebileceğimiz sinapslarla altyapısı gelişen ve pekişen söz konusu nöronal sistem sayesinde, yani anadilimizde, düşünür, düş görür, hayal kurar, neşelenir ya da sinirleniriz. Geç yaşlarda öğrenilen bir yabancı dilin sözcüklerinin dilsel anlamı olsa bile görsel, işitsel ve duygusal derinlikleri yoktur. İngilizce ‘knife’ sözcüğü kesmek için kullanılan bir objeye gönderme yapar; keskinliği, soğukluğu, tehlike arz edişi ya da yetişkinlerce kullanımının gereği gibi özellikleri çoğu zaman taşımaz. Çünkü alt yapısı yerleşmiş bir dile en iyimser deyişle entegre olmaya çalışan ya da en kötümser deyişle bir yama gibi eklenen bir dilin duyusal özelliklerinden yoksun bir sözcüğüdür ‘knife’. Bir başka deyişle bilişsel ve duygusal derinliği yoktur. Kısaca her insan değişik seviyelerde yabancı dil öğrenebilir ancak kişinin iki (ana) dilli olması için dil öğreniminin insanın nörobiyolojik doğası ve gelişimiyle uyumlu olması koşuldur.

Nörobiyolojik açıdan dil öğreniminin en uygun olduğu evre ömrümüzün ilk 5-6 yılıdır. Bu evre popüler deyimle ‘fırsat pencereleri’ diye anılmaktadır. İnsan beyninin dilleriöğrenmek için doğuştan programlandığı ve çevreden gelen dil girdilerinin tetiklemesiyle dile özgü nöronal sistemlerin oluştuğu bilinmektedir. Söz konusu dil girdilerinin birden fazla dili yansıtması durumunda oluşan nöronal sistemler her iki dilin bilişsel ve duygusal derinliğini içeren biçimde altyapılaşmaktadır. Örneğin, çocuğun Türkçe ve İngilizce dil girdilerine simültane olarak muhatap olması, sesletim bakımından /d/ ve /th/ benzer seslerinin ayrıcalığını farkeden ve her iki sesi ayrı ayrı içeren nöronal altyapılar oluşturmasına neden olmaktadır. Böylece aksan sorunu ortadan kalkmaktadır. Benzer şekilde aynı evrede öğrenilen ‘bıçak’ ve ‘knife’ içerdikleri tüm bilişsel ve duygusal niteliklerle algılanmakta olup, yabancı dildeki sözcük bilgisinin salt sözlük düzeyi kısıtları içinde kavranması söz konusu olmamaktadır.

Konunun daha iyi anlaşılması açısından ‘fırsat pencereleri’ kavramının dayandığı olguları kısaca ele almakta yarar vardır. Bunlardan birincisi özellikle erken evrelerde beyni karakterize eden nöroplastisite olgusudur. ‘Lateralizasyon’ dediğimiz dil melekesinin ergenlik çağı itibariyle beynin sol yarımküresine yerleşmesine kadar olan devrede beynin büyük oranda sinirsel esneklik gösterdiğini ve diğer bilişsel becerilerle birlikte dili de spesifik bir bölgeye bağımlı olmadan, yani beyin çapında, algıladığını gözlemlemekteyiz. Bu aşamada birden fazla dilin girdisine gayet açık olan ve gerekli nöronal altyapıları oluşturmaya yönelen bir beyinden bahsetmekteyiz. Söz konusu altyapılar oluşumsal-örgütsel türden olup, her türlü girdiye duyarlı bir performansa sahiptir. Yani /d/ ve /th/ seslerini girdi olarak ayırdedebilmekte ve ayrı nöronal sistemlerini oluşturarak zamanla örgütlemektedir.

Aynı örnekten yola çıkarsak sadece tek dile (Türkçe) özgü girdiye muhatap olan çocuğumuzda /d/ sesinin nöronal altyapısı oluşmakta ve örgütlenmekte, /th/ sesi ise çevresel girdiyle herhangi bir etkileşime giremediği için nöronal bağlamda ölmektedir. Çünkü kullanılmayan nöronların sinaptik bağlantı kuramadıklarını ve öldüklerini biliyoruz. Keza, özne olarak kullanılan adılların Türkçe’de seçime bağlı kullanımına karşın İngilizce’de zorunlu olarak kullanım gerektirdikleri gibi yapısal bilgiler bilinçaltından süzülerek spesifik nöronal sistemler oluşturur.

