
“Çok Olan İyidir” İnancı:
Terapinin etkili olması için uzun süre devam etmesi gerektiğine dair yaygın bir inanç bulunur. Özellikle otizmde, aileler ve uzmanlar bazen daha fazla terapi saatinin her zaman daha iyi sonuç vereceğini düşünebilirler. Ancak, bu durum bazen çocuğun tükenmesine ve terapiden soğumasına neden olabilir. Terapinin niceliği değil niteliği önemlidir. Farklı terapi türlerini denemek de kafa karıştırıcı olabilir. Hangi terapinin, ne zaman ve nasıl uygulanacağı konusunda netlik sağlamak çok önemlidir.
“Analizde Saf Altın” Efsanesi:
Terapötik tekniklerin evrensel olarak ilerici ve doğru olduğuna dair bir inanç vardır. Örneğin, bazı aileler veya uzmanlar, belirli bir terapinin (örn. ABA, DIR Floortime, duyu bütünleme) “mucizevi” etkiler yaratacağını düşünebilirler. Ancak her çocuğun ihtiyaçları farklıdır ve bir terapi tekniği her zaman her bireyde aynı sonuçları vermez. Alternatif yaklaşımların ve bireyselleştirilmiş terapilerin önemini anlamak gerekir.
Hasta-Terapist Çıkar Çatışması:
Terapist, hastanın tüm kişilik yönlerini ortaya çıkarmaya çalışırken, bazen hızlı sonuç almak ya da ekonomik baskılar nedeniyle terapinin süresini kısaltma eğiliminde olabilir. Otizmli bireylerde bu çatışma, özellikle aileler ve terapistler arasında belirgin olabilir. Aileler, hızlı bir ilerleme görmek isterken, terapist uzun vadeli gelişimi hedefleyebilir. Bu, her iki tarafın da çıkarlarını dengeleyen bir terapötik çerçeve oluşturulmasını gerektirir.
“Çok Çalışma Talep Etmek” ve Yapaylık:
Terapinin doğallığının kaybolması, bireyin sürekli aktif ve tetikte olması gerektiği duygusuna yol açabilir. Aşırı programlama ve yoğun terapi saatleri, otizmli bireyde yapay bir yaşam düzeni yaratabilir ve bu durum hem çocuğun hem de ailenin psikolojik sağlığını olumsuz etkileyebilir. Terapilerin, çocuğun doğal hayatına entegre edilmesi ve günlük yaşam becerilerini desteklemesi önemlidir.
Ekonomik Baskılar:
Pahalı olan terapilerin daha güvenilir ve etkili olduğu inancı, ailelerin ekonomik olarak baskı altında hissetmesine neden olabilir. Özellikle otizmde, uzun süreli terapi süreçleri önemli maliyetler yaratabilir. Bu durum, ailelerin en iyi sonuçları almak adına büyük bir ekonomik yük altına girmesine yol açabilir. Ailelere, daha ekonomik ve etkili yöntemlerin de mevcut olabileceği konusunda bilgi verilmesi önemlidir.
Sonlandırma ve Karşı Aktarım:
Terapinin sonlandırılması hem hasta hem de terapist için zorlayıcı olabilir. Özellikle otizmde, terapiye uzun süre devam eden aileler ve çocuklar, terapiyi bir yaşam tarzı haline getirebilir. Terapist açısından da bağımlılık yaratan bir süreç olabilir. Terapötik sürecin sonlandırılması, karşı aktarım tepkilerinin yanı sıra ailelerin güvenlik duygusunu zedeleyebilir. Bu yüzden sonlandırma süreci dikkatle planlanmalıdır.
Terapistin Kendi Tepkileri ve Negatif Duygusallık:
Terapistin, kendisine yönelik eleştiriler ya da sürecin nereye gideceği konusunda net bir bilgi verilmesine karşı geliştirdiği direnç, terapötik süreci olumsuz etkileyebilir. Bazı terapistler, bu eleştirileri kişisel algılayabilir ve süreci daha fazla kontrol etme eğiliminde olabilir. Bu, terapist-aile işbirliğini zedeleyebilir. Terapistlerin kendi karşıt dirençlerini fark etmeleri ve buna uygun bir şekilde hareket etmeleri önemlidir.
Otizm ve Terapötik Dirençler
Otizmde bu tür dirençler daha belirgin hale gelebilir çünkü hem aileler hem de uzmanlar arasında belirli terapi modellerine olan inançlar çok güçlüdür. Örneğin, ABA terapisinin etkili olduğu bilinirken, bazı aileler sadece bu yönteme güvenebilir ve alternatif terapileri reddedebilir. Ailelerin güven eksikliği, uzmanların ise terapötik tekniklerin etkinliğine aşırı güvenmesi bu dirençleri besleyebilir.
Bu dirençlerin aşılması, ailelerle açık iletişim kurulması, tedavi planlarının bireyselleştirilmesi ve otizmli bireyin hem duygusal hem de gelişimsel ihtiyaçlarının göz önünde bulundurulmasıyla mümkün olabilir.
Kaynak : https://www.insanokur.org/terapideki-direncler-otizmde-terapotik-anlayislar/