Annelik ve babalık yapmaktan bahsederken bir ilişki biçiminden bahsediyoruz ve bu ilişki büyütmekle ilgili bir işlevi yerine getiriyor. Annelik kadınlara özgü, ve babalık ise erkeklere özgü bir yeterliliktir zannedilebilir. Halbuki, ister erkek ister kadın tarafından oluşturulsun belli niteliklere sahip bir ilişki annelik veya babalığı oluşturur. Elbetteki bu ilişkilerin biyolojik ebeveynler tarafından gerçekleştirilmesi de gerekmez. Ama, annelik ve babalık çocuğa çok yüksek bir yatırım gerektirdiğinden, annelik ve babalık yapabilme potansiyelini en fazla biyolojik ebeveynler taşır.
Annelik veya babalık dediğimizde belli bir ilişki kalıbından söz etmiyoruz. Örneğin, bebek anneliği ile bir yaş çocuğu anneliği ve daha sonraki dönemlerin anneliği birbirinden çok farklılık gösterir. Bir annenin bebek annesi olarak yeterliliği çok fazla olmasına rağmen daha sonra çok fazla aksama gösterebilir ve çocuğunu büyütmekte çok yetersiz kalabilir. Aynı insanın hayatının çeşitli dönemlerinde, başka başka çocuklarına yaptığı annelik şaşırtıcı değişikler gösterebilir. Bunlar ve bunların olası nedenleri üzerinde daha sonra duracağız.
Babalık çocuk ödipal döneme gelene kadar annelikten ayrışmaz. Yani çocuk 2,5- 3 yaşa gelene kadar babanın işlevi ancak anne yedekliği yapmak ve eşine annelik yaparak onun annelik yapmayı sürdürmesini sağlamaktır. Bu son işlev, yani anneye annelik yapmak son derece önemlidir. Ve annenin, anneliğini uzun süre doğru bir biçimde yapabilmesi, çocuğuna vericiliğini sürdürebilmesi başka türlü mümkün olmaz.
Bütün ilişkiler, ilişkiyi oluşturan tarafların birbirlerine ruhsal bir yatırım yapmaları ile oluşur. Ruhsal yatırım kapasitesi içerik olarak ve nitelik olarak ele alınabilir.
İçerikten bahsettiğimizde sevgi enerjisinden, sevgi ile öfkenin karışım halinde olduğu bir enerjiden ve öfke ile sevginin (dürtünün) birbirinden çok az ayrıştığı veya hiç ayrışmadığı enerjiden bahsediyoruz. Bir insanın her hangi bir varlığa veya konuya yaptığı yatırım arttıkça bu yatırımın içeriğine öfkenin katılması oranı da artar. Bu durumda bu alan ile ilgili olarak evhamlarda artma görülür.
Ayrıca İnsanlar, yatırımlarının içeriği ne olursa olsun, dinlenmiş durumda iken veya birinden sevgi ile beslenebiliyorlarken sevgi enerjilerini kullanabilirler. Ancak yorulmaya başladıklarında kullandıkları enerji öfke ile karışık olmaya başlar, çünkü temiz enerji kullanılmış ve bitmiştir. Ya durup dinleneceklerdir, ya da sıra öfke ile karışık enerjiye gelmiştir. Bebek annesinin bebeği kenara koyup dinlenme şansı olmadığı için,anne, bir yerden beslenmiyorsa bebeğe yansıttığı enerji öfkeli olacaktır. Öfkeli enerjinin kullanılmaya başlaması durumunda annenin narsisistik sistemi bebeğine öfkeli olmayı kaldıramayacağı için, kendi ile ilişki kesilmeye başlanır ve bu durum bebekle ilişkinin kesilmesine veanneliğin, bebeğe sadece bakım vermeye dönüşmesine yol açar.
Ruhsal yatırımın niteliği ise narsisistik veya obje yatırımı olarak ayrılır.
İnsanlar doğduklarında bir ruhsal enerji ile doğarlar ancak bebeğin ruhsal enerjisi ilişki oluşturabilecek nitelikte değildir. Bebeğin ruhsal enerjisi dürtü ile öfkenin birbirinden ayrışmamış olduğu bir durumdadır ve bu enerji ancak canlılığı sürdürme işlevi görebilir. Bir ilişki oluşturamaz. Bebeğin enerjisinin içinde o kadar yıkıcılık da vardır ki bağlandığı objeyi yok edebilir. Bebek ve çocuğun zararsız olmaları, fiziksel yetersizlikleri sayesindedir. Bu yıkıcı enerji erişkinlikte, ortaya çıkacakgibi olduğunda, kişide müthiş bir korku oluşturur ve akıl hastalığının bir çok biçimi bu öfkenin uyanması, bu öfkeden duyulan korku ve bunlara bir savunma olarakoluşur.
Bebek, annesinin kendisi ile kurduğu ilişki içinde yavaş yavaş öfkesi ayrışmış (tamamen öfkeden arınmışlık ideali ancak erişkinlikte ve çok az insan için mümkün olur) bir enerji oluşturur. Bu durumda, bebekte “ilişki kurma kapasitesi”nin oluşmaya başladığından söz edebiliriz.
İnsanların, çocuklarına yaptıkları ruhsal yatırımları, narsisistik yatırım ve obje yatırımı kapasitesinin toplamından oluşur. Narsisistik yatırım- çocuğun ebeveyn tarafından kendi parçası gibi algılanmasına ve “benim çocuğum” sahiplenmesine neden olur.
Bir insanın çocuğuna olan yatırımı büyük ölçüde narsisistik bir nitelik taşıyorsa bu yatırım biçimi çocuğun büyümesini yavaşlatan veya engelleyen bazı özellikler gösterecektir. Bu yatırım biçimi, çocuğun kendisi olmasına izin vermeyen, çocuğa karşı ayrımcı, kendi çocuğu özel bir varlıkmış gibi davranan ve çocuğun dünya ile kaynaşmasını engelleyen ve mükemmeliyetçi nitelikler gösterir. Çocuğun herhangi bir başarısızlığı ebeveynde büyük bir öfke ve hayal kırıklığı yaşatır ve çocuk hatadan, başarısızlıktan çok korkar. Ebeveyn ne kadar narsisistik özelliklere sahipse annelik- babalığa da bunlar o kadar yansıyacaktır ve çocukta da narsisistik kişilik özellikleri oluşacaktır. Öte yandan bu yatırım çocuktaki benlik oluşumunda ve değerlilik duygusunun oluşmasında önemli bir olumlu rol de oynar. Hiç olmaması ciddi gelişimsel sorunlar yaratacaktır. Bebeklik döneminin annesinin “bebeğine aşık” olması gerekir. Bebekten uzaklaşamayan, uzaklaştığında özleyen, suçluluk duyan, aklı fikri onunla meşgul bir ruh hali içinde olması gerekir. Hep önce bebeği sonra kendini düşünecektir. Bu ruh hali ancak güçlü bir narsisistik yatırımın da varlığında gerçekleşebilir.
Obje yatırımı ise çocuğun ayrı bir varlık olarak algılanmasına gerçek bir sevgi ile yatırımlandırılmasına yol açacaktır. Böyle bir durumda ebeveynin beklentileri çocuğun yaşına ve kapasitesine uygun olacaktır, çocuğun seçimlerine ve yaşam deneyimine saygılı olunacaktır. Çocuk hata yapmaktan korkmayan, hatalarından öğrenebilen, alçak gönüllü ve en önemlisi sevebilen bir insan olarak yetişecektir. Bütün anne babaların çocuklarına yaptıkları yatırım bu iki yatırım biçiminin bir karışımı şeklindedir.
Çocuğun cinsiyeti de yapılan yatırımın karışımını etkiler. Çocukluklarında “penise haset”i yoğun yaşamış kadınların erkek çocuklarına yaptıkları narsisistik yatırım daha fazla olur. Sanki bir penis doğurmuş, nihayet penis sahibi olmuş gibi olurlar. Çocuğu kendilerinde tutma eğilimleri fazla olur. Kocalarına yaptıkları yatırımda bir azalma olur.. Ve bazı babalar da böyle bir durumda oğullarını kıskanma, oğla karşı bir husumet taşıma eğilimi gösterirler.
Çocuk, yukarda anlatılanlardan anlaşılabileceği gibi, insan hayatındaki en yüksek yatırımlandırılma nesnesidir. Aşkta ki yüksek yatırımlandırma, bir idealizasyon üzerine oturduğu için çoğu zaman uzun ömürlü değildir. Halbuki çocuklara yapılan yatırım uzun ömürlüdür. Anneler, çocuğu kendi içlerinde taşımış oldukları ve doğal olarak çocuğu bir süreçte kendi parçaları olarak algılamış oldukları için çocuğa daha yüksek bir narsisistik yatırım yaparlar. Annelerin çocukları ile ilişkileri, babaya göre daha, problemli olma potansiyelini de içinde taşır. Annenin babaya duyduğu sevgi, ihtiyaçlarını babaya yatırmış olması, yani, çocuklarına ihtiyaç duyan değil, çocuklarını seven bir anne olması ve babanın annenin çocukları kendindetutma ve çocuk bırakma eğilimlerini dengelemesi veya engellemesi ile ortam bir “büyütme ortamına” dönüşür. Burada, anneliğin, çok yüksek kalitede ve çok fazla emek gerektirdiğini ama babanın varlığı ile bu emeğin ancak doğru bir biçimde oluşturulabileceğini ve doğru çerçevenin baba tarafından çizildiğini görüyoruz. Babanın doğru çizdiği bir çerçevede, çocuklar büyütülüp, gelecekte kendi düzenlerini kurduklarında onlarla ilgili sorumluluğun tamamlandığı varlıklardır. Babanın yardımı ile anne de bu amaca uygun bir annelik yapabilir. Her halde yeryüzündeki en yüksek kalitede üretimin sağlıklı bir çocuğun oluşmasını sağlamak olduğunu ve bunun ancak birbirlerini seven ve birbirleri ile çok iyi işbirliği yapan ve birbirlerini tamamlayabilen bir kadın ve bir erkek tarafından başarılabileceğini söylememiz, abartılı olmaz. Çocuğun, ancak bir aile ortamında büyültülebileceğini söylemek insanların son zamanlarda unuttukları bir gerçeği hatırlatmak olur.
Annelik, annenin bebekliğinde ve çocukluğunda kendisine yapılmış olan annelikle öğrenilmiş bir ilişki biçimidir. Esasında, insan ,annesinin kendisi ile kurmuş olduğu ilişkiyi kendisi ile ilişkisi olarak sürekli tekrar etmektedir. İnsanın kendine duyarlılığı, ihtiyaçlarının farkında olup olmaması, kendi ruh halini ve fiziksel durumunu anlayıp anlayamaması hatta soğuğa, sıcaklığa duyarlılıkları bile bebeklik döneminde anne ile ilişkide edinilen yeteneklerdir ve özelliklerdir. Kısacası, insan, annesinin kendisine yaptığı anneliği kendisine yapmaya devam etmektedir. Bu annelik, insan tarafından geliştirilebilir. İnsanın kendini anlamasını ve tanımasını arttıran her ilişki veya her hayat deneyimi bizim annelik kapasitemizi arttırır. Ancak her zaman temeli kendi annemizden aldığımız annelik oluşturur.Elbetteki erkekler de bir anne tarafından büyütülmüş oldukları için annelik kapasitesine sahiptirler ve zaten onlarda kendilerine annelik yapmayı sürdürüyorlardır.Aynı şekilde, babalık da babamız ile ilişkide öğrenilen bir ilişki biçimidir ve kadınlarda babalık yapma kapasitesine sahiptirler.
Her ne kadar bir anne de “babalığın” ne olduğunu kendi babasından dolayı biliyorsa da, çocuklarını tek başına büyütmek zorunda kalırsa mutlaka aksar. Her şeyden önce, hiçbir yerden almadan, devamlı vermek zorunda kalmak her insanda mutlaka öfke oluşturur ve ilişkinin bozulmasına yol açar. Anne, kaçınılmaz olarak yaptığı fazla fedakarlığın bedelini ödetir. Bu, ya fazla karışmak şeklinde, ya çocuğun itaatkar olmasının beklenmesi şeklinde, ya özgürleştirmeyerek, ya aşırı sorumluluk yükleyerek ya da başka şekillerde yaşanacaktır ve optimal “büyütme koşulları” bozulacaktır. Annenin dürtüsel hayatında bir boşluk varsa bu mutlaka çocuklara yansıyacaktır. Bu yansıma temel olarak dört biçimde olur.1- annenin çocuğa yaptığı yatırımının içinekatılan dürtünün miktarı artabilir. Çocuk erken yaşlarda iken bu duruma maruz kalırsa ağır bozukluklar oluşur.Daha ileri yaşlarda maruz kalırsa büyümesi durur ya da “yalancı bir büyüme” oluşur. 2- Anne, kendi dürtüleri ile baş etme yolu olarak dürtülerini hissetmeme yolunu seçebilir. Anne, bu durumda, kendi ile, kendi canlılığı ile ilişkisini kesmiştir ve ilişki kurma kapasitesinde bir düşme oluşur. Anne, yüzeyselleşmiştir ve daha çok akıl ve mantık düzeyinde yaşıyordur. Elbette ki bu durumda çocuk durumdan olumsuz etkilenecektir. Çocuk da yüzeyselleşecektir. 3- Annenin dürtüsel bir partneri olmaması, her iki cinsten çocuğu da bir “referans objeden” mahrum bırakacaktır. Bu da büyümenin uyaranlarından ve rehberlerinden birinden yoksun kalmaktır ve olumsuz bir etkisi olacaktır. 4- Çocukların, annelerini bir sevgi ilişkisi içinde görmeleri, kendilerinin dünya içindeki yerlerini doğru tanımlamalarını mümkün kılar ve kendilerini boş yere önemsemekten daha kolay kurtulurlar. Yani, çocuksu narsisizmin geride bırakılabilmesi koşulları babanın varlığında oluşur. Annenin, tüm ihtiyaçlarını ve dürtülerini yatırdığı, çocukları da seven, bir partnerle yaşaması, çocuğun megalomanisini bırakmasına ve kendisinin çocuk olduğunu kabul etmesine yol açar. Çocuk, babanın ( daha genelinde annenin cinsel partnerinin) sevgisini alamıyorsa, annenin partnerine yakınlığı çocuğun kendini dışlanmış hissetmesine yol açar. Önce anneyi kıskanmaya ve partnere öfke duymaya başlar daha sonra öfke anneye de yönelir. Bu koşullarda ortam bir aile ortamına dönüşemiyor ve çocuk büyütülemiyordur. Çocuk, dünyaya ve kendine öfkeli bir insan olacaktır.
Annenin, çocuklarını tek başına büyüttüğü koşullarda yaşanabilecek diğer çok önemli problem, annenin sevme biçiminin bu durumda “kendinin olmayanı da sevebilmek” basamağına çıkamamasıdır. Doğal olarak kadının sevme biçimi kendinin olanı sevmektir. Bir annenin, çocuklarından yatırımını çekmeden, onları özgürleştirebilmesi ve kendine ait kılmaktan vazgeçmesi nerdeyse her zaman sevilen bir partnerin varlığı ve desteği ile gerçekleştirilebilir.
Baba, tek başına çocukları büyütmek zorunda kalsa, üstlenmek zorunda kalacağı işlev annelik olacaktır. Yukarda böyle bir durumda annenin başına gelebilecek her türlü zorluk baba için de geçerli olacaktır. Çocuklar, babaları ,anneleri olduğu için babasız büyümüş olacaklardır aslında.
En genel tanımıyla, annelik çocuğu hayatta tutma çabasını içeren, onun ihtiyaçlarına duyarlılığın ön planda olduğu bir ilişki biçimidir ve çocuğun büyüme ve fiziksel gelişme sürecine uygun olarak değişme gösterir, ancak bu, ihtiyaçlara duyarlılık temel vasfını hiç kaybetmez. Anne, kendi ihtiyaçlarına da duyarlı ise ve ağır mazoşistik özelliklere sahip değilse, süreç içinde çocuğa kendi ihtiyaçlarını karşılamayı, bazı ihtiyaçlarını denetlemeyi ve ertelemeyi de öğretir. Yani kendi üzerindeki annelik yükünü, çocuğa kendine annelik yapmayı öğreterek ve çocuğu büyüterek azaltmaya başlar. Anne, kendi ihtiyaçlarına yeterli duyarlılıkta değilse annelik mutlaka bozulacaktır. Bu durum, aslında annenin kendi ile ilişkisinin bozuk olduğunu ve bunun çocukla da ilişki oluşturmakta zorlanmaya yol açacağını söyleyebiliriz. Anne ya çocukla ilişki kuramayacak ve çocuktan sıkılacaktır ya da kendisi ile çocuğu karıştırma riskinin çok yüksek olduğu bir bütünleşme ilişkisi oluşturacaktır. Ayrıca, örtülü, bilinçaltı öfkesinin çok fazla olacağını biliriz. Böyle bir durumda anne devamlı veren, ama büyütemeyen bir annelik yapacaktır. Bunda, çocuğa duyulan öfkenin neden olduğu bilinçaltı suçluluk duygusunun da payı vardır. Çocuğa bir türlü sağlıklı bir kızgınlık gösteremez. Ona borcu varmış gibi, davranır. Ve çocuk da herkes ona borçlu imiş gibi öğrenir. Her türlü probleminin ve gerginliğinin başkaları tarafından çözülmesini bekleyen bir insan olur. Böyle bir insanın kişilik organizasyonu bebeksi düzeyde kalmıştır.
Anneliğin, özünde hep çocuğa ve özellikle onun ihtiyaçlarına duyarlılık olarak tanımlanabileceğini ancak anneliğin çocuğun ruhsal gelişmesine paralel olarak da değişim gösterdiğini söylemiştik. Şimdi anneliği ve babalığı çocuğun gelişim dönemleri içinde ele alalım.
Bebek anneliği, daha bebek anne karnında iken başlar. Bebeğin, anne karnında hareketlenmesi, annede çocuğa karşı imgesel düzeyde var olan soyut bir yatırımın somut bir yatırıma ve ilişkiye dönüşmesine yol açar. Annenin içindeki soyut dediğimiz annelik yatırımı, çocukluk dönemlerinde oluşmuştur. Anne, bir kız çocuğu iken, fantezi dünyasında kendini gerçekleştirmek için anneliğe ne kadar yer ayırmış ise, o kadar olacaktır anneliğe yatırımı. Annenin kendi içinde ki annelik kapasitesi ise bütünüyle alabildiği tüm anneliklerin toplamı kadardır. Bir kadının anneliğe yatırımı çok fazla olmakla birlikte, annelik kapasitesi çok düşük olabilir. Tersine, anneliğe yatırımı az iken, çocuk sahibi olduktan sonra annelik kapasitesinin yüksek olduğunu fark edip, annelik yaparken yaşadığı mutluluğu tekrar edebilmek için çok çocuklu olmaya yönelen yani kendini gerçekleştirmekte anneliğe daha fazla pay ayıran bir çok kadın da vardır.
Bebek anneliği hissedilerek yapılan, bebek ile anne arasında görünmeyen bir bağın sürekli olduğu bir durumdur. Öyle ki anne gece uyurken,birden kalkıp çocuğun üstünü örtebilir, gerçekten bebeğin üstü açılmıştır ve üşüyordur. Anne, bebek huysuzlandığında hiç düşünmeden onun ihtiyacının ne olduğunu anlıyor ve gerginliğini gideriyordur. Anne ile bebek arasında bilinçaltı bir ilişki vardır. Anne, bu ilişkinin farkında değildir, sezgileri ile davranıyordur ve onlar hep doğru çıkıyordur. Bebek ise zaten bu ilişkiyi yaşıyordur, başka bir ilişkiyi henüz tanımıyordur ve annenin bilinçaltı onun bilme ve deneyimleme alanını oluşturuyordur. Öyle ki bebek, annenin kendinin farkında olmadığı öfkesinin de farkındadır. Annenin çok yorulduğu veya öfkesinin çok arttığı durumlarda bebek ile arasında ki bu bağ kopar ve bebek o zaman dışardan bakıldığında sebepsiz görülen huysuzluk ve ağlama krizlerine girer.
Annenin bebekle kurduğu bu bilinçaltı ilişki –ya da annenin ikinci dikkati- çok yoğun bir enerji ile sürdürülebilir. Bu enerji nerdeyse çocuğun etrafında,görünmeyen koruyucu bir kalkan oluşturur ve çocuğu dış dünyanın olumsuz etkilerinden korur. Bu çocuklar huzurlu olur ve dış dünyanın uyaranları onların dengesini kolayca bozamaz. Erişkin yaşamlarında da aynı şekilde dengeleri kolay bozulmayan insanlar olurlar.Anne, bebeğe aşık olmuşçasına bir yatırımı sürekli olarak tek başına üretemez. Mutlaka kendisine enerji ve güç aktaran, annelik yapacak birisine ihtiyacı vardır. Bu kişi kendi annesi veya kocası olacaktır. Sağlıklı bir kadın – erkek ilişkisinde annelik yapanın eş olması daha etkili olacaktır. Çünkü kadının erkeğe bağlılığının içeriğinde bebeksi bir nitelik de vardır ve baba anneye annelik yaparken annenin içindeki bebeği canlı ve sağlıklı tutuyordur. Anne kendi içinde ki bebekle ilişki içindedir. Bu durumda,enerjisi yüksek olacağı için, doğurduğu bebekle de ilişki kurması kendiliğinden olmaya başlar ve fiziksel olarak ne kadar yorulursa yorulsun tükenme ihtimali ortadan kalkar. Zaten baba, annenin fiziksel olarak yıprandığı durumlarda da devreye girerek,bebeğin sorumluluğunu alır, anneyi dinlendirir ve ,farkında olmadan, bebeğe karşı öfkesiz olmasını sağlamaya çalışır.
Bazı durumlarda, kocanın annelik konusunda, anne ile rekabete girdiği ve annenin anneliğini beğenmeyerek kendisinin yapmaya çalıştığını gözleriz. Bu durumda ki baba, anne ile bebek arasında ki yakınlıktan bilinçaltı bir rahatsızlık yaşıyordur ve tutumu,anneye duyduğu öfkenin örtülü bir biçimidir.
Bebek büyüdükçe, annenin bebekle ilişki kurması kolaylaşmaya başlar. Hem bebek de ilişki kurmaya başladığı için hem anne için bebeğe uygun annelik kalıbı oluştuğu için. Baba giderek , bebeğin hastalığı, diş çıkarması, uykusunun bozulması, annenin hastalanması, sıkılması, moralinin bozulması gibi dengenin bozulduğu durumlarda yeniden işleri yoluna sokmak gibi bir rol üstlenir. Bütün bunlar aksamadan, yüksek bir işbirliği kalitesi tutturularak yapılabiliyorsa eşlerin birbirine sevgisi derinlik kazanarak,sevginin yanına minnet ve saygı da eklenerek, ve her iki tarafı da büyüterek sürer.
Bebek anneliği yapma donamına ruhsal olarak hazır olunmadığı halde, hamile kalmak ve çocuk doğurmak kendini çok ciddi ruhsal problemler olarak gösterir. “Gebelik psikoz”larında, anne bebeğini sevememekten ve onu benimseyememekten ölesiye korkuyordur ve hastalanmadan önceki dönemde ki bütün meşguliyeti bu konu etrafındadır. Ayrıca, kocası ile ilişkisi ya kopuktur ya da son derece yüzeyseldir. Kendi annesi ile yaşamış olduğu ilişki de yüzeysel olduğu için, ve annesi ile babası arasında ki ilişki de kendisinin kocası ile ilişkisinebenzediği için ona kocası ile ilişkisinde bir problem yokmuş gibi geliyordur. İmgelem dünyasında kocasının desteği ile bebeğine annelik yapabilecek hale gelmek gibi bir tasarı yoktur.” Gebelik psikoz”una aday anne, aslında son derece yalnız ve desteksizdir ve nerdeyse kaybolmuş gibidir. Ve hastalık tablosu da kaybolma gibidir. Hasta az ya da çok mutlaka bir oryantasyon bozukluğu gösterir ve ağır bir klinik tablo gözlenir.
Annelik yapma kapasitesinin daha fazla olduğu ama yine de yetersiz olduğu durumlarda “loğusalık psikoz”u görülür. “Loğusalık psikoz”unda gerçeklik duygusunda bir kayıp oluşur veya kayıp olacak korkusu yoğun olarak yaşanır. Anne, loğusalıkta, kuvvetli bir biçimde bebek tarafından regresyona çekilmektedir. Bu durumun oluşabilmesi için annenin bebekle ilişki kurabiliyor olması gerekir. Regresyona çekilen anne, karanlıktan, yalnızlıktan, her hangi belirsizliklerden fazlası ile korkmaya başlar. Endişeli, kararsız ve korkaktır. Üzerindeki stres ve yalnızlık taşıyamayacağı boyutlara çıkarsa görsel ve işitsel hallüsinasyonlar ortaya çıkabilir. “Loğusalık psikoz”undaki en önemli sebep annenin gerçeklik ile ilişkisini sağlam tutacak gerçek birsevgi objesine sahip olmamasıdır. Yani annenin kocasıile ilişkisi yetersizdir. İlişki ruhsal bir bağ içermiyordur, yüzeyseldir. Annenin kendi annesi veya annelik yapabilecek her hangi bir ilişkisi olabilse “loğusalık psikoz”undan kaçınması mümkün olabilecektir. Loğusaların kırk gün yalnız bırakılmamaları adetinin temelini anlattıklarımız oluşturur.
Bebeklik döneminde baba da hastalanabilir. Bebeğin olması erkeklerde de hastalık insidansını arttırır. Eğer baba, eşine bebeksi bir biçimde bağlanmış ise –erkeklerin bebeksi bağlanması kadın erkek arasında ki aşk ilişkisinin tabiatına aykırıdır ve ilişkiyi bozar- bebeğin varlığından rahatsızlık duymaya başlar. Anneye duyulan öfke ve bebeğe hissedilen çatışmalı duygular, bazen de bebeğe zarar verme korkusu bir psikozun oluşmasına yol açabilir. Bu psikoz, çoğu zaman, kronikleşmeden geride kalır ama baba çocuğu hiçbir zaman gerçek anlamda benimsemez.
Bebeğin hareketlenmeye başlaması ile bebeklik döneminin sonuna gelinmeye başlanılır. Bebeğin dikkati ağır ağır anneden dış dünyaya doğru yönelmeye başlamıştır. Bebek dış dünyayı keşfetmeye yönelir. Bu arada yürümeye çabalarken düşmeye ve canının yanmasını deneyimleme ye başlar. Giderek düşmekten korktuğunu ve temkinli davranmaya başladığını gözleriz. Zarar görmekten korku duymak yeni bir duygu olarak bundan sonra ki oluşumlar üzerinde son derece belirleyici olacaktır. Bu “keşif” dönemi 18nci aya kadar sürer ve çocuk bu dönemde, annesi ile ilişkisinde oluşmuş enerjiyi, güveni, doğallığı, çeşitli duyguları hayata sokma imkanı bulur. Yeni bir objenin- dış dünyanın- imkanlarını kullanarak deneyim alanını genişletmiştir ve yeterliliğini arttırıyordur. Annesinin içini açıp bakamıyordur, ama çekmeceleri açıp onları karıştırıyor ve içlerine bakabiliyordur. Kas gücünü annesi üzerinde deneyemiyordur ama nesneler üzerinde kendi gücünü ve etkisini görüyordur. Bütün bunlar çocukta öforik bir duygu durumunun oluşmasına yol açar.
Bazı bebeklerin canlı, meraklı, ısrarlı can yanması karşısında yılmadan öğrenmeye ve deneyimlemeye devam eden nitelikler gösterirlerken bazılarının da ürkek, anneden fazla uzaklaşamayan, güvensiz, canı yandığında uzun zaman yeni bir teşebbüste bulunamayan çocuklar olduğunu gözleriz. Bu farklılık anne ile ilişkide oluşan bir farklılıktır. Bu dönem çocuğu annesinin, çocuğu kendinde tutma eğilimleri fazla ise kısıtlayıcı olur, çocuğun dünyaya yönelimini farkında olmadan engellemeye başlar, çocuk istemediği halde sık sık çocuğu kucağına alma davranışları geliştirir. Annenin çocuğa yatırımın içinde fazla öfke varsa aşırı koruyucubir annelik geliştirir. Çocuğa bir şey olacak korkusu fazladır. Çocuğun hareketlenmesinden rahatsızlık duyar. Çocuk annenin korkusunu hisseder ve dünyayı olduğundan daha tehlikeli olarak öğrenir. Tedirgin, korkak bir yapı geliştirir. Annenin paniğini içselleştirir. Çocuk keşfetme ihtiyacından vazgeçer. Keşfetme coşkusunu yaşayamamış olması gelecekte öğrenmeye açık olmasını bozar. Baba, anneye, annelik yapabiliyorsa ve annenin korkularından kurtulması, çocuğu özgürleştirmesi yönünde bir etki oluşturabiliyorsa anne daha fazla risk almayı ve korkularını denetlemeyi becerebilir.
18nci aya doğru çocuk, annesiz varolamayacağını hissetmeye başlar ve “hayatta kalma” dürtüsü, çocuğu anneye yeniden yapışmaya iter. ( M. Mahler’in “raproşman krizi” diye isimlendirdiği dönem). Bu dönem çocuğun hayatında ki kritik bir dönemeci ifade eder. Eğer anne, çocuğun ihtiyaç duyduğu yakınlığı ve güveni çocuğa verebilirse, çocuk bebeksi narsisizminden, yani her istediğini yapabileceği, her istediği şeyi olabileceği fantezisinden vazgeçmeye başlar. Annesine muhtaç olduğunu kabullenir ve anneyi her istediğini yapabilen ve her istediğini olabilen olarak algılamaya başlar. Onun yanında kendini rahat ve güven içinde hissetmeye başlarken, bebeksi narsisizmini terk etmeye yönelir.Annenin çocuğa gösterdiği duyarlılık, çocuğun anneye bağlanmasının ölçüsünü oluşturur. Bağlanma kapasitesinin miktarı ne kadar fazla ise gelecekteki “nesne sevme” kapasitesi, o kadar fazla olacaktır. Bağlanma kapasitesi ayrıca dikkatin (konsantrasyon) yoğunluğunu belirleyecektir. Bu dönemde çocuk anneye güçlü bir bağlılık geliştirirken, içinde bir çatışma da yaşıyordur. Çocuğun çocuksu narsisizmi bırakmak istemeyen tarafı da güçlü bir şekilde orada duruyordur. Çocuk,aslında, annesine istemeye istemeye bağlanıyordur. Annenin duyarsızlıklarından narsisistik taraf yararlanır. Bağlanma arttıkça narsisistik taraf azalır.Ancak, megalomanik fanteziler, bu sefer hayal dünyasında sürdürülür. Çocuk, bir zaman periyodu içinde günlük hayatındaki anneye muhtaç ve anneye bağlı kendisi ile hayal dünyasındaki megaloman kendisinin örtüşmediğini algılamaya başlar. Fantezilerin hayal dünyasına ait olduğunu fark etmeye başlar. Bu süreç, gerçekle fantezinin birbirinden ayrışmasını da başlatır. Ancak, bu süreç bütün çocukluk boyunca sürecektir ve çocuğun gerçek dünya ile ilişkisinin yanı sıra bir de fantezi dünyası olacaktır. Fantezi dünyası sayesinde çocuk olmanın, muhtaç olmanın, güçsüz olmanın, her istediğini yapamıyor olmanın narsisistik kırılmalarını dengelemeye çalışıyordur. Aslında, çocuğun, annesine duyduğu yoğun ihtiyaç anne tarafından karşılandığında, çocuğun kişilik organizasyonunda büyük bir dönüşüm olduğunu söyleyebiliriz.
Annenin, 18 aya getirerek büyüttüğünü zannettiği çocuğunun birden bire yine bir bebeğe dönüştüğünü görmesi genellikle bir hoşnutsuzluk ve hayal kırıklığı yaşatır. Bu dönem babanın desteğinin ve anneyi taşıma gücünün son derece belirleyici olduğu bir başka örneği oluşturur.
Bundan sonra çocuğun, anne için sevilebilir olmayaçabaladığı ve kendi “hayatta kalma” dürtüsünün tamamen annenin sevgisini muhafaza edebilmek ve anneye muhtaçlıktan kurtulmak için kullanıldığı bir döneme girilir. Çocuk, bir yandan anneye son derece duyarlıdır öte yandan da otonomisini ve yeterliliklerini geliştirmeye çalışıyordur. Duygu dünyasına bu ikili amaç ve ambivalans hakimdir. Her ihtiyaçları ile bağlandığı objeye narsisistik bir öfke de aynı anda hissediliyordur.Bu dönem, çocuğun karakterinin şekillendirilmesine ve insanlaştırılmasına (tuvalet terbiyesi doğadan kopuşu simgeler ) son derece müsaittir. Bu dönemin anneliği, annenin her türlü karakter özelliğinin çocuğa işlenmesi şeklindedir. Baba ise yavaş yavaş kural koyucu ve otorite olarak belirmeye başlar. Babayı yöneten temel duygu, anneyi çocuk için “iyi” olarak tutabilmektir. Bunu, çocuğun anneyi dinlemesini sağlayarak çocuğun hoşlanmayacağı kuralların koyucusu olarak,gerektiğinde anneyi tükenmekten koruyarak ve anneninçocuğa aşırı öfke duyabileceği durumların oluşmasını engelleyerek yapar. Baba, bütün bunları hem anne, hem çocuk için gerçekçi ve doğru bir çerçeve çizerek gerçekleştirmeye çalışır. Anne ile arasında sağlıklı bir işbirliği geleneği varsa bu hedef gerçekleştirilir. Babanın bu tutumları sağlıklı bir ödipal konfigürasyon ortamını da yavaş yavaş şekillendirmeye başlar. Ödipal dönem başka bir yazının konusu olacaktır.
Annenin ruhsal yatırım kapasitesinin içeriğinde ki öfke miktarı çok fazla ise bebek ve çocuk bundan nasıl etkilenir konusuna dönelim. Annenin bilinçaltı ile bebek arasında bir ilişki olduğunu ve bebeğin annenin bilinçaltını anladığını söylemiştik. Bebek, annenin sevgisini “iyilik” olarak kodlar. Çünkü, annenin sevgisi, içindeki öfkeden kurtulmasını, içsel gerginliğinin yok olmasını, kendini güven içinde hissetmesini ve huzur duygusunun içini kaplamasını sağlıyordur. Annenin öfkesi ise aralarında ki ilişkinin kopmasına ve öfkenin, gerginliğin, güvensizliğin oluşmasına neden oluyordur. Annenin öfkesi “kötü” olarak kodlanır. Bu durumda, hem bebeğin ruhsal enerjisi de öfkeli bir enerji olarak kalır hem de bebeğin nesne temsillerini “iyi” olarak içselleştirmesi zorlaşır. Bütün ağır patolojilerde gördüğümüz bağlanma güçlükleri (narsisistik bozukluklar), öfkenin fazla olması ve “bölünme”nin (splitting) aşılamaması, “iyi”ye inancın tam oluşamaması ve psikoza, ağır depresyonlara yatkınlık bu zeminde oluşur. Annenin, ruhsal yatırım kapasitesi fazla öfke içerdiğinde, evhamlı, endişeli ve gergin bir annelik ortaya çıkar. Anne, bazen umursamaz, bazen ise aşırı koruyucu ve tehlikelerden uzak tutacağım derken aşırı kısıtlayıcı bir annelik yapar.
Bazı öfkeli annelerde, çocuk erkekse annenin penis hasedinin öfkesi, bu öfkeye eşlik eden suçluluk duygusu, penisi kendinde tutma eğilimi bir araya geldiğinde ortaya “sapkın anneliği” diyebileceğimiz bir annelik biçimi çıkar. Burada anne, eşinden çektiği dürtüsel yatırımı da çocuğa yükleyerek, aşırı bir yatırımda bulunmaktadır.Hem öfkeli (yatırım fazla olduğu için içindeki öfke de fazlalaşmaktadır), hem çok ihtiyaç duyan ve zaaflı bir ilişki oluşur. Anne, çocukla ilişkisini hiyerarşik tutamaz, ona dengi ve eşiti imiş gibi hatta bazen aşıkmış gibi davranır. Bütün bunların sonucu olarak, çocuk çocuksu narsisizmini bırakamaz, dürtüsel gelişmesi, annenin kendisini partner yerine koyduğunu hissettiği dönemde kalır, ruhsal enerjisi aşırı öfkeli kalır ve baba ile özdeşleşmesi imkansız hale gelir. Bu durumda, “sapkınlık” dediğimiz patoloji ile karşılaşırız.
Çocuk, kız ise o zaman, iç dünyası aşırı öfkeli kalmış,”narsisistik” veya “sınır kişilik bozukluk”larını gösterecek ve kendi çocuğuna da benzer annelik yapacak bir kız oluşur. Kadın sapkınlığı kendini annelik problemleri ve rast gele cinsel ilişki yatkınlığı olarak gösterir.
Ruhsal yatırım kapasitesi fazla öfke içeren kadınlar, eşleri ile ilişkilerini bozmadan götürebiliyorlarsa, problemlerini denetim altında tutma sağduyusuna sahiplerse,eşleri annelik kapasitesine sahip ve sevgi, dayanışma ve işbirliği ortamı oluşturabilen erkeklerse doğru bir annelik oluşturma şansı bulurlar. Sağlıklı bir annelik yapabilirler.
Sıklıkla, kardeşler arasında farklılıkları gözleriz ve aynı anne babanın çocukları arasında ki bu farklılık çok belirgin olabilir. Bazen, şaşırtıcı olabilen bu durum nasıl açıklanabilir? Bir çocuğun büyütülmesi sürecinde, en önemli belirleyicinin anne ve babanın kişilik özellikleri ve aralarında ki ilişkinin nitelikleri olduğunu söylüyoruz.Ayrıca, her çocuğa yapılan duygusal yatırımın farklı olabileceği, özellikle cinsiyet farklılığının yatırımın niteliğinde etkili olabileceğini de kabul ediyoruz. Bunlara rağmen çocuklar arasında ki farklılık tam açıklanmış olmuyor. Burada, anne-babanın hayatlarının çeşitli dönemlerinde kişilik özelliklerinde büyük farklılıklar gösterebildiğini, aralarında ki ilişkinin hiçbir zaman aynı olmadığını, anne- babanın ilişkileri ne kadar iyi olsa da kaçınılmaz olan çatışmalarının zaman içinde değişim göstereceğini, çocukların fiziksel ve ruhsal özellikleri ile farklı duyguları uyandırabileceklerini ve çeşitli hayat olaylarının etkisinin zannedildiğinden daha büyük olduğunu söylemekle yetinelim ve bu önemli konunun açılımını başka bir yazıya bırakalım.
Yukarda geçen “referans obje” kavramını şöyle kısaca açabiliriz. Aile içindeki ilişkiler o kadar önemlidir ki daha sonra ki bütün ilişkilerimiz bunların tekrarları veya türevleri olacaktır. Anne ile ilişki, kendimizle ilişkimizde, aşk ilişkisinde cinsel partnerle sevgi ilişkisinde ve ister kadın ister erkek olalım annelik yaparken bize temel olur. Baba ile ilişki ise dünya ile kurduğumuz ilişkide, objektif dış gerçekliğin algı alanımızın ne ölçüde içine gireceğinde temel oluşturur. Doğruların oluşturulmasında, babanın yeri ağır basar. Baba, anne yedeği değil de gerçekten baba iken, baba karşısında rahat olabilmiş bir insan dünya içinde de öyledir. Kardeşler arasında ki ilişkide öğrenilmiş olan her şey daha sonra ki arkadaşlık ve dostluk ilişkilerimize yansıyacaktır. Referans objelerle ilişkide eksiklikler yaşamış olmak mutlaka hayatımıza yansıyacaktır. Demek ki anne ve baba bir yandan somut düzeyde, çocuklarının var oluşunu temin ederlerken ve onları büyütürlerken, bir yandan da onları, değişik durumlara hazırlayacak ve kendi kendilerine doğru tutumlar ve kararlar verebilmelerini sağlayacak soyut bir program yazıyorlardır. Bu program, onu yazan temel referanslara göre çalışıyordur. Birbiri ile anlaşamayan çiftlerin çocuklarında bu birbiri ile uyumsuz iki referansın nasıl çatıştığını ve nasıl devamlı bir huzursuzluk kaynağı oluşturduğunu görürsünüz. Çocuk, annesine uygun davrandığında, babasına uygun davranmadığı için, babasına uygun davrandığında annesine uygun davranmadığı için rahatsız olur. İçinde, ne yapsa durmayan, devamlı bir çatışma yaşıyordur.
Birde “yalancı büyüme” kavramı üzerinde durmak istiyorum. Bazı anne baba çocuğu ile bir büyütme ilişkisi ve ortamı oluşturamaz onun yerine çocuğa devamlı bir şeyler öğretmeye çalışır. Çocuğunu terbiyeli, çalışkan, uslu, akıllı….vs yapmaya çalışır. Çocuk, bazen dışardan bakıldığında büyümüş de küçülmüş gibidir. Çocuk hoşa gidecek bir kalıba sokulmuştur. Ancak, yakından bakıldığında, duygusal olarak büyümemiş olduğunu, sadece aklının gelişmiş olduğunu görürüz. Bu durumda “yalancı büyüme”den söz ederiz