Lateralizasyon ile birlikte nöroplastisitenin zayıflaması dil öğrenimine set çeken bir olgudur. Anadilin beynin belirli bir bölgesinde (sol yarım küre) lokalize olması geç yaşta öğrenilmeye başlanan yabancı dilin var olan yerleşik anadil nöronal sistemlerine uyumundan geçer. Bu aşamada beynin nöroplastisitesi oluşumsal-örgütsel olmaktan çok ilişiksel-tepkisel türdendir. Yabancı dile özgü sesler, biçimbilimsel takılar, sözdizimi ve sözcükler, yerleşik anadilin sesbilim, biçimbilim, sözdizimi ve sözcüklerine ne denli uyarlıysa o denli sağlıklı ilişkiler kurabilme ve varolan nöronal sistemlere entegre olma şansına sahiptir. O nedenle İngilizce ve Almanca gibi tipolojik kökenleri benzer diller yabancı dil olarak daha kolay öğrenilir. Ancak bu tür uyarlamaları gerçekleştiremeyen yabancı dil öğeleri yerleşik anadil sistemi tarafından tepkiyle karşılanmaya mahkumdur. Bunlar var olan nöronal sisteme dahil olamazlar. Bunun eğitsel bağlamdaki ifadesi, yeni dilsel öğelerin öğreniminin güçlük yaratacağı ve o nedenle pedagojik müdahale gerektirdiğidir.

‘Fırsat pencereleri’ kavramının dayandığı bir diğer olgu, anadil ve geç yaşlarda öğrenilen yabancı dilin edinilmesinde bellek sistemlerinin ve işlemleme türlerinin değişkenliğinden kaynaklanır. Yaklaşık 6 yaşına kadar dilsel girdilerden sesbilimsel, biçimbilimsel ve yapısal olanlar uzun erimli belleğimizi oluşturan iki bellekten bir olan yöntemsel (‘procedural’) bellekte depo edilir. Bu bellek söz konusu verileri alışılagelmiş, kalıplaşmış, formülleşmiş bilgiler halinde otomatik bilişsel süreçlerle kullanıma sokar. Uzun erimli diğer belleğimiz olan bildirimsel (‘declarative’) bellek ise sözcük bilgisini hem ansiklopedik anlamda hem de edinilmiş kişisel olay vedeneyimlerle bağdaştırarak kontrolü bir biçimde depolar. Bu iki bellek sistemi erken evrelerdeki anadil öğrenimi sürecinde işbirliği yaparak senkronize bir şekilde çalışırlar. Genelde yöntemsel belleğin işlemlemesi otomatik, bildirimsel belleğinki ise kontrollüdür. O nedenle anadilimizi konuşurken ürettiğimiz sesleri, takıları ve yapıları çoğu zaman otomatik biçimde kullanır ancak kullandığımız sözcüklerde kontrol uygularız.

Lateralizasyon süreciyle birlikte yöntemsel belleğin işlemlemedeki payı azalırken bildirimsel belleğinki artar. Bu aşamada anadil sesbilimsel, biçimbilimsel ve yapısal olarak kalıplaşmış, alışkanlık halini almıştır. Ancak kişi hala yeni sözcükler öğrenmektedir. Başka bir deyişle yöntemsel belleğe olan gereksinimi azalmış, bildirimsel belleğe olan gereksinimi ise çoğalmıştır. Dolayısıyla geç yaşta öğrenilmek istenen yabancı dil çok büyük oranda bildirimsel bellekle etkileşim içinde öğrenilmeye mahkumdur. ‘Mahkumdur’ diyorum çünkü bildirimsel belleğin etkinliği sözcük bilgisinin işlemlenmesi ve depolanmasıyla kısıtlıdır. Oysa şimdi yabancı dilin seslerini, takılarını ve yapılarını işlemlemeye tabi tutması gerekmektedir. Yani bilişsel açıdan etkin olmadığı bir alanda işlevselliği istenmektedir. Anadilde kullanımı otomatik bilişsel süreçlere tabi sesler, takılar ve yapılar, sanki bağımsız sözcüklermiş gibi kontrollü bilişsel süreçlere tabi olmakta ve öğrenim güçlükleri yaratmaktadır. O nedenle yetişkinler yabancı dili cebir problemi çözer gibi işlemlemekte, yabancı dil öğretmenleri de dil kalıplarını gramere odaklanarak formüllere dönüştürme çabaları içinde olmaktadır. Umulan bu kontrollü işlemleme süreçlerinden otomatik işlemlemeye geçilebileceği ve yabancı dilin hem doğru hem de akıcı biçimde kullanımının sağlanabileceğidir. Ancak bu dağ ancak fare doğurur!

Esas sorun fırsat penceresinin panjurunun kapanmakta olduğunun bilincini taşımamaktan geçmektedir. Panjur kapanmadan yabancı dili öğrenmemiz gerekir. Bu da okul öncesi eğitimin iki dilli bir öğretim temeline oturtulmasıyla mümkün olur. Beynin sünger gibi dil(ler)i emdiği bu evreyi göz göre göre kaçırmak ve çocuklarımızı salt anadilleriyle kısıtlamak insan beyninin ömrü boyunca geçirdiği nörobiyolojik ve bilişsel evrimi bilmemek, daha da kötüsü anlamamakta direnmek ve yabancı dil eğitimini orta öğretimde ve hatta üniversitelerin hazırlık okullarında halledeceğini sanmak büyük bir hatadır. Eğitim insan doğasına aykırı değil, insan doğasıyla bağdaşık olmalıdır. Bu bağlamda yabancı dil eğitimi ne denli insanın doğası ve özellikle beyinsel evrimiyle uyumlu ise o denli başarılı olmaya adaydır